Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İkbalden sürgüne; Abdülhamit’in Başmabeyincisi Tahsin Paşa 

İkbalden sürgüne; Abdülhamit’in Başmabeyincisi Tahsin Paşa 


DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM

Yıldız Sarayı’nda uzun bir süre Mabeyn başkâtipliği görevinde bulunan Tahsin Paşa, II. Meşrutiyetin ilanıyla önce makamını kaybetmiş sonrasında da sürgüne gönderilmişti.

Paşa, 1930 ve 1931 yıllarında Milliyet gazetesinde hatıralarını da yayınlamış ve Abdülhamit’in en yakınında bulunan kişilerden birisi olarak önemli tespitlerde bulunmuştur.

Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa 

Abdülhamit tahta geçtikten sonra kendisinden önceki padişahların aksine güvenlik gerekçesiyle Dolmabahçe Sarayı yerine Yıldız Sarayı’nda oturmayı tercih etti. Burada oluşturduğu ve her şeyi kendisinde toplayan uygulamalarıyla “Yıldız Sarayı” kısa sürede “yönetimin kalbi” oldu.

Tanzimat’la beraber güçlenen Babıali ikinci plana düşmüş, bürokrasi ve ordu sıkı bir denetime tabi olmuş, sürekli gözetim altında tutulan ulema da eski gücünü kaybetmişti.

Bu sistemde artık iç ve dış politika, bütün kurumlar, makamlar ve terfilerin tek yetkili mercii Abdülhamit’tir. Bu işleyişin merkezinde de Saray ile Babıali arasındaki yazışmaları yürüten, elçilikler ve vilayetlerle bağlantıları sürdüren “Mabeyn-i Hümayun” yer almaktadır. Dolayısıyla “Mabeyn başkâtipliği” Abdülhamit’in tek adam rejiminde hayati bir öneme sahipti.

Mabeyndeki görevli sayısı da Yıldız’ın fonksiyonuna paralel bir şekilde artmış, çalışan sayısı 1877’de dört iken yüzyılın sonunda yirmi beşe çıkmıştı. Sadrazam ve bakanların bile nadiren görüştükleri padişahla Mabeyn başkâtibinin doğrudan görüşebilmesi birçok yanlış uygulamayı da beraberinde getirmişti. Artık pek çok devlet adamı, rütbece çok altta olsalar da başkatip başta olmak üzere katiplere ve diğer saray görevlilerine dalkavukluk yapmak zorunda kalmaktaydı.

Padişah teklif edilen çeşitli kişiler içinden bir kişiyi, yaptırdığı tahkikat sonrasında başkatip olarak seçiyor ve “tayinin tamamen kendisine ait olduğunu” söyleyerek başkatibin sadece kendisine itaat etmesini sağlıyordu. Zaten Abdülhamit rejiminin temelinde liyakat değil “sadakat” yer almaktaydı.

Abdülhamit’in saltanatı döneminde 1876-1885 arasında beş başkatip görev yapmışken 1885’te bu göreve Süreyya Paşa tayin edilmişti. Bütün idarenin Yıldız’da toplandığı bu dönemde Paşa’nın ölümünden sonra bu makama Tahsin Paşa tayin edilecek ve görevini II. Meşrutiyetin ilanına kadar sürdürecektir. Abdülhamit’in son Mabeyn Başkatibi ise Ali Cevad Bey’dir.

Sadrazam Said Paşa, Süreyya Paşa’nın ölümü sonrasında padişaha bir liste sunmuş ve listedeki isimlerden herhangi birisinin seçilebileceğini belirtmişti. Abdülhamit mutlaka adaylardan birini seçmesini isteyince de Paşa’nın tercihi, “Bahriye Nezareti Mektupçusu” Tahsin Paşa olmuştu.

Abdülhamit, Tahsin Paşa’ya “Hüsnü halinizi işittim ve sizi başkatipliğe kendim intihap ettim” demiş, ertesi günkü gazetelerde de “ehliyet, liyakat ve istikamet” nedeniyle bu göreve tayin edildiğine dair açıklama yer almıştı.

1859’da İstanbul’da dünyaya gelen ve tam ismi ”Hasan Tahsin” olan Paşa’ya, esmerliğinden dolayı daha çok “Arap Tahsin veya Kara Tahsin” denilmekteydi. Paşa rüşdiyeyi bitirdikten sonra henüz on üç yaşındayken Sadaret Mektubî Kalemi’nde kâtip olarak çalışmaya başlamıştı.

1888’de Bahriye Nezareti Mektupçuluğuna tayin edilen Paşa, 24 Kasım 1894’te Mabeyn Başkâtipliği görevine tayin oldu. Görevleri arasında yabancı elçilerle görüşmek de olan bir göreve, “rüşdiye mezunu” bir kişinin tayin edilmesinin tek nedeni Abdülhamit’in önceliği olan “sadakat” meselesidir. Tahsin Paşa da hatıratında hem kendi tayininde hem de diğer atamalarda asıl ölçünün “padişaha sadakat” olduğunu sürekli vurgulayacaktır.

İkbalden Sürgüne 

Paşa’nın kişiliği hakkında “ruhsuz ve renksiz bir adam, bilgisi yüzeysel, Rus yanlısı, gayet nazik, terbiyeli, halim, selim” gibi yorumlar yapılmıştır. Buna karşılık “Onun gözü Sultan’ın gözüyle görür, kulakları Sultan’ın kulaklarına göre işitirdi. Hisleri ve zevki de Sultan’inkine göre şekillenirdi”. 

İşte bu özelliğiyle 1902’de “vezir” rütbesi verilecek ve artık “Paşa” olarak anılarak “müşirliğe” denk bir konuma ve birçok nazırın kıskanacağı bir nüfuza ulaşacaktır. Paşa’ya görev yaptığı süre boyunca on bir farklı yabancı devlet tarafından on dört “nişan” verilmesi de onun saraydaki konumunun önemli bir göstergesidir.

Ayrıca kendi imzasıyla gazetelere sansür amaçlı olarak gizli bir talimatname gönderdiğinden “sansürcülükle”, 1907’de Erzurum’da vergi meselesinden çıkan isyanda Arap İzzet Paşa (Holo) ile birlikte de “rüşvetçilikle” itham edilmiştir.

Tahsin Paşa, konumu ve Abdülhamit’in de desteğiyle dört konak ve bir köşk sahibi olduğu gibi eşi ve kızının rahatça denize girebilmesi için bir sahil köşkü de satın almıştı. Ayrıca Abdülhamid de kendisine Milas’ta bir çiftlik hediye etmişti.

Tahsin Paşa’nın görevi, meşrutiyetin yeniden ilanı sonrasında sona erdi. Abdülhamit rejiminin önemli isimlerinden Selim Melhame, muhtemelen padişahın isteğiyle Tahsin Paşa’nın da yardımıyla bütün servetini alarak yurt dışına kaçmıştı. Yine rejimin “kirli işlerinin adamı” olarak bilinen Mabeyn İkinci Kâtibi İzzet Holo da bir İngiliz gemisiyle firar etmişti.

Paşa ise sarayda rakibi olarak bilinen “İzzet Holo’nun kaçışından” sorumlu tutularak görevden alındıktan sonra bazı nazırlarla birlikte şimdi İstanbul Üniversitesi ana binası olan Bekirağa Bölüğü’ne götürüldü.

 

Burada çok tutulmayıp Büyükada’ya sevk edilerek gözaltında tutuldu. Bu sırada Tahsin Paşa hakkında “zimmete para geçirme, kanuna aykırı uygulamalar, para tahsilatı” gibi suçlamalar yapıldı. Hakkındaki suçlamalardan birisi de sahibi olduğu Gönen’deki Akdoğan Çiftliği’ne usulsüz bir şekilde arazi dahil etmesiydi.

Paşa için asıl kötü günler 31 Mart Olayı ve Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle başladı. Tahsin Paşa ve diğer devlet adamları hakkında mallarının çokluğundan dolayı “devlet malını zimmete geçirmek” suçlaması yapıldı. Ayrıca geçmişteki icraatlarıyla birçok ailenin hayatını karartmakla suçlandılar.

Bu çerçevede mal ve mülklerine haciz koyulması, bütün rütbe, nişan ve madalyalarıyla emekliliklerinin iptaline karar verildi. Ardından da Tahsin Paşa’nın da aralarında yer aldığı bir grup Sakız’a sürgüne gönderildi. 1912’de Balkan Harbi’nin çıkmasıyla İzmir’e getirilen Paşa, 1913’te çıkarılan genel af sonrasında da İstanbul’a dönebildi.

İkbal günleri sonrasında çok zor günler yaşayan Paşa’nın “on lira borç almak için ayakkabılarını rehin bıraktığı” belirtilmektedir. Son Osmanlı vakanüvisti Abdurrahman Şeref Bey (Laç) ise Paşa’nın düştüğü durumu “idaresizlik ve ailesinin israfıyla” açıklamaktadır.

1920’lere gelindiğinde elinde sadece oturduğu köşk ve hamam kalan Paşa, bunları da vergi borçları nedeniyle satamıyordu. Nitekim Atatürk Kitaplığı Arşivi’nde Paşa’nın 1916, 1921 ve 1922 yıllarında borç talebine dair mektuplar bulunmaktadır.

Para bulma girişimlerinden bir sonuç alamayan Paşa son Alman İmparatoru II. Wilhelm’den para istemek zorunda kaldıysa da o sırada sürgünde olan imparator, kendisi de zor durumda olduğundan yardım edemeyeceği cevabını vermişti. Sonunda köşk 1931 yılında, Paşa’nın borçlarından dolayı satışa çıkarılacaktır.

Tahsin Paşa hatıralarını yayınladıktan kısa bir süre sonra 1933’te Erenköy’de vefat etmiş ve Eyüp’te aile kabristanına defnedilmiştir. Ancak bugün mezarının yeri bilinmemektedir. Yaşlılık günlerinde emekli maaşı da bağlanmayan Paşa’nın “sefil bir halde, harap bir evin çıplak bir odasında” vefat ettiği belirtilmektedir.

Paşa’nın “hatırladıkları”

Tahsin Paşa 1894’ten 1908’e kadar görev yaptığı dönemde Yıldız Sarayı’nda gördüklerini Milliyet gazetesinde 1930 ve 1931 yıllarında iki kısım halinde yayınladı. Devamı olduğu ilan edilse de tefrika devam etmemiş, yayınlanan bölümler kitap olarak basılmıştır.

1931’de “Abdülhamit ve Yıldız Hatıraları” adını taşıyan eser, Muallim Ahmet Halit Kitaphanesi tarafından yayınlanmıştır. Milli Kütüphane kataloglarında yaptığımız taramaya göre yıllarca baskısı yapılmayan kitabın 1998’de Boğaziçi Yayınları tarafından yeniden yayınlandığı anlaşılmaktadır.

İlk baskıda 297 olan sayfa sayısı da yeni baskıda 481 sayfaya çıkmış, 2008’de başka bir yayınevinin baskısında da 570 sayfaya ulaşmıştır. Kitap, “Payitaht Abdülhamit” filminin yayınlanmaya başladığı 2017 yılında ise üç farklı yayınevi tarafından farklı sayfa sayılarıyla yeniden yayınlanmıştır.

Tahsin Paşa hatıralarının başlangıcında “hatıralarını” değil “hatırladıklarını” anlattığını belirtmektedir. Gerçekten de hatıralarında kronolojik bir sıra takip etmez ve “hatırlayabildiklerini” anlatır. Görevi gereği karşılaştığı kişilerden; sadrazamlardan, elçilerden, çeşitli kişilerden söz eder. Bahsettiği şeyler sadece gördükleri, şahit oldukları olmayıp bazı kişilerle ilgili olarak etraftan duyduğu dedikodu denebilecek bilgilere de yer verir.

Hatıratın dikkat çeken diğer yönü ise normalde bu tür eserlerde görülmesi gereken kendisini öne çıkarma ve savunma psikolojisinin olmamasıdır. Paşa bunun yerine eserde yıllarca hizmet ettiği Abdülhamit’i baş karakter yapmış ve cumhuriyet ideolojisinin “kötü adamı” Abdülhamit’i savunmaya çalışmıştır.

Paşa’nın bu yaklaşımı nedeniyle okuyucu, o dönemdeki müstebit uygulamalardan, hafiyelik ve jurnallerden padişahı sorumlu tutmayan bir eserle karşı karşıya kalır. Paşa, Abdülhamit’in meşhur “vehminin” artmasından bile onun defalarca sadrazam yaptığı Said Paşa’yı sorumlu tutar.

Paşa ayrıca Abdülhamit’e dair çeşitli konularda ilginç bilgiler verir. Ona göre padişah “kitap okumaz ama okuturmuş”. “Zabıta romanları, cinaî hikayeler ve seyahatnameler” seven padişah için sarayda bir tercüme dairesi bile kurulmuştu. Hünkâr yatağına yattığında bir görevli, paravan arkasından padişah “kâfi” deyip uyuyana kadar bu eserleri okumaktaydı.

Tahsin Paşa hatıralarında Abdülhamit’in tiyatro sevgisinden, sarayda “Avrupai bir süs olarak” bulunan Alman Paşa’sı Kamphofner Paşa’dan, bazı siyasi konularda görüşlerine başvurulan ve tercümeler yapan eski Hariciye Nazırı Kara Todori Paşa’dan bahsettiği gibi “saraydaki rakibi” İzzet Paşa’dan söz ederken onun “çok büyük bir servet iktisabına” muvaffak olduğunu belirtmekten geri durmaz.

Paşa, Abdülhamit’in yabancı elçiliklere sığınmak zorunda kalan sadrazamlarını ve sığınma gerekçelerini büyük bir açık yüreklilikle anlattığı gibi jurnalleri de anlatır ve “babasını jurnal etmiş evlat, damadının felaketine sebep olmuş kayınbaba, birbirinin aleyhine ihbaratta bulunan kardeşler eksik değildi” der. Abdülmecid’in “kuruntulu oğlum” dediği Abdülhamit de  “basiret emniyetin babasıdır, önce basiret sonra emniyet” diyecektir.

Abdülhamit’in bu yaklaşımı, jurnalciliğin çok revaç bulmasına yol açmış ve Paşa’nın ifadesiyle, bunun “can yakmak ve hanüman söndürmek nevinden gayriahlaki bir hareket olduğu adeta unutulmuştu”. Hanedan mensupları bile jurnal veriyor özellikle şehzade Vahdeddin, ağabeyine sürekli jurnaller gönderiyordu.

Tahsin Paşa Abdülhamit yönetimine “istibdat idaresi” derken onu bu idare tarzına sevk eden kişinin sadrazam Sait Paşa olduğunu, bu sistemde mülki, askeri, siyasi, dini ve toplumsal bütün meselelerin “Yıldız’da” toplandığını ifade eder.

Paşa’ya göre Abdülhamit, devletten aldıkları maaş dışında başta sadrazam ve şeyhülislam olmak üzere nazırlara, nüfuzlu ve önde gelen komutanlara ve bazı önemli memurlara saraydan ayrıca ödeme yapmaktaydı. Bu maaşlar her ayın birinci günü bir zarfta gönderilmekteydi.

Abdülhamit’in en çok tenkit edilen yönlerinden birisi de bütçe ve hazinenin durumu dikkate alınmadan maaşların artırılması, terfiler yapılması ve nişanlar dağıtılmasıydı. Paşa bunu da Abdülhamit’in “evhamlı ve korkak” oluşuna bağlamakta, “müstebit sistemin” devamı için “devamlı ihsanda bulunmak” zorunda olmasıyla açıklamaktadır.

Bu durum Paşa’ya göre, her müstebit hükümdar gibi onun da etrafının bir şebeke tarafından sarılmasına neden olmuştu ve “bu şebeke içinde namussuzlar namuslular, iyiler kötüler, samimiler riyakârlar, hülasa her çeşit insan vardı”. Abdülhamit de “para, rütbe ve nişan” ile birçok kişiyi “sadık bende” yapmaktaydı.

Sonuç olarak rüşdiye mezunu olmasına karşılık Abdülhamit rejiminde önemli bir konum üstlenen Tahsin Paşa, ikbal günlerinden sonra büyük sıkıntılar yaşamış ve yokluk içinde dünyaya veda etmiştir.

Onun herhalde en büyük katkısı ise büyük bir açık yüreklilikle “hatırladıklarını” önce bir gazetede yayınlaması sonra da bu tefrikanın kitap olarak basılması olmuştur.

Kaynaklar: Tahsin Paşa (1931), Abdülhamit ve Yıldız Hatıraları, İstanbul, Ahmet Halit Kitaphanesi; Tahsin Paşa (2022), Abdülhamit Yıldız Hatıraları, İstanbul, Ketebe; Ürkmez, N. , Akbulut, U. (2022), “Sultan II. Abdülhamit’in Başkatibi Tahsin Paşa”, S. 306, s. 641-681; Mayakon, İ. M. (1940), Yıldız’da Neler Gördüm, İstanbul, Sertel matbaası.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version