Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İslâm’da Örtünme (3)

İslâm’da Örtünme (3)


YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM

Önceki yazıda başörtüsünü emreden âyet-i kerimenin hükmünü ele almıştık. Bu yazıda ise konunun daha iyi anlaşılabilmesi adına Kur’ân ve Sünnet’in genel anlamda örtünmeyle ilgili diğer hükümlerini değerlendireceğiz. Zira başörtüsü tesettürün (örtünmenin) bir parçasıdır. Tesettür anlaşılmayınca başörtüsü de tam olarak anlaşılamaz.

Şu âyet-i kerimede elbisenin Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir ihsan ve nimeti olduğuna işaret edilir ve onun hikmeti açıklanır: يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ “Ey Adem’in evlatları! Bakın size edep yerlerinizi örteceğiniz giysi, süsleneceğiniz elbise indirdik. Fakat unutmayın ki en güzel elbise, takva elbisesidir. İşte bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Olur ki insanlar düşünür de ders alırlar.” (A’raf sûresi, 7/26)

 

Âyette ilk olarak Cenab-ı Hakk’ın ademoğulları için elbise inzal ettiği (indirdiği) ifade ediliyor. Buradaki “inzal” fiiline verilen ilk anlam yaratmadır. Buna göre Allah’ın elbise yapımına uygun olan pamuk, yün, keten, ipek gibi farklı maddeler yarattığı ve bunları insanlığın istifadesine sunduğu ifade edilmiş olur. İnzal fiiline verilen diğer anlam ilhamdır. Yani Cenab-ı Hak elbise yapımında kullanılacak maddeleri yaratmakla kalmamış, bunlardan nasıl istifade edileceğinin yolunu, yöntemini de insanoğluna ilham etmiş, öğretmiş veya insanı bu konuda bir kısım beceri ve yeteneklerle donatmıştır. Bu iki mananın yanında inzal fiili, elbisenin büyük bir ilahî lütuf ve nimet olduğuna, canlılar içinde sadece insana has bir rızık kılındığına ve aynı zamanda onda insanlar için büyük faydalar bulunduğuna da işaret eder.

Âyet-i kerimenin devamında bu faydalar zikredilmiştir. “Ey Adem’in evlatları, size bir elbise indirdik” buyrulduktan sonra elbisenin sıfatı olarak يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ “edep/avret yerlerinizi örten” vasfı gelmiştir. Bununla hem avret yerlerini örttüğü için elbise methedilmiş ve avret yerlerini örtmesi elbisenin en temel özelliği olarak zikredilmiş hem de giyilen elbisenin bu özelliği taşıması gerektiğine işaret edilmiştir. Burada kadın-erkek ayrımı yapılmaz. Zira örtünmek kadınlar için gerekli olduğu gibi erkekler için de gereklidir.

Özellikle âyetin siyakına dikkat edilecek olursa örtünmenin, fıtratın bir gereği olduğuna işaret ettiği görülür. Zira önceki âyet-i kerimelerde şeytanın Hz. Âdem ve Havva’yı aldatması üzerine onların avret yerlerinin açık olduğunun farkına vardıkları ve bunun üzerine hemen Cennet yapraklarıyla avret yerlerini örttükleri ifade edilmiştir. (el-A’raf, 7/22) Cenab-ı Hak da fıtratın bu isteğine bir cevap olarak insanoğluna elbiseyi ihsan etmiştir.

Âyetin devamında وَرِيشًا lafzıyla elbisenin aynı zamanda bir süs ve güzellik vesilesi olduğuna dikkat çekilir. “Rîş” sözlük anlamı itibarıyla kuş tüyü demektir. Dolayısıyla burada bir istiare vardır. Yani nasıl ki tüyler kuş için bir elbise ve onu güzelleştiren bir süs ise elbise de insan için böyledir. Farklı âyet-i kerimelerde üzerinde durulduğu üzere Kur’ân güzellik ve estetiği ihmal etmez, yaratılan bir kısım nimetlerin bu yönüne de dikkat çeker. Resûl-i Ekrem’in (s.a.s) yeni bir elbise giyen kimseye yapmasını tavsiye ettiği şu dua da elbisenin bu iki yönüne dikkat çeker: الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي كَسَانِي مَا أُوَارِي بِهِ عَوْرَتِي وَأَتَجَمَّلُ بِهِ فِي حَيَاتِي “Kendisiyle avretimi örttüğüm ve hayatımda kendisiyle güzelleştiğim bu elbiseyi bana giydiren Allah’a hamd olsun.” (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 6/95)

Âyet-i kerime örtünmek ve süslenmek için kullanılan elbiselerin yanında üçüncü olarak لِبَاسُ التَّقْوَىَ lafzıyla takva elbisesinden de bahseder ve bunun daha hayırlı olduğunu vurgular. Takva elbisesi, daha çok “takva hissi” olarak yorumlanmış ve elbisenin ancak takva ile asıl anlamını bulacağı, asıl fonksiyonunu eda edeceği ifade edilmiştir. Elmalılı’nın bu âyete dair yaptığı şu izah bunu ifade eder: “Takva hissi veya takva hissi ile giyim, yani haya hissi ve Allah haşyeti ile giyilen ve Allah’ın izniyle insanı maddî manevî ayıptan, fenalıktan, zarar ve tehlikeden koruyacak olan takva elbisesi yok mu bu mutlak bir hayırdır, tam bir faydadır. Elbise nimetinden istifade asıl bununladır.” (Hak Dini Kur’an Dili, 4/76)

Burada elbise ile takva arasında kurulan ilişkiden hem örtünmenin asıl maksadının takva olduğu, elbisenin insanı her tür günahtan, iffetsizlikten, ayıptan, çirkinlikten, töhmetten koruyacağı; hem de takvanın örtünmeyi netice vereceği anlaşılıyor.

Âyetin devamında Yüce Allah, يَا بَنِي آدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ “Ey Ademoğulları, sakın şeytan sizi aldatmasın, fitneye düşürmesin.” ifadesiyle şeytanın fitne ve tuzağı konusunda önemli bir ikazda bulunur. Sonrasında da şeytanın Hz. Âdem ve Havva’yı aldatarak avret yerlerini kendilerine göstermek için onların elbiselerini çıkarttığını zikreder. Hz. Âdem kıssasının keyfiyetiyle ilgili yapılan yorumları bir kenara bırakacak olursak, bu âyetin bize verdiği ders, şeytanın çıplaklığa teşvik etmesi ve bu konuda insanı aldatmak için elinden geleni yapmasıdır. Allah örtünmeyi emrederken, örtünün insanın maddî ve manevî süsü olduğunu beyan ederken, şeytan ise açılıp saçılmayı emrediyor.

Kur’ân’da tesettürü emreden diğer bir âyet-i kerime şudur: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاء الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’min kadınlara söyle: Ev dışına çıktıkları zaman dış elbiselerini (cilbablarını) üzerlerine salıversinler. Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır. Allah gafurdur, rahimdir.” (el-Ahzâb, 33/59)

Nûr sûresinin 31. âyeti başörtüsü hükmünü getirdiği gibi “hicab âyeti” veya “cilbâb âyeti” olarak bilinen bu âyet-i kerime de evden dışarı çıkan kadınların nasıl giyineceklerini hükme bağlar. Âyetin doğrudan peygambere hitapla “Eşlerine, kızlarına ve mü’min kadınlara bildir ki” şeklinde başlaması cilbab’ın (dış elbisesinin) farz olduğunu gösterir. Nitekim Ümmü Seleme Validemiz, bu âyet nazil olduktan sonra Ensar kadınlarının siyah çarşaflara büründüklerini nakleder. (Ebû Dâvud, libâs 32) Hz. Ümmü Seleme’nin burada vurguladığı husus elbisenin rengi veya türü değildir; bilakis hanım sahabilerin vakit fevt etmeden âyetin hükmünü hemen tatbik ettikleridir.

Aynı şekilde bir kadın Allah Resûlü’ne (s.a.s) gelerek cilbabı olmayan bir kadının bayram namazını kılmak üzere namazgâha çıkmasında bir beis olup olmadığını sorduğunda şu cevabı almıştır: لِتُلْبِسْهَا صَاحِبَتُهَا مِنْ جِلْبَابِهَا وَلْتَشْهَد الْخَيْرَ وَدَعْوَةَ الْمُسْلِمِينَ “Arkadaşı kendi cilbablarından birini ona giydirsin, böylelikle o da hayırlı bir mecliste ve Müslümanların duasında hazır bulunsun.” (Buhârî, ı’deyn 20)

Şu hadis-i şerif de âyetin hükmünü teyit ve tasdik eder: “Evinden hariç bir yerde elbisesini (siyâb) çıkaran kadın, Allah Teâlâ ile kendi arasındaki perdeyi yırtmış olur.” (Ebu Dâvud, hammâm 1)

İslâm gelmeden önce Arap kadınları düzgün örtünmezlerdi. Bu yüzden de zaman zaman fasık/ahlâksız adamlar tarafından sataşmalara, uygunsuz davranışlara maruz kalır ve hâllerinden şikâyet ederlerdi. Âyetin bu tür taciz ve sarkıntılık olaylarından ötürü Allah Resûlü’ne arz edilen şikâyetler üzerine indiği rivayetlerde yer alır.

Âyette geçen cilbabın ne anlama geldiği anlaşılırsa kadınların nasıl örtünmeleri gerektiği de anlaşılmış olur. Âsım Efendi cilbâbı şöyle tarif eder: “Kadınlara mahsus bir çeşit geniş elbiseye denir ki çarşaftan küçük olur. Üstlük dedikleridir. Bir görüşe göre çarşafa denir ki Arabistan’da kadınlar onu cellabiye olarak tabir ederler. Bu diyarlarda ferace onun bedelidir.” (Kâmusu’l-Muhit Tercümesi, 1/321) İmam Begavî ve İbn Kesir gibi birçok müfessir cilbab’ı, kadının başörtüsü ve gömleği üzerine giydiği izar ve rida olarak isimlendirilen bir tür dış elbise olarak açıklamıştır. Kurtubî, cilbab’la ilgili yapılan tanımlamaları naklettikten sonra en doğru görüş olarak onun, bütün bedeni örten bir elbise olduğunu söylemiştir.

Cilbabla ilgili daha başka tanımlar da yapılmıştır. İlgili açıklamalara bakıldığında cilbabın, kadının ev içinde veya mahremleri yanında giydiği elbiseden farklı olduğu, kadının avret yerlerini örten geniş ve bol elbiseler için kullanıldığı anlaşılıyor. Âyet-i kerimeye göre bu öyle bir elbisedir ki hem kadını vakar ve iffetiyle tanıtacak hem de onu şehvet dolu bakışlara, sözlü saldırılara ve fiilî tacizlere maruz kalmaktan koruyacaktır. Cilbabın somut ve sabit bir şekli ve türü yoktur; o, kültürden kültüre farklılık gösterebilir.

Müfessirlerin önemle üzerinde durduğu gibi âyetteki örtünme emrini yerine getirmek ancak bedeni vasfetmeyen, yani onun özellik ve niteliklerini ortaya çıkarmayan bir elbise giymekle mümkün olacaktır. Bu da elbisenin vücut hatlarını belli edecek ölçüde dar ve cildi gösterecek ölçüde şeffaf olmamasına bağlıdır. Bir kısım hadis-i şeriflerde bu husus üzerinde durulur. Mesela Allah Resûlü “kâsiyetun âriyât” yani “giyinmiş çıplaklar” olarak isimlendirdiği kadınlar hakkında ağır tehditlerde bulunmuştur. (Müslim, cennet 53, libas 125) Giyinik çıplaklarla teni gösterecek kadar ince, vücut hatlarını belli edecek kadar dar veya avret yerlerini örtmeyecek kadar kısa elbise giyen kadınların kastedildiği ifade edilmiştir. Bedenin özelliklerini vasfeden örtüler yok hükmünde sayılmış; giydiği elbiseyle kadına ait güzellikleri teşhir etmeye devam eden kimseler hadiste “çıplak” olarak isimlendirilmiştir.

Aynı şekilde Allah Resûlü (s.a.s) Üsame b. Zeyd’e bir elbise hediye etmiş, onun da bu elbiseyi eşine giydirdiğini öğrenince şu uyarıyı yapmıştır: “Bu elbisenin altına bir şey giysin. Çünkü ben onun şeffaf olup içini göstermesinden endişe ediyorum.” (Ebû Dâvud, libâs 64) Bunların yanında Allah Resûlü (s.a.s) erkeklerin izarlarını (alta giyilen elbise) kısa, kadınların ise uzun tutmalarını istemiştir. (Ebû Dâvud, libâs 40; Tirmizi, tahâre 109) Hafsa bint-i Abdurrahman başında saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsüyle Hz. Âişe’nin yanına girdiğinde o da Hafsa’nın başından örtüsünü almış, ikiye katlayarak kalınlaştırmıştır. (İmam Mâlik, el-Muvatta, Libas 4)

Burada şu hususa dikkat çekmekte fayda var: Kur’ân’ın başörtüsü ve tesettürü emrettiği âyetlerde kadınlara hitaben dört defa ziynetlerini açığa vurmamaları, teşhir etmemeleri emredilir. Ziynet, insanın hoşuna giden, ona süslü görünen, onu kendine çeken güzelliklerdir. Mesela bir âyet-i kerimede kadınların, oğulların, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşün, güzel cins atların, davarların ve ekinlerin insan için tezyin edildiği (ziynet kılındığı) ifade edilir. (Âl-i İmrân sûresi, 3/14) Tezyinden maksat, bunların insana cazip gelmesi, güzel görünmesi, onun hoşuna gitmesidir. Bu yüzden insan bu tür dünyalıkları elde etmeye karşı şiddetli bir arzu ve istek duyar. İşte Kur’ân, “ziynetlerini teşhir etmesinler” buyurarak kadınlara genel anlamda kendilerini alımlı, çalımlı ve güzel göstermemelerini, gösterip dikkatleri üzerlerine çekmemelerini emreder. Demek ki örtünün asıl maksadı ve fonksiyonu da kadınların ziynetlerini (bedenlerini, süslerini, güzelliklerini) yabancı nazarlardan gizlemektir, yani giyilen elbiseler ve giyim şekli bu amacı gerçekleştirecek özellikte olmalıdır.

Son olarak Ahzâb sûresinde Ezvcâc-ı Tahirat’a hitaben söylenen, وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْأُولَى “Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın.” âyetini ele alalım. (el-Ahzâb, 33/33) Müfessirlerin de ifade ettiği üzere buradaki hitap her ne kadar doğrudan Peygamber hanımlarına yönelse de diğer mü’min kadınların da onlara iktida ederek bu emre uymaları gerekir. Hatta diğer kadınların öncelikli olarak bu emre muhatap oldukları söylenmiştir. Burada “teberrüc” yasaklanır. Aynı yasak Nûr sûresinin 60. âyetinde de yer alır.

Âyet-i kerime Peygamber hanımlarının ve onların zımnında bütün mü’min kadınların ilk cahiliye dönemi kadınları gibi teberrüc yapmamalarını emrediyor. Müfessirlerin teberrüc’e verdikleri manalar şunlardır: Kadının bedeninden gizlemesi gereken yerlerini bilerek teşhir etmesi, dikkat çekmek için kırıtarak ve çalımla yürümesi, erkekler arasında dolaşması, başörtüsünü boyun ve gerdanlık bölgesi açık kalacak şekilde başına koyması, erkeklere cilve yapması (tegannüc), süslenip kokular sürünerek evden çıkması, ziynetlerini kocası dışındaki erkeklere göstermesi. Teberrüc kelimesi etrafında yapılan izahlardan da anlaşılacağı üzere burada kadınların açılıp saçılmamaları, dişilikleriyle ön plana çıkmamaları, süs ve güzelliklerini yabancı erkeklere göstermemeleri emredilir. Dolayısıyla teberrüc, tesettürün tam zıddıdır.

Kur’ân-ı Kerim, daha önce zikrettiğimiz âyetlerde tesettürü (örtünmeyi) emrettiği gibi burada da onun zıddı olan teberrüc’ü yasaklamış ve bunun cahiliyeden kalma bir âdet olduğunu bildirmiştir. Esasen -detaya ait farklılıklar bir yana- genel anlamda örtünme önceki şeriatlarla birlikte kadim kültür ve medeniyetlerde de yer alan bir uygulama olduğu gibi, teberrüc kavramı içine giren davranışlar da çoğu kültür ve medeniyette ayıp görülmüş ve genel ahlakî normlara aykırı sayılmıştır.

Bir sonraki yazıda İslâm’ın niçin örtünmeyi emrettiğini izah edecek, örtünme emrinin altında yatan hikmetleri ele alacağız.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version