Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

NAPOLYON | Bir ‘Arabistanlı Lawrence’ değil tabi; kekremsi bir tat!

NAPOLYON | Bir ‘Arabistanlı Lawrence’ değil tabi; kekremsi bir tat!


M. NEDİM HAZAR | YORUM 

Tarihi film yapmaktan daha zor bir şey varsa o da bir tarihçiyle beraber tarihi bir film izlemektir. Çünkü, karşınızdakinin bir film değil, tarihi belge olduğuna inanarak seyir zevkinizi perişan edebiliyor.

Allah var artık emekli olması gereken Ridley Scott’un Napoleon’u tarihçilere, hele hele Fransız tarihçilere (ne tarihçisi tüm Fransızlara) öylesine kozlar veriyor ki, hangi Fransız’a baksan tepesinden duman çıkıyor.

Bir kere ilk ve en büyük eleştiri filmin diline. Koskoca Napolyon Bonapart’ın Amerikan aksanıyla İngilizce konuşmasına anlam veremiyor tarihçiler ve Fransızlar.  Üstelik daha ilk sahnesinde karşımızda bir sanat eserinden ziyade tarihi belge varmış gibi tartışmalara sebebiyet verecek tarihle ters düşme vartaları başlıyor.

Aslında çok da görkemli olmayan bir sahneyi büyütmek için Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’nin giyotinle başının kesildiği sahne ile açılıyor film. Gelin görün ki, o anda en az yüzlerce kilometre uzaklıkta çarpışmada olduğu tarihi belgelerle bilinen Napolyon’u bu idama şahit gösteriyor Ridley Scott. Tam siz yanınızdakine, “Olur böyle şeyler bu bir kurmaca.” filan derken, 20 yaşında olması gereken Napolyon’un nasıl bu kadar karta kaçmış görüntüsünün olabileceği defansıyla karşılaşıyorsunuz. Bu da yetmiyor, Mısır seferinde doğrudan piramitleri hedef alması artık ipi koparıyor.

Komedi filmlerinde başarısızlık insana acı verir. Olmamış bir komedi filmine gülmeyi bırakıp acımaya ve hatta yönetmen, senarist ve oyunculara üzülmeye bile başlayabilirsiniz. Tarihi filmlerdeki olmamışlık ise mizaha sebebiyet veriyor. Bir süre sonra eleştirel gözle bakmayı bırakıp kahkaha atmaya başlıyorsunuz. Bu sebeple Ridley Scott’un Napolyon’unda var olduğu zannedilen mizah, doğal ve bilinçli bir mizah değil hamlık ve çiğlikten gelen bir durum.

Kusura bakmayın filme kafadan girişmiş olduk. Hemen klasik film analizi modumuza dönelim.

Filmin hikayesi tarihsel bir karakter olduğu için, Fransız olmasına gerek olmadan hemen herkesin bildiği bir öyküyü aktarıyor sinemaya Gladyatör’ün şu an 85 yaşındaki yönetmeni. Hani mesele derd-i maişet filan değil, sanat böyle işte bulaştınız mı, ölene kadar kurtulamıyorsunuz sanırım. Evinde bahçe sulayıp kazandığı paraları ezmesini beklediğimiz ak sakallı dede gibi yerinde oturamıyor Scott, The Last Duel’de yerin dibine geçirilen kendisi değilmiş gibi (Kendisine bu film ile ilgili yapılan ağır eleştirilere, bir ilkokul öğretmeni gibi “oturun oturduğunuz yerde” diyerek cevap vermişti, ayrı bu filme 67 puan veren Metascore eleştirmenlerine de teessüflerimizi iletelim) bugüne kadar nice yönetmenin karizmasını yerle bir etmiş bir karaktere el atıyor bu sefer. Yalnız elimizi vicdanımıza koyalım, bu kekremsi yemekte senarist David Scarpa’nın da epey emeği var. Hani beylik klişe “Kötü senaryodan iyi film çıkmaz.” söylemi var ya onu bizzat uygulamalı gösteriyor üstatlar!

Biz yine de film bağlamında hikayeye bakalım isterseniz.

Ridley Scott’ın 2023 yapımı Napoleon filmi, Joaquin Phoenix’in canlandırdığı Fransız lider Napoleon Bonaparte’ın iktidara yükselişi ve Vanessa Kirby’nin oynadığı İmparatoriçe Joséphine ile olan ilişkisine odaklanan epik bir tarihi drama. Film, genç (!) bir ordu subayı olarak Fransız Devrimi sırasında Marie Antoinette’in idamını izleyen Napoleon’un Fransız İmparatoru oluşuna kadar yükselişini takip ediyor. Yönetmen Scott, özellikle Napoleon’un Joséphine ile çalkantılı evliliğini ve karmaşık kişisel yaşamını, detaylı savaş sahneleriyle ve Napoleon’un karakterinin farklı yönlerini göstererek anlatıyor.

Napoleon ve Joséphine’nin çocuk sahibi olamamaları, daha sonraki hayatlarında önemli bir rol oynuyor. Film, Napoleon’un Mısır’daki zaferleri ve Avusturya ve Rus güçlerini mağlup ettiği Austerlitz Savaşı gibi askeri kampanyalarını da kapsıyor. Ancak, film, onun acımasız taktiklerini ve nihai çöküşünü, özellikle Rusya’ya yaptığı felaket seferi ve Waterloo Savaşı’nı, Saint Helena’ya sürgününe kadar olan süreci göstermekten çekinmiyor.

Napoleon (yani filmimiz), savaş sahneleri (Aksiyon sahneleri yönetmenini tebrik etmek gerekiyor) ve başrol oyuncularının performansları, özellikle Phoenix’in Napoleon’u canlandırmasıyla “eh işte” dedirtecek cinsten.

Ve fakat, tarihsel yanlışlıklar ve ille de süre bağlamında filme karşı hoşgörülü olmamız mümkün değil. Daha fenası Apple vizyona soktuğu 2 saat 38 dakikalık versiyonun “kısa versiyon” olduğunu açıkladı, platformda filmin 4 saatlik yönetmen kurgusu gösterilecekmiş ki, Allah Apple izleyicilerine kolaylıklar versin.

Belirttiğimiz gibi Fransız eleştirmenler özellikle sert karşıladılar filmi “tembel, amaçsız ve sıkıcı” olarak nitelendirdiler ve dahası var; anti-Fransız ve İngiliz yanlısı bir önyargı ile yapıldığını yazıp çizdiler. Film, Napoleon’un askeri olmayan başarıları ve daha entelektüel çabalarını göz ardı ederek, onu esas zaafları olan, uçkuruna düşkün bir askeri lider (sanki yalanmış gibi) olarak tasvir etmesini yerden yere vurdular. Hala da devam ediyorlar bunu yapmaya.

Filme girişmeye devam edeceğiz ama, hakkını teslim etmemiz gereken yönler var.

Elbette ki başta oyunculuklar. Her ne kadar bir cast hatası olarak kabul edilse bile (20 yaşındaki genci 48 yaşında birine oynatmak da neyin nesidir ya hu?) Joaquin Phoenix, Napoleon Bonaparte’ın karizmasını ve acımasızlığını canlandırarak güçlü bir performans sergiliyor. Özellikle savaş sahnelerindeki ses, görsel efektler ve kareografiler “eh işte” denilecek cinsten. Ancak Scott’un daha önce Gladyatör’ün kalabalık sahnelerinde de engel olamadığı külrengi renk paleti burada da gerçekliği zedeliyor.

Film, muhteşem bir askeri deha, berbat bir siyasetçi ve basit bir karakter olan ünlü Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart’ı Joaquin Phoenix’in canlandırdığı (hakkını teslim edelim) ilgi çekici ve alışılmadık bir biçimde sunuyor. Film, tarihi bir epik ile yarı absürd unsurların karışımını içeriyor, bu da ayırt edici bir sinematik deneyim sunuyor.

Söylediğimiz gibi daha ilk sahneden itibaren Scott, tarihle ilgili yaklaşımını belirleyen emareler gösteriyor. Ve açıkçası bu yarı absürd anlatım, ciddi ve komik unsurları iç içe geçirerek devam ediyor. Scott’un tarihsel doğruluğu betimleme konusundaki değişken tutumu, döneme özgü kostüm ve set tasarımlarına dikkat etmekten, anlatı için tarihsel gerçeklerden önemli sapmalara kadar uzanıyor. Bu seçimler, özellikle tarihsel doğruluk konusunda hassas olan izleyiciler arasında (mesela Fransızlar gibi!) kutuplaşmaya neden olabiliyor.

Joaquin Phoenix’in Napolyon rolü, filmin etkisinde merkezi bir yere sahip. Yaş farkına rağmen Phoenix, karaktere derinlik katıyor. Napolyon’u hem manik hem de tuhaf bir şekilde canlandırıyor. Phoenix’in performansı, Napolyon’u daha insanileştiriyor, askeri dehasına odaklanmaktan ziyade kadınlarla olan beceriksiz etkileşimlerine ve kişilik tuhaflıklarına dikkat çekiyor. Film, ayrıca Napolyon’un Josephine ile karmaşık ilişkisine özel bir önem veriyor. Josephine’i canlandıran Vanessa Kirby’nin Phoenix’ten önemli ölçüde daha genç olması, bu ilişkinin anlatımında karmaşıklık oluşturuyor. Mesela Josephine’nin en belirgin özelliği olan şeker kamışı yemekten tamamen çürümüş olan dişlerinin yerine inci mercan 32 diş görüyoruz. Oysa tarihçiler de çok iyi biliyor ki, Josephine diş utancından dolayı ağzını bile doğru dürüst açmaz imiş!

Görsel olarak “Napoleon”, Scott’ın büyük ölçekli savaş sahnelerini ve Bonapart’ın hayatının görkemini sergilemedeki becerisini vurgulayan, gösteriş dolu bir epik aksiyon gösterisi diyebiliriz..

Buna rağmen Napolyon ciddi anlamda sorunlar da içeriyor. Evet etkileyici sahne tasarımları ve zaman zaman görülen sinsi mizah içermesine rağmen, bıktırıcı süresi ve bazen rahatsız edici stil karışımı nedeniyle tam potansiyeline ulaşamayıp yolda kalıyor. En önemlisi ise, tarihi karakterler ve olaylara yaklaşımı ve mizah ile dramın karışımı ile dimağda buruk ve kekremsi bir tat bırakıyor.

Haydi biraz daha derine inelim…

Bir tarihçi dostumun da ifade ettiği gibi, filmdeki hataları belgelemek için başlı başına bir film yapılabilir. Ridley Scott’un soğuk karşılanan ve hatta kimilerince nefret uyandıran yeni biyografik filmi Napoleon’da, iki boyutlu bir karakter olarak canlandırılan Joaquin Phoenix’in, “Beni ve duygularımı nasıl bu kadar az önemseyebilirsin?” diye saçma bir şekilde soruyor mesela. Bu tuhaf gerçekten tuhaf ötesi sahnede Napoleon, ilk eşi ve en büyük aşkı Joséphine’e “Benim dünyanın en büyük insanı olduğumu söyle” diye zorluyor ve cevap olarak “üzgünüm”ü alıyor. Aslında üzgün olan Napolyon, Josephine bildiğini yapmaya devam ediyor. Hadi tarihte böyle bir kayıt yok diyelim, senarist David Scarpa da böyle saçma bir sahne yazdı, bu kadar uzun bir çekimin ne manası olabilir ki?

Evet malum olduğu üzere kötü senaryo yazımı bugün Hollywood’da yaygın bir durum, ancak Scott’ın epik denemesi aynı zamanda kötü bir tarih üzerine kurulu ve çok nadiren bu rotadan sapıyor. .

Ve film ilerledikçe keşke diyorsunuz, sadece bu sahne olsaydı yüzümüzü buruşturan, ancak daha gördüklerimiz hiçbir şey değil!

Phoenix’in Napolyon tasviri, Marlon Brando, Rod Steiger, Armand Assante ve Ian Holm’un aralarında bulunduğu diğerlerinin Napolyon’a getirdiği abartılı oyunculukların aksine daha da inandırıcı, bunu teslim edelim. Ancak, 24 yaşındaki Toulon kuşatmasındaki kahraman Napolyon, St. Helena’daki günlerini sonlandıran 51 yaşındaki yıpranmış Napolyon’dan ayırt edilemiyor be kardeşim!

Bittabi 49 yaşındaki Phoenix, daha çok sonrakine yakın.

Scott’un İngiliz bir yönetmen olarak Fransız bir konuyu tasvir etmesinin tartışmaya yol açması kaçınılmazdı elbette, hele de Napolyon’u Hitler ve Stalin’le karşılaştırdığı bir röportajın ardından.

Galiba bu sebeple Fransız eleştirmenler tarihsel hataları ya anlamama ya da kasıtlı saygısızlık işareti olarak ele aldılar. Fransa’nın film endüstrisi Scott’a meydan okuyacak nitelikte bir biyografik film üretebilseydi, argümanları daha fazla ağırlık taşıyacaktı.

Toparlayalım; Ridley Scott’ın filminin sinema versiyonu, Joaquin Phoenix’in Fransız imparatoru ve Vanessa Kirby’nin neredeyse gözükmeyen Josephine olarak rol aldığı bir film olarak sinema tarihinde yerini almış oldu.

Belirttiğimiz gibi dört saatlik yönetmen versiyonunun, 158 dakikalık sinema  kesimi versiyonundan sonra ve Apple TV+’da yayınlanacak. Tarihçiler şimdi bu 4 saatlik versiyona göz dikmiş durumdalar, eğer burada işler daha da kötüye giderse vay yaşlı yönetmenin haline!

Biraz önce övdüğümüz savaş sahnelerinin aslında boş beleş lakırdılarla dolu kadın erkek diyaloğu sahnelerinin yerine uzatılması filmi daha yukarıları taşıyacağı kesindir. Ve yine belirttiğimiz üzere özel efekt konusunda filmin neredeyse Gladyatör düzeyinde kalmış olması ise oldukça şaşırtıcı.

Sonuçta, tarihi umursamadığınız, dramatik sonucun tatminkarlığına takılmadığınız zaman Napolyon, lisede batı uygarlığı dersinizin bir ödevi haline geliyor.

Yazıyı burada bitirirken usta yönetmen Stanley Kubrick’in Napolyon hakkında bir senaryosu olduğunu ve hatta filmin setlerini filan da hazırladığını ancak çekmeye ömrünün vefa etmediğini hatırlatalım. Bir sonraki yazıda bu proje ile beraber Ridley Scott’un Napolyon’unu incelemeye, özellikle tarihsel gerçeklerle karşılaştırmalı okumaya devam edelim.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version