Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hocaefendi’nin perspektifi | İslam’ın canlılığı ve durağanlık arasındaki çatışma

Hocaefendi’nin perspektifi | İslam’ın canlılığı ve durağanlık arasındaki çatışma


AHMET KURUCAN | YORUM 

Hocaefendi ile alakalı, ‘Hatırdan Satıra II (1988-2000 Türkiye)’ hatıralarımı yazdığım kitap üzerinde son çalışmalarımı yapıyorum. Bir taraftan yazım, bir taraftan edit ve bir taraftan da eş zamanlı okumalar içinde söz konusu yıllar arasında tuttuğum notları okuyorum. 6 Şubat 1988 tarihinde şöyle bir şey demiş Hocaefendi: “Ben 15 sene önce anlattığım şeylerden şimdi vazgeçtim. Bugün kürsüye çıksam öyle anlatmam.” 

Bu iki cümleden anlaşılan anlatım üslubu. Ama vermiş olduğu misal hayır, anlatım üslubunun yanında fikri muhtevaya da işaret ediyor. Mesela diyor: “Küre-i arzın şekli.”

Küre-i arz dünya demek. Literal bir anlayışla meseleye bakarsak 1988’den 15 yıl önce sene 1973 eder. 1973’de konu ile alakalı neler dedi Hocaefendi bilmiyorum. İhtimal tefsir kitaplarından okuduğu bazı pasajları aktarmış olabilir. Oralarda devrin ilmi bilgilerine bağlı olarak söylenegelen yeni şeyleri söylemiş olabilir. Ya da fenni tefsir dediğimiz tefsir kitaplarındaki bazı yorumlarla 1973 şartlarında konu ile alakalı okumuş olduğu ilmi kitapların mukayesesini yapmış olabilir. Veya en başta ifade ettiğim anlatım tekniği, tarzı, üslubu adına farklı bir modelini kastetmiş olabilir. Hangisi doğru bilmiyorum. Sadece tahmin yürütüyorum.

Bu tahmini yürütmemde rol oynayan ana unsur konuşmasının devamında söylediği şu cümle: “Şu sizin hüveycât’ınızın söylediklerine çok değil 30 sene sonra gelenler gülecek.”

Bilmeyenler için söyleyeyim, hüveycât, hoca kelimesinin ism-i tasgiri. ‘Hocacık’ demek. Tevazu ifadesidir bu.

30 sene sonra gelenlerin gülecek dediği şey ne? Diyelim ki devrin bilgi düzeyi içinde anlattığı şeyler, yapageldiği yorumlar. Hepsi mi? Elbette hayır. Neden? Çünkü zaman bunu yalanlıyor. 1966’dan beri hemen her konuşması bantlara kaydedilen, sonra matbaa mürekkebi ile buluşan bu insanın 50-60 yıl önce söylediklerinin büyük çoğunluğu hâlâ canlılığını ve geçerliliğini koruyor. Hâlâ bizim düşünce dünyamızı şekillendirmeye, yol haritası olmaya devam ediyor. Bu da demektir ki zamanını aşkın nice tespitlere imza atmıştır Hocaefendi. 

El-hak öyledir.

Yukarıda eş zamanlı okumalar dedim; yaptığım bu okumalar içinde “İslam düşüncesinin ana karakteristiği” başlıklı makalesine de baktım. Aşağıda aktaracağım şu cümlelere dikkatlerinizi çekerim: “Oysaki İslâm, daha ilk günden itibaren topyekün insanlığa yepyeni ve eşsiz bir hayat nizamı sunuyordu. Bu nizam, geçmişte bir benzeri olmadığı gibi, gelecekte de benzersizliğin remzi gibi görünüyordu; bir kere o, ortaya koyduğu esaslarla, insanoğlunun hayatını yeni baştan düzenliyor; dünya ve dünya ötesi âlemlere, fiziğe ve metafiziğe yeni yorumlar getiriyor; insan, kâinat ve Allah münasebetlerini fenomenlerin husûsiyetleri açısından, çok farklı şekilde yeni baştan düzenliyor ve ilâhiyat içindeki çelişkilere de son veriyordu. Onun getirdiği değerler, hayat ve memat bağlantılarıyla, insanlığın bütün beklentilerine en tatminkâr cevaplar veriyor ve muhataplarının kalblerinde-kafalarında aklî, mantıkî, fikrî, hissî hiçbir boşluk bırakmıyordu. O, her yönüyle tam dinamikti; yaşandıkça inkişaf ve inbisat ediyor…” devam edecek ve cümleyi onun kaleminden tamamlayacağım.

Ama önce buraya kadar okuduğunuz satırlara yeniden dönmenizi rica edeceğim. Enfes beyanlar. İslam’ın asr-ı saadet nitelemesine has yaşandığı zaman dilimini adeta gözler önüne seriyor. Azıcık İslam tarihi bilgisi olanlar, bu cami ve muhit satırlarda anlatılan gerçekleri hadise hadise zihninde canlandırıp kendini Mekke-Medine sokaklarında Hz. Peygamberin huzurunda sahabe-i kiramla birlikte diz dize otururken bulabilir.

Pekala devamında ne diyor? “…ve karşısına çıkan hiçbir probleme “yarın gel” demiyordu; ferdî, ailevî, içtimaî, iktisadî, siyasî ve kültürel hayatın en dar koridorlarına kadar giriyor, “yaşam”ın bütün ünitelerinde, içinde bulunduğu çağın sesiyle, soluğuyla dolaşıyor ve her birimde en muhkem realitelerden daha muhkem olarak kendini hissettiriyordu.”

Peygamber Efendimiz’in (sas) hayatta olduğu, sema ile arzın karşılıklı iletişim içinde emir, yasak ve tavsiyelerini an be an vahy yoluyla bildirdiği bir zaman dilimi için bu tespitler çok doğru. Gündelik hayat içinde hiçbir problem çözümsüz kalmıyor, çözüm adına ertelemelere gidilmiyor, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tabiriyle, “Bugün git yarın gel demiyordu” İslam. Efendimiz’in (sas) vefatını takip eden 4-5 asır içinde de asrı saadet ölçüsünde olmasa da fikri canlılık devam ediyor ve müminler karşı karşıya kalmış oldukları yeni problemlere yine vahyin ışığı altında çözümler üretiyor ve o problemlere çözüm arayışında iken “Bugün git yarın gel!” demiyordu. Sadece bir takım fikri ihtilaflar oluyor, çözüm adına farklı öneriler gündeme geliyordu ki bu da işin tabiatının ayrılmaz bir parçasıydı.

Ya sonra? Ya günümüzde?

İşte problem burada. Maalesef kaydıyla ifade edelim; maalesef sonraki gelen Müslümanlar -ki biz de buna dahiliz- aynı cevvaliyeti, aynı canlılığı, aynı duyarlılığı tavanından tabanına gösterebilmiş değiliz. “Bugün git yarın gel değil, “Bugün git beş yıl sonra, beş asır sonra gel!” diyoruz ve geldiği zaman da biraz daha zaman istiyoruz. 

Haklı değil miyim? 

Evet bugün itibariyle İslam dünyasının hâl-i pür melâlinin altında yatan ana sebeplerden biri de hiç şüphesiz budur.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version