Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

II. Abdülhamid’in Amerikancı olduğu günler

II. Abdülhamid’in Amerikancı olduğu günler


M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME

Bugün günlerden Pazar. Sizi gündemden alıp Orta Çağ denilen dönemden başlayarak 20. yüzyılın 2 yıl öncesine kadar uzanan bir yolculuğa çıkaracağım. Bol kaynak vererek yakın tarihle ilgili hayli ilginizi çekecek bir yolculuk olacağına inanıyorum. Ama bu sadece bilgilerin nerelerden alındığını merak edenler için altta olacak. Bir macera tadında okumak isteyenler II. Abdülhamid’in Uzakdoğulu Müslümanlara karşı nasıl Amerikancı bir politika izlediğine şahitlik edeceksiniz.

15. yüzyılda başlayan keşif hareketleriyle birlikte dünya iki kutuplu hale geldi. İki kutbu oluşturan ise bugün iki komşu ülke; İspanya ve Portekiz. İspanya o kadar geniş alanda hakimiyet kurdu ki toprakları 5 kıtaya yayıldı. Bugünün tabiri ile söylemek gerekirse, o dönemde İspanya (Imperio Español) dünyanın ilk küresel imparatorluğuydu.

Bu bağlamda Küba’da ilk İspanyol yerleşim birimi daha 16. yüzyılın başlarında, 1512’de kuruldu. Amerika kıtasını gözünüzün önünde canlandırırsanız, Küba’nın küçüklüğünü fark edersiniz. Ama burayı bir depo ya da üs olarak kullanmak isterseniz o zaman da stratejik önemi ortaya çıkar.

Küba yüzyıllar boyunca İspanyol sömürgesi olarak kaldıktan sonra ilk ayaklanma 10 Yıl Savaşları (1868-1878) ile başladı. Bu bastırıldıktan sonra Küba Kurtuluş Savaşı 1895-1898’de yaşandı. Bu savaşın ABD ve II. Abdülhamid’e uzanmasının öyküsü de aslında burada başlıyor.

Bu bağımsızlık savaşının son 3 ayına ABD de katılınca adı İspanyol-Amerikan Savaşı olarak anıldı. (1) İspanya’nın Havana körfezine demirleyen ABD’nin Marine zırhlısını batırmasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler koptu ve bunun üzerine ABD Küba’yı abluka altına aldı.

Bugün kurduğu vakıflarla hatırladığımız işadamı ve yazar Andrew Carniege bu durumu, “Amerika’nın kapısının eşiğine ‘Küba’ adında bir çocuk bırakıldı.” diye tabloyu özetlemişti. “İlerici Emperyalizm” ilkesiyle hareket eden ABD, İspanya-Küba sorununa müdahil oldu ve Kongre’nin kararı doğrultusunda Küba’nın bağımsızlığını sağlamak üzere adaya çıkartma yaptı.

10 Aralık 1898’deki Paris Antlaşmasıyla İspanya, Küba’daki bütün haklarından vazgeçti. Ayrıca İspanya Batı Hint Adaları ve Marinalar’daki Guam adasını da ABD’de devretti. Paris Antlaşması, Uzakdoğu’da İspanyol hakimiyetini bitirip ABD hakimiyetinin başlaması açısından da kritik bir öneme sahip. (2)

Oryantalistler, Osmanlı Devletinin hilafet makamının Uzak Asya’da pek etkili olmadığını söylerler. Ancak, Batılı siyasetçiler işlerine geldiğinde bu aracın işe yarayabileceği ihtimalini düşük görseler de kullanmaktan çekinmediklerini gelişmelerle anlıyoruz. Özellikle II. Abdülhamid’in İttihad-ı İslam’ı (Panislamizm) siyasal amaçlı kullanmaya çalıştığı bilinir.

Osmanlı hükümdarının bu yaklaşımı, hem bölgedeki Müslüman yöneticiler hem de bölgenin istilacıları tarafından kullanılmaya çalışıldı. İstanbul’daki Rus, İngiliz ve Alman elçilikleri, sömürgeleri altındaki topraklarda yaşayan Müslümanların Osmanlı Sarayı ile irtibat kurmalarının önüne geçmeye çalıştı. Özellikle, Hollandalıların boyunduruğu altındaki Açe bölgesini Hıristiyanlaştırma çalışmalarına karşılık Açe Sultanları Osmanlı himayesini isterlerse de buna ne II. Abdülhamid yaklaşır, ne de Hollandalı kolonyalistler izin verir.

Bunun sonunda Filipin milliyetçisi Emilio Aguinaldo, bugün başkent olan Manila hariç bütün bölgenin bağımsızlığını ilan etti. “İspanyolların mağlubiyeti sonucu Filipin Adalarının asilerin eline geçtiği haberi” İstanbul’a ulaştı. Ulaşan bilgide, Aguinaldo’nun “Filipin’de diktatörlüğünü ve idâre-i örfiyye ilan eylemiş” olduğu, Aguinoldo’nun “Amerika hükümetine arz-ı inkıyâd (boyun eğme) etmekten imtinâ” ettiği ve “Filipinde bir idare-i müstakile tesis etmek istiyor” dendiği yer alıyordu. (3)

Paris Antlaşması’yla bütün Filipinler ABD’ye devredildi ama bölgedeki Müslümanlar ABD’ye boyun eğmeye bir türlü yanaşmadı. (4) Müslüman halk, ABD işgalciliğine karşı Osmanlı’dan yardım istedi. Osmanlı’nın bağımsızlıklarını desteklemek için filo göndereceği beklentisine giren Müslüman gruplar bile vardı.

ABD yönetimi, İspanya’dan kurtulmak isteyen Filipinlilerin kendilerini bağrına basacağını beklemekteydi. Aguinaldo yönetiminde yeni devlet kurmaya çalışanların ABD’ye destek vermemesi üzerine Washington yönetimi çözüm aramaya girişti.

Washington gazetesinin bir muhabiri ABD Dışişleri Bakanı John Milton Hay’le Osmanlı’dan yardımcı olmasını isteyebileceği fikrini paylaştı. Fikrin benimsenmesi üzerine İstanbul’daki ABD Büyükelçisi Oscar Solomon Straus’tan Saray’dan randevu alması istendi.

Büyükelçi Straus, II. Abdülhamid’den Filipinler’deki Müslüman bölgesindeki Sulu Sultanlığı’ndaki Moro Müslümanlarını ayaklanmaya son verip silah bırakmaya ikna etmesini istedi. Bu görüşme ve görüşme notları, Osmanlı arşivlerinde şöyle yer alıyor:

“Filipin adaları civarında bulunan ve Havai adaları tabir olunan adalarda bulunduğu haber alınan halinin iki milyon nüfusa karib ve cümlesinin İslam idüğü…” “… mezkur adalar ahali-i İslamiyesinin Hazret-i Hilafetpenahilerine tezayüd-i münasebat-ı lazımeden olduğu…” (5)

Büyükelçi Straus, daha sonra kaleme aldığı hatıralarında bu görüşmeyi şöyle anlatıyor:

“1899 baharında (Dışişleri Bakanı) Hay’ın sekreterliğinden bir yazı aldım. Ekinde Vaşington “Chicago Record” gazetesi muhabiri William E. Curtis’e ait bir yazı ile birlikte, Curtis Vaşington’da resmi ve gayr-i resmi çevrelerde neler olup bittiğini iyi bilen zamanının en iyi bilinen yazarlarından biridir. Curtis Türk elçiliğinden bir görevli ile yaptığı mülakat neticesinde Türk-Yunan Savaşı’ndan itibaren Sultan’ın dünyadaki Müslümanlar arasında yeniden saygınlık ve otorite kazandığını öğrenmiştir. Curtis, bu mevcut bakanın ve Türk hükümeti ile iyi ilişkilerin etkisiyle Sultan’ın Filipin Müslümanları üzerinde hüküm sürebileceğini düşünmüştür. Sultan’ın Sulu Ada’sı Sultan’ına mesaj göndermesi halinde Amerikalı görevliler ile ada Müslümanları arasında barışçıl uyumlu ilişkiler sağlanmış olacaktı ki bu da Amerika adına büyük bir başarı olacak idi.” (6)

ABD büyükelçisinin, hatıralarında bu görüşmeye nasıl hazırlandığını anlattığı bölüm dikkate değer. Washington’dan Saray ile görüşme talimatı aldığında Filipinler hakkında çok az şey bildiğini, İstanbul’daki kütüphanelerde de buna ilişkin detay bulamadığını anlatıyor. Paris Anlaşmasının bir kopyasını temin ediyor, bir meslektaşının önerisiyle Fransız coğrafyacı Jean Jacpues Reclus’un çalışmalarını edindiğini belirterek Filipinler’deki Müslümanların İran gibi Şii olmadığını öğrendikten sonra harekete geçtiğini yazıyor.

Görüşmede Osmanlı Sultanının, Filipinler ve Sulu Müslümanları hakkında çok az bilgisi olduğunu not ediyor. Bölgedeki Müslümanların Sünni olduklarını ABD Büyükelçisinden öğrendikten sonraki gelişmeler hatıralara şöyle yansıyor:

“Sultan’ın Hükümetimizin Muhammadanizme (Muhammed’in dini) karşı tavrı konusunda biraz güvence isteyebileceğini ve onu rahatlatabileceğini düşündüm. Amerika ile Trablus arasında 1796’da imzalanmış olan antlaşmanın XI. maddesinin tercümesini hazırlandım geldim.”

Bu madde, “Amerika Birleşik Devletleri esasen Hıristiyanlık temeli üzerine kurulmadı. Bu noktadan hareketle Müslümanların din, şeriat ve huzuruna hiçbir kastı ve nefreti yoktur” hükmüne yer veriyor. (7)

II. Abdülhamid’in bu maddeyi okuduğunda yüzünün aydınlandığını belirten Straus, “Benim önerim doğrultusunda hareket etmemizi iki sebepten dolayı, insanlık uğruna ve Amerika’ya yardım etmek için memnuniyetle karşılayacağını söyledi” diye devam ediyor.

II. Abdülhamid ve Büyükelçi Straus, padişahın mesajının bölgeye nasıl ulaştırılacağı konusunu görüştü. Hac mevsiminde Mekke’ye Sulu Müslüman şeflerinden gelen olup olmadığını öğrenmek amacıyla bir telgraf hazırlamaya karar verdiler. Telgraf metni hazırlandı ve tercümesi büyükelçiye okundu.

İki Sulu şefinin Mekke’de olduğu bilgisi Yıldız Sarayı’na ulaştıktan hemen sonra Büyükelçi Straus yeniden huzura davet edildi. Daha sonra gönderilecek yeni telgraf birlikte hazırlandı. Büyükelçi, II. Abdülhamid ile hazırladıkları telgrafın içeriğini şöyle anlatıyor:

“Amerikan ordusunun kontrolü altına geçtikleri takdirde dinlerinin uygulanmasında rahatsız edilmeyeceklerini anlattılar. Sultan’ın refahlarıyla ilgili derin endişesi nedeniyle, herhangi bir kan dökülmesini önlemek için bir an önce halkına dönmelerini öğütledi ve onlara talimat verdi.” (8)

Büyükelçi, bu telgraf Mekke’deki Sulu Müslüman şeflerine gönderildikten sonra bir telgraf da Dışişleri Bakanı Hay’e çekerek, Filipinler’deki ABD’li komutan General Bates’i durumdan haberdar etmeyi öğütledi.

Bu temaslar kısa sürede meyvesini verdi. Üç ay sonra Filipinler’den bağımsızlık girişiminde bulunan Aguinaldo, Sulu Müslümaları’na bir temsilci gönderdi. Ancak Sulu Müslümanları, bölgenin bağımsızlığı için mücadele eden Aguinaldo’ya katılmayı reddettiler. Kendilerinin Amerikan ordusunun güvencesi altında olduklarını Amerikan egemenliğini tanıdıkları cevabını verdiler.

——————-

 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version