Balkan TALU
Artı Gerçek – Bu senenin en merakla beklenen filmlerinden biri, Martin Scorsese imzalı ‘Dolunay Katilleri’ydi. Scorsese yine en iyi bildiği işi yapıyor ve tarihle suç dünyasını harmanlıyor. ‘İrlandalı’ (The Irishman) filminde Robert De Niro, Joe Pesci ve Harvey Keitel’den müteşekkil eski “dedeler”i toplayıp üstüne bir de Al Pacino ekleyerek Jimmy Hoffa suikastı üzerine mercek tutmuştu. Bu sefer de iki gözdesi Robert De Niro ile Leonardo Di Caprio’yu bir araya getirerek Osage kabilesi üyelerine yönelik seri cinayetleri konu alıyor.
Aslında film ilk olarak “FBI’ın kuruluşunu anlatıyor” denildiği için kitleleri heyecanlandırdı ama sonra anlaşıldı ki konu, Osage halkının sistematik olarak öldürülmesiy.
Peki kim bu Osage halkı? Neden bu şekilde seri cinayetlere maruz kaldılar?
ORTA NEHİR HALKI OSAGE YERLİLERİ
Osage halkının kökleri MÖ 700’lü yıllara kadar gidiyor. Fransız telaffuzuyla ‘Osage’, ‘sakin sular’ anlamına geliyor. Öte yandan Sioux dil grupları arasında yer alan Dhegian dil grubunda ise Orta Sular (Nehirler) adını taşıyor. 19’unu yüzyılda yaşamış ressam George Catlin ise Osage halkını bölgede yaşayan yeriler arasındaki en uzun boylu halklardan biri olarak tanımlıyor.
İlk yerleşim alanları, Ohio ve Mississippi olarak biliniyor. Daha sonra 17’nci yüzyıldaki Kunduz Savaşları sonrasında İrokua Konfederasyonu Ohio’ya yerleşince, Osage kabilesi de Missouri ve Mississippi ırmaklarının birleştiği noktaya yerleşiyorlar. 19’uncu yüzyılda diğer kabilelerin korktuğu büyük bir bölgesel güç haline geliyorlar. Buna rağmen yine 19’uncu yüzyılda, devlet tarafından yaşadıkları bugünkü Kansas’tan Oklahoma’ya göç etmeye zorlanıyorlar.
CİNAYETLER BAŞLIYOR
1890’lı yıllarda ise şans Osage halkının yüzüne güldü ve yaşadıkları arazide petrol bulundu. Yerli halklara arsa payları dağıtıldığında kolektif olarak maden haklarını kazandıkları için bölgedeki en zengin yerli halk statüsünü kazandılar. Kendilerine ailelerine evler, arabalar aldılar. Çocuklarını yurtdışına okumaya gönderdiler.
Ancak beyaz egemenler bunu kabullenmeyi reddetti. Bu noktada, bugünkü parayla yılda yaklaşık 400 milyon dolarlık bir pastanın paylaşılmasının söz konusu olduğunu hatırlamak iyi olabilir… Bu gelirlere “Kızılderililerin” sahip olması “kabul edilemezdi”… Dolayısıyla ve 1920’de Osageleri tasfiye etmek için bir “korku krallığı” kuruldu (reign of terror); seri cinayetler başladı. Cinayetlerin artması üzerine FBI’ın öncülü olan Soruşturma Bürosu bölgeye ajanlarını gönderdi. Anlatılan da, onların hikayesidir…
Oklahoma’daki korku krallığı 1921 yılından 1926 yılına kadar devam etti. 1918’den 1931’e kadar Osage halkının zenginlerinden 60’dan fazla kişinin öldürüldüğü rapor edildi. Daha sonra yapılan araştırmalarda bu rakamın yüzleri bulmuş olabileceği söyleniyor.
Scorsese de filminin hikayesini, David Grann’ın Dolunay Katilleri: Osage Cinayetleri ve FBI’ın Doğuşu isimli romanından uyarladı (Romanın Türkçesi, İthaki Yayınları tarafından basıldı).
‘BEYAZLAR BİZİ RAHAT BIRAKIR MI?’
Romanın yazarı David Grann, NPR’a verdiği bir söyleşide o dönemki yerli halkların durumunun resmini şöyle çiziyordu:
“Diğer yerlilerin başına gelen Osage halkının da başına geliyor. İlk önce topraklarından sürülüyorlar. 1800’lerde üstelik Thomas Jefferson tarafından büyük bir ulus olarak tanımlanıyorlar ve dostane muamele göreceklerine dair söz veriliyor. Milyonlarca dönümlük toprakta feragat etmek zorunda kaldıktan sonra 1870 yılında tekrar bir anavatan bulmak zorunda kalıyorlar.” Dönemin kabile liderinin daha sonra Oklahoma olacak olan “Kızılderili Diyarı”nı seçmesinin tek sebebi, bir umut beyazlar belki bizi rahat bırakır diye düşünmeleri. Beyazlar onları neden rahat bırakacak? Çünkü, Oklahoma’daki topraklar kayalık ve tarıma elverişli değil.” Gelin görün ki o iş öyle olmuyor. Neden? Çünkü bu sefer de “Kızılderili Diyarı”nda petrol bulunuyor.”
MÜLKÜN LANETİ
Bu noktada yerli halklara dayatılan şeyler muhafaza alanlarından ve kolektif, komünal yaşam tarzlarından feragat edip “mülk sahibi” statüsüne yükseliyorlar. Beyaz yerleşimler arazi sahibi olabilsin diye yerli halklara tapu verilip arazileri sattırılıyor. Bu şekilde Osage halkı ve benzer uluslar, daha önce sahibi oldukları arazilerde maden imtiyazlarından da pay alma hakkına sahip oluyorlar. Beyaz yerleşimcilerin tahammül edemedikleri de bu…
“Kızılderililere” pastadan pay vermek istemiyorlar. Bilakis bütün ekonomik gelire sadece “üstün beyazlar” sahip olsun istiyorlar. 1960’lı yıllarda Afrikalı Amerikalılara sivil hakların tanınmamış olmasının da benzer bir sebebi var. Orta Batı ve Güney bölgesinde yaşayan beyazlar köle işgücünün kendilerine sağladığı refahtan mahrum olmayı hiçbir zaman kabullenemedi.
Şimdi efendim, burada peş peşe spoilerlar dizip film keyfinizi kaçırmak gibi bir derdimiz yok. Zaten Dolunay Katilleri de bir “Katil Kim” filmi değil. Katilin kim olduğu filmin hemen başlarında veriliyor zaten. Martin Scorsese Indiewire’a verdiği röportajda kitapla filmin arasındaki en büyük farkın bu olduğunu vurguluyor ve şöyle devam ediyor: “Çünkü kimin yaptığı önemli değil. Hepsi yaptı.”
Scorsese, FBI’nın kuruluş sürecini de içeren bu 206 dakikalık suç dramasında izleyicisine şu soruyu soruyor:
“Başkalarından faydalanmamıza neden olan, bizi üstün gören insan doğasındaki kusurumuz nedir? Belki de en büyük kusurumuz, kendimizi hem doğadan hem de bizden olmayandan üstün görmemizdir. Belki de bu yüzden de hem kendimizle hem de içinde bulunduğumuz toplum(lar)la yüzleşmekten bu kadar kaçıyoruz. Kapının ardından çıkacak şeylerden ve sonuçlarından acayip korkuyoruz. Çünkü gayet iyi biliyoruz ki, günah bizde. İşte bu yüzden hakikatin ötesine atlamaya çalışıyor, hakikati bilmek istemiyoruz.”
Tam da post truth diye isim takılan şey bu işte… ‘Korku’ demişken, Oğuz Atay meşhur hikâye kitabında sorar ya hani: “Ben buradayım sevgili okuyucum sen neredesin acaba?” Bulutsuzluk Özlemi de güzel şarkılarından birinde cevap verir: “Bilmeyi istemeden ve bilmekten korkarak.” Biz mi? Biz mezarlıkta ıslık çalarak hakikati arıyoruz sadece…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***