Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Erdoğan rejimi, akademi ve akademisyenler

Erdoğan rejimi, akademi ve akademisyenler


PROF. DR. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Erdoğan Türkiye dışındaki akademisyenleri Türkiye’ye davet ediyor. Oysa Akademik Özgürlük Endeksi sıralamasında Türkiye serbest düşüşte! Düşüş özellikle 2016’dan sonra ayyuka çıktı. Bunun nedenlerini hepiniz az çok tahmin ediyorsunuz. Demokrasi, hukuk, özgürlükler ve insan haklarına ilişkin tüm sıralamalarda Türkiye en dipte. Aynı şekilde ekonomik göstergelere ilişkin bütün verilerde de Türkiye listelerin sonunda. Özgür ve müreffeh bir ülke olmayan Türkiye, dışarıya en çok göç veren ülkelerden biri haline geldi. Ülkeden özellikle eğitimli ve kalifikasyonu olan genç insanlar çıkmaya çalışıyor.

Yanı sıra, 2016’dan sonra meydana gelen siyasi depremi müteakip, devletin hukuksuzca takibata aldığı gruplar ülkeyi terk ediyor. Bir diğer gösterge de yabancı sermayenin ve yerli sermayenin Türkiye’den kaçışı! Sermaye kendisini güvende hissetmek ister. Yatırımcılar risk gördükleri ve geleceği okuyamadıkları ortamlara paralarını sokmaz, eğer yatırımları varsa da geri çekerler. Keza, milyoner kaçışı olgusu da benzer eğilimler gösterir. Varlıklı bireyler birikimlerini istikrarsız ve güvensiz ülkelerde tutmak istemez, güvenli limanlara transfer etmek ister. İşte bu bahsettiğim ortam, akademik araştırma ve bilimsel üretim bakımından hem demokrasi/özgürlükler, hem de maddi/ekonomik veriler açısından çok olumsuz bir durumu ortaya koymakta.

Erdoğan akademisyenlere “Türkiye’ye gelin!” diyor. Oysa Türkiye’deki nitelikli akademisyenler de fırsatını bulup Türkiye’den kaçmaya çalışıyor.

Akademisyenlik mesleği ancak özgürlüklerin garanti altına alındığı, insan haklarına uyulan, hukukun yerleştiği, istikrarlı sosyo-ekonomik bir ortamda yapılabilir. Sosyal medya paylaşımları nedeniyle, gazete yazıları veya medyada eleştiri yapmasından ötürü, iktidara değil muhalefete yakın olduğu gerekçesiyle akademisyenlerin – ve diğer düşünsel emek yoğunluklu alanlarda çalışanların ve üretenlerin – takibata uğradığı bir ortamda bilim ve teknoloji üretilemez.

2023 Akademik Özgürlük Endeksi verileri, Türkiye açısından son derece olumsuz bir tabloyu somut biçimde ortaya koyuyor: 179 ülkenin değerlendirildiği bu endekse göre Türkiye 166’ncı sırada. Türkiye’yle aynı grupta Kuzey Kore gibi, Türkmenistan gibi tam otoriter veya totaliter rejimler yer alıyor. Değerlendirmede 0 ile 1 arasında puan alan ülkeler, 1 tam puana ne kadar yakınsa o kadar özgür, 0’a (sıfıra) ne kadar yakınsa o kadar az özgür olarak sınıflandırılıyor. Bu sistemde örneğin 2012’de 0.48 olarak orta sıralarda yer alan Türkiye, 2023 itibarıyla, on yıl kadar bir süre zarfında, adeta serbest düşüşle 0.08’e gerileyerek, en az özgür olan kümeye düştü. Bu grupta Kuzey Kore ve Türkmenistan dışında Ruanda, İran, Çin, Belarus, Eritre, Burma gibi ülkeler var!

Gruba bakar mısınız?

İşte Erdoğan’ın akademisyenleri dönmeye davet ettiği Türkiye böyle bir ülke.

Bu ülkeye akademisyenler neden gelsin?

Tutuklanmaya mı gelsinler? Mobbinge uğramaya mı gelsinler? Yoksulluğa mı gelsinler? Torpile ve kötü yönetime mi gelsinler? Sansüre veya oto-sansüre mi gelsinler? Baskılara, zulme, tehditlere, kanlarında duş almaktan bahseden mafyoz suç liderlerinin siyasilerle birlikte olduğu kleptokrasiye mi gelsinler? Yobazlığa mı gelsinler? Keyfi akademik yükseltme uygulamalarına mı gelsinler? Liyakat değil, torpilin egemen olduğu, fitne-fesat yuvası, toksik üniversitelere mi gelsinler? İlk 500’e girebilen bir tek üniversitenin olmadığı bir akademiye mi gelsinler?

Yoksa 8,000’den fazla akademisyenin bir gecede işinden atıldığı, keyfi, anayasa ve yasalara aykırı KHK’ların Demokles’in kılıcı gibi akademisyenlerin kafasının üzerinde sallandığı bir ortama mı gelsinler? Yoksa bir barış bildirisine imza attığı için hayatları karartılan profesörlerin doğal ve sıradan kabul edildiği bir cehenneme mi gelsinler?

Hangi Türkiye’ye gelecek bu akademisyenler?

Oysa Türkiye hep böyle bir ülke değildi.

Ben, bugün bu satırları yazan ve akademiyi eleştiren bir akademisyenim ama 2006’da 9 aylık kızım ve Türk olmayan eşimle beraber 15 yıl yaşadığım, Alman vatandaşı olduğum ve üniversitesinde çalıştığım Almanya’dan Türkiye’ye, bir üniversitede çalışmak üzere geri döndüm.

2006’daki Türkiye’yi hatırlıyor musunuz?

Avrupa Birliği’ne giriş için müzakerelere başlamış, sivil siyasetin, insan haklarının ve hukuk devletinin geliştiği, hızlı uyum paketlerinin ve demokratikleşme reformlarının yapıldığı bir Türkiye vardı. Bu ülke yabancı sermayeyi, yatırımcıları, firmaları bir mıknatıs gibi çekiyordu. Türkiye’nin gelişim öyküsü bir vaka olarak ders kitaplarında ve derslerde anlatılıyordu. Sanatta, sporda, bilimde, edebiyatta, ekonomide, altyapıda ve üretimde ciddi mesafeler kat edilmişti. Eurovision’u, Nobel Edebiyat Ödülü’nü, küresel spor alanlarında takımsal ve bireysel olarak kazanılan başarıları görüyor, gururlanıyorduk. Kürt sorununu siyasi ve müzakere yöntemiyle çözme yolunda mesafeler kat eden, enerjisini iç karışıklıklarla ve istikrarsızlıkla boşa harcamayan bir ülkenin vatandaşlarıydık.

Bu ortamda ben ve ailem, Türkiye’ye gidip yaşamak konusunda tereddüt yaşamadık. 5,000’e (beş bin!) yakın öğrencim oldu. Birçok güzel anım var. Bu ülkeye katkıda bulunmaktan dolayı gurur duymuştum, mutlu olmuştum.

Dün sosyal medyada Erdoğan’ın davetini eleştiren bir paylaşım yaptım ve kendi Türkiye deneyimimden yola çıkarak genç akademisyenlere benim 2006’da yaptığım hatayı yapmamalarını önerdim. Nedeni basitti: Biz ailece Türkiye’ye güvendik. Ben Alman vatandaşlığımı bırakıp Türk vatandaşlığına geçtim, çünkü Almanya çift vatandaşlığı kabul etmiyordu ve Türkiye’de kamu üniversitelerinde devlet memuru olarak çalışabilmek için Türk vatandaşı olma zorunluluğu vardı. Ben Türk vatandaşlığına geçerek Alman vatandaşlığımı kaybettim ama bunu o zamanlar bir kayıp olarak görmedim. Çünkü, dediğim gibi, Türkiye’ye güvenmiştik, kendi geleceğimi ve çocuklarımın geleceğini Türkiye’ye emanet edebileceğime ikna olmuştum.

9 yıl görev yaptığım kariyerimde, tek bir kez bile soruşturma geçirmedim, disiplin notum 10 üzerinden 10’du. Ülke bana güveniyordu, bölüm başkanı, bölüm başkan yardımcısı, senato üyesi ve fakülte dekanı gibi akademik-idari görevlerde bulundum. Ne bir torpilim, ne bir tanıdığım vardı. Bazılarının sandığının aksine, hiçbir kimsenin (herhangi bir cemaat, parti, kişi vs.) desteğini almadım. Bileğimin hakkıyla yayınlar yaptım, doçent oldum, profesör oldum. Dostum veya tanıdığım, kime sorarlarsa sorsunlar, bunu gayet net olarak teyit ettirebilirler. Alnım ak. Keza, öğrencilerime fedakârca ders verdim, onlara kendi çocuklarıma yapılmasını isteyeceğim şekilde davrandım.

Aynı ülke, beni ailemle beraber 2015 Temmuz’unda bilimsel araştırma yapmak üzere resmi görevlendirmeyle bir yıllığına Kanada’ya yolladı. Güvenlik soruşturmam, savcılık temiz kağıdım, resmi görevlendirmem, vize yazışmaları için aldığım onay belgelerim – her biri şeffaf, her biri kusursuz, arşivimde. Defalarca sosyal medyaya da bu belgeleri koydum.

Buna karşın sürekli bir saldırı altındayım. Kimileri beni eleştirel tutumumdan dolayı aşağılık kompleksine sahip olmakla, burnumu Türkiye’nin işlerine sokmakla, vatana ihanetle suçluyorlar. Sınav sorularını çalmış olmakla falan bile suçluyorlar (oysa bu suçlamanın absürtlüğü bir tarafa, 19 yaşından 34 yaşına kadar, lisans-yüksek lisans ve doktora eğitimlerimi Almanya’da aldım, tüm diplomalarım Alman üniversitelerinden!), beni torpille akademisyen olmuş olmakla suçluyorlar. Hâlbuki atamalar, yükselmeler, unvanlar – her biri gayet şeffaf. İsteyen araştırabilir. Jüriler belli. Oradaki isimler belli. Bu işleri bilenler teyit edebilir. Bu bilgiler açık kaynaklarda mevcut. İsteyen araştırabilir.

Bu korkunç cadı avının benim ve ailem üzerindeki rolünü bir biz biliriz!

Şimdi ben bu yazıyı yazarken, konuyu hem bir uzman, hem de bir mağdur olarak ele alıyorum. Ve gayet net olarak tereddütsüzce diyorum ki; bu Türkiye’de akademisyen barınamaz. Akademik üretim yapılamaz. Bilim ve teknoloji bu tür bir ortamda ancak hayaldir. Dahası, bu Türkiye’de gençlere akademik bir eğitim verilemez.

Dolayısıyla, yukarıdaki rakam doğrudur, gerçeğe tekabül etmektedir. Kuzey Kore ile aynı ligde olmak bir talihsizlik değil. Bu, Türkiye’nin hak ettiği bir konum.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version