Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kadim şehir Urfa, kapitalizm ve Özak Tekstil işçileri


Ender İMREK


Urfa, tarihi ve kültürüyle oldukça zengin bir bölge. Aynı zamanda gizemli, mistik bir şehir. Bazen bir Arap ülkesinde olduğunuzu hissedersiniz, başka bir mahallesinde Kürt kültürüyle yüz yüze kalırsınız ve sonra özgün bir Türk kültürü içinde buluverirsiniz kendinizi.

Balıklı Gölü’yle, mağaralarıyla, Harran’ıyla, sıra geceleriyle bilinse de Urfa görünenin ötesinde bir şehirdir. Çok sayıda uygarlığa beşiklik etmiş bir kent olarak her sokağı, her meydanı, her eski yapısıyla, dağı, ovasıyla güncelin evvelinden bir şeyler hatırlatır hep. Sümer, Akat, Hitit, Babil, Kalde, Hurri – Mitanni, Aram – Asur, Med ve Pers dönemlerini yaşamış kadim bir Kuzey Mezopotamya şehridir. Bazı kaynaklara göre Asurlular döneminde bölgenin adı Ruhua’dır. Edessa, Ruha, Reha tarihteki isimlerinden bir kaçıdır.

Diller, kültürler, inançlar iç içe yaşamış ve birbirini doğal etkileme içinde önemli bir kültür zenginliği yaratmış. Sünni, Alevi, Hıristiyan… Arap, Kürt, Türk, Süryani, Ermeni birçok halk yaşamış, yaşıyor. Büyük oranda yıkılıp silinmeye çalışılsa da siyasal iktidarların hışmına uğrasa da kalıntıları yok edilmeyen bir kültürel zenginliğin taşıyıcısıdır Urfa. Harran’daki eski medrese yapısı nedeniyle, Atina ve Mardin ile birlikte en eski üniversiteleri bulunan kentler olarak kabul ediliyor.

Şehir; ilk yerleşik yaşam alanı/alanlarından biri olarak biliniyor. Yeni keşfedilen Göbeklitepe, insanlığın kültürel tarihine dair bilinenlerin bir kısmını değiştirmiş oldu. Bu yazıda ayrıntılarına girmeyeceğiz, ancak, Neolitik çağda, insanlığın avcı ve toplayıcılık döneminde, milattan 12.000 yıl önce üstün bir mimari ile kurulduğu tespit edilen Göbeklitepe’nin bilinen en eski tapınak olarak kabul edildiğini not edelim. Alet ve makine kullanmadan, çakmak taşlarıyla ve insan gücüyle inşa edilen bir tapınak etrafında yerleşik yaşama geçişi işaret ediyor Göbeklitepe.

İlk tapınak şehri Urfa, bugün de “Peygamberler şehri” olarak anılıyor. Balıklı Göl’üyle, Hz. İbrahim’in yakılma efsanesiyle şehrin merkezine sinen mistik havayı hissetmemek mümkün değil. Din etkisinin yüksek olduğu şehirde, egemenler bu durumu bir yönetme aracı olarak kullanan geldiler. İrili ufaklı birçok tarikatın faaliyetleri, siyaset-tarikat ilişkileri gözle görülür durumda. Patronlar da emek sömürüsünde işçiyi yönetmek için tarikat ilişkilerini kullanmayı elverişli bir araç olarak görüyor.

İşte bu kentte kurulu ÖZAK Tekstil işyerinde, patronun istediği sendikadan istifa edip, bağımsız sendika Birtek-Sen’e üye olan işçiler günlerdir bir mücadele yürütüyor. Milattan 12 bin yıl önce kol gücüyle yerleşik yaşama geçilen Urfa’da, bugün Organize Sanayi Bölgesinde makine çarklarını döndüren işçiler, sendikal haklarını yerleşik hale getirmek için direnişte. 21. yy’da teknolojik gelişmişliğin uçsuz bucaksız sınırlarında dolaşan kapitalist dünyanın bu şehrinde, işçiler en alt basamaktaki haklarını kazanmak için neredeyse her gün gözaltına alınmayı, jandarma copunun kafasına inmesini, gaz yemeyi, işten atılmayı göze almak zorunda kalıyor.

O kadim şehir günümüzde emek ve sermaye arasındaki mücadelenin görünür bir eylemiyle gündemde. Sokaklarında zengin ile yoksul arasındaki çelişkiyi çarpıcı olarak gördüğümüz, bir yanda devasa plazalar diğer yanda yokluk ve yoksulluk içinde yaşayanların şehridir Urfa.

Tarihteki ilk yerleşimin şehrinde, günümüzde işçilere kölelik dayatılıyor. Kemal Sunal’ın Kibar Feyzo filmini herkes bilir, işçi pazarında işçiler kamyon kasasına doldurulur. Feyzo işe alınmayınca küfür eder. Sonunda bir iş bulur ancak ücreti eksik verilince gösterdiği tepki karşısında “onlar sendikalı” yanıtını alır. Modern sınıf mücadelesinin örgütü sendikayı bilmeyen Feyzo; Urfa ağzıyla “Ben de Harranlıyam” diyerek sendikalı olmayı kendine görev bilir.

Bugün sendikalı oldukları için hedeftedir ÖZAK Tekstil işçileri. Sendikasız ve örgütsüz olmak dayatılıyor işçilere. Daha önce Uğur Tekstil gibi birkaç fabrikada yürütülen işçi direnişlerine benzesin, başarısızlıkla sonuçlansın, işçiler içinde moralsizlik yayılsın isteniyor. Bu direniş bastırılırsa yüzlerce fabrika ve işletmede, on binlerce Urfalı işçiyi birkaç yıl daha kölelik koşullarında çalıştırıp, sömürü düzenini sürdürmeyi hesaplıyor Urfa’daki patronlar.

TÜM DEVLET MEKANİZMASI PATRONLARIN HİZMETİNDE

Tüm devlet mekanizması da patronların emrine amade edilmiş durumda. Urfa Valiliği, ticari işletmelerin faaliyetleri dışında her türlü toplantı ve gösteriyi, dayanışma için kurumların ve kişilerin Urfa’ya girişini yasaklıyor. Jandarma fabrika önünde bekleyen işçilere gaz sıkıyor, işçileri ve sendika yöneticilerini darp ediyor, yerlerde sürükleyerek gözaltına alıyor.

Urfa’da makine çarkları işçi teriyle, dahası birçok kez de iş cinayetleriyle işçi kanı öğüterek dönerken anayasal ve yasal bir hak olan sendika, işçilere yasaklanıyor. İşçilerin Hak-İş’e bağlı Öz İplik-İş’ten istifa edip Birtek-Sen’e üye olması karşısında şehrin egemenleri ayağa kalkıyor ve kol kola girerek işçileri ezmenin yolunu arıyor. Valisi, jandarma ve polisiyle DEVLET; sermaye sahibi sınıfla ilişkilerini dolaysız olarak ortaya koyuyor.

CAMİ AVLUSU, SÖMÜRÜ AYGITININ BİR EKLENTİSİ OLUVERDİ

İnançlı işçilerin çalışırken gidip abdest aldıkları, namaz kıldıkları cami de işçilere kapatıldı. Direnişin ilk günlerinde camiye gidiş gelişler serbestken, sonra burası da patron cephesinin saflarına katılarak işçi karşıtı bir mevzi haline getirildi.

İyilikten, doğruluktan, kul hakkından, haramdan helalden vaaz eden imam, müftülük görevlisi tüm kapıları işçilere kapatabildi. Böylece sadece valinin, yargının, kolluk güçlerinin değil, makam aracı zırhlı Mercedes olan Diyanet kurumunun da sermaye sahibinin hizmetinde olduğu ortaya kondu. İşçiler; kendi ifadeleriyle “Allah’ın evi” olarak tanımladıkları ve her gün inançlarını/ibadetlerini icra ettikleri Cami’nin nasıl işçilere kapatıldığını anlamakta güçlük çektiler. Ancak ÖZAK Tekstil işçilerinin direniş günleri; saflaşmalarıyla da her anı bir ideolojik eğitime dönüşen, derslerle dolu, kadim şehrin sömürü havzasını sarsmaya devam ediyor.

DİN, HUKUK, KOLLUK İKTİDARIN HİZMETİNDE

Bağımsız Birtek-Sen’e üye olan, hakları için yola çıkan işçiler ekonomik talepleri için sendikayı bir olanak olarak görüyor ve patron işbirlikçisi sarı sendikaya karşı tavır alarak yeni bir adım atıyor. Ancak bu adımın tamamına ermesi gerek. Yenilgi işçiler için daha zorlu bir süreç anlamına geliyor ve daha önceki direnişlerde bunun deneyimi yaşandı. Urfa’nın patronları ağız birliğe ediyor ve işçiler kara listeye alınıyor ve liste patronların çekmecesinde yer alıyor.

Dolayısıyla işçilerin direnişi, sadece Özak Tekstil patronuna karşı değil, iki sınıf arasındaki bir mücadele olarak sürüyor. Patron devleti haline gelen Türkiye’de iktidar Urfa’da tüm kurumlarıyla harekete geçmiş olduğuna göre, kazanım için sadece Urfa’daki işçi ve emekçiler değil, her taraftaki işçi ve emekçilerin dayanışması ve mücadelesi zorunludur.

Yaşamak için kol gücünü satmak zorunda olanların, emeğiyle geçinenlerin; patronlarla daha iyi ücret, çalışma şartları, sosyal haklar için mücadele etmeleri, bunun için sendika kurmaları veya kurulmuş sendikalardan birine üye olmaları, sendikaları aracılığıyla toplu sözleşme yapmaları bütün ülkelerin işçilerinin tarihsel mücadelesi ile kazanılmış bir sınıf hakkı.

Türkiye Anayasasının 51. maddesinde de sendika hakkı yazıyor. Hatta AKP, 2010 Anayasa değişikliğini, Anayasadaki tek bir sendikaya üye olma şartını kaldırarak istediği kadar çok sendikaya üye olma özgürlüğü olarak pazarlayabilmişti. Ancak ÖZAK Tekstil işçisinin, patron karşısında mücadeleci bir sendikaya üye olması bile devletin bütün gücüyle fiilen yasaklanmış durumda. Emeğinin hakkı için gerçekten mücadele edecek bir sendika isteyen işçilere karşı, sömürü ve zulüm duvarında bir gedik açılmasını engellemek üzere patron, devlet ve diyanet güçleri sıkı sıkıya birleşmiş durumda. AKP’li yıllarda milli gelirden emeğin aldığı pay ile sermayenin aldığı pay arasındaki makasın giderek açılması, sadece son 6 yılda dahi emeğin payının 6,5 puan gerilemesi dahi sömürü düzenini ve işçi sınıfının durumunun anlaşılmasına yeterli. Sayıca azınlık olan sermaye sahipleri milli gelirin yarısını alırken, milyonlarca ücretli emek sahibi sadece %26 civarında bir pay alıyorsa, bu ancak açlık sınırı altındaki asgari ücretle kölelik koşullarında çalışmakla mümkün olabilir.

SENDİKASIZ, SİGORTASIZ, KAYIT DIŞI KÖLELİK KOŞULLARI DAYATILIYOR

Urfa’da ve bölgede binlerce on binlerce işçiyi kölelik koşullarında, asgari ücretin bile altında, çoğu yerde kayıt dışı, sigortasız ve sendikasız çalıştıran patronlar; kurulu düzenin devamı için iktidarı harekete geçirmekle bir sınıf tutumu deklare etmiş oluyor.

Bir tek işyerinde bile işçilerin en doğal hakları olan sendikaya üye olmalarından, haklarını patronun iki dudağı arasına bırakmamalarından, kendi hakları için özne olmalarından emsal teşkil edeceği için korkuyorlar. Levis gibi ünlü firmalara, büyük markalara mal üreten ve on yıllardır işçilerin sırtından zenginleşen, varlıklarına varlık katan patronlar “sendika olacaksa o da bizim istediğimiz sendika olacak” diyor. Dünün dinsel motifli “Anadolu kaplanları” MÜSİAD’da örgütlü sermaye sahiplerinin, AKP İktidarının arka bahçesi haline gelen, işçi sınıfı içinde iktidarın bir kolu olarak çalışan sendikalar da bu direniş karşısında patron ve iktidar cephesinde yer alıyor.

BAŞÖRTÜLÜ İŞÇİ KADINLAR

Her ağızlarını açtıklarında, başörtüsü zulmünden, dinden imandan söz eden patronlar ve onların arkasındaki siyasal İslamcı iktidar; hak arayan başörtülü işçi kadınların Jandarma şiddetiyle yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmasında beis görmüyor. Başörtülü kadın işçi, aynı dinden ağzı dualı patronundan hakkını isteyince, haddini aşmış oluyor. Kadın işçiler ailelerine şikayet ediliyor, mobbingle susturulmak isteniyor. Sorun işçi hakkı olunca, patron da siyasi iktidar da din kardeşliğinden de “başörtülü bacı”nın uğradığı zulüm karşısında duygudaşlık kurmaktan da derhal vazgeçebiliyor. Ancak, “Bazen bir hafta boyunca aralıksız çalışıyorduk, güneşi görmüyorduk” sözleriyle kölelik düzenini tarif eden, “Direniş ile insan olduğumuzu hatırladık” diyen kadın işçilerin direnişten vazgeçmeye niyeti yok.

NELER OLDU? İŞÇİLER NEDEN VE NASIL DİRENİYOR

Kısa bir hatırlatma yapacak olursak; önce BİRTEK-SEN’e üye olduğu için işçi işten atıldı, ardından bir bölüm işçi atılan arkadaşları işe alınsın ve sendika tanınsın diye iş bıraktı. İki fabrikada 1250 işçi çalıştıran patron, hem 21 yıllık siyasi iktidarı hem yerel iktidarı çok iyi tanıdığından, teşvikler aldığından, şehrin iktidar aparatlarıyla iç içe olduğundan, işçileri kapı dışarı ettiğini açıklarken oldukça rahattı. Ne olacaktı ki zaten Urfa sömürü ve kölelik koşulları bakımından onlara cennetti… İşçileri kapı dışarı ederken iktidara, onun hukuksuzluğuna, jandarmaya, polise ve dahası sonuçta iktidarın dümen suyunda olan müftülüğe güveniyordu. Ancak işçiler hep birlikte direnişe geçti, her saldırıda yeni işçiler direnişe katıldı ve oyun bozuldu.

Önce BİRTEK-SEN başkanı Mehmet Türkmen, iki sendika üyesiyle birlikte gözaltına alındı, büyük bir tepki çıktı ortaya ve işçilerin direnci daha da arttı. Valilik gösteri yasağı ilan etti. Patron, sendika üyesi işçilerin yerine kaçak işçi çalıştırıyordu. Bunu protesto eden işçilere jandarma gaz sıkarak saldırdı ve 21 işçi darp edilerek gözaltına alındı. Bu kez, içerde bulunan işçiler de dışarıda bekleyen sendika üyesi işçilere katılarak direnişi büyüttü. Her inançtan kadın ve erkek işçiler patron ve devletin işten çıkarma, gözaltı tehditlerine rağmen direnmekten vazgeçmiyor.

DAHA BÜYÜK BİR DAYANIŞMA GEREK

Dayanışma işçi sınıfı ve bütün ezilenlerin mücadelesinin ayrılmaz bir parçası. Özak Tekstil’in üretim yaptığı Levis mağazalarının olduğu dünyanın çeşitli ülkeleri ve Türkiye’de protestolar, dayanışma eylemleri yapılıyor. Emekten yana hukukçular işçilerin uğradığı hukuksuzluklara karşı yanlarında duruyor. Emekten yana siyasi partiler, milletvekilleri de işçilere destek veriyor.

Ve Özak Tekstil işçileri kendi dilleriyle, kendi hikayelerini tüm topluma anlatmaya kararlılar. Tıpkı 1996 Antep Ünaldı direnişine katılan işçilerin hikayeleri gibi …

Anlatılan hikaye, aynı zamanda bütün Türkiye işçi sınıfının hikayesidir. Onlarca yerde süren direnişlerin destanıdır. Bu hikaye, dayanışma ve birlikte mücadeleyle, hakları için harekete geçen başka işçilerin hafızasına aktarılarak büyüyecek ve kazanılacak.

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version