Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Dış politika sefaleti – Kırılganlık riski hat safhada 

Dış politika sefaleti – Kırılganlık riski hat safhada 


YORUM | MEHMET EFE ÇAMAN  

Dış politika, bir devletin uluslararası arenadaki stratejik davranışı, karar alma süreçleri ve ulusal çıkarların peşinde koşma gibi karmaşık ve dinamik bir süreçtir.  

Rasyonel devletler dış politika yapımında küresel ilişkilerde bilinçli ve etkili bir şekilde hareket etmeyi önceler ve dış politikalarını oluştururken birçok ölçüte ve esasa göre hareket eder. Çünkü dış politika ciddi bir alandır. Tıpkı ekonomi gibi, dış politika yönetiminin de nesnel kuralları vardır. Aynı ekonomi yönetimde olduğu gibi eğer dış politika iç siyasi kaygılarla kullanılırsa, bunun bedeli ülkeler için çok ağır olur.  

Türkiye’de özellikle son 10 yıldır dış politika yönetiminde tam bir sefalet hali söz konusu. Analitik yaklaşımlar çoğu zaman es geçiliyor. Güç hesaplamaları ve çıkarlarla güç arasında denge kurma yaklaşımı tamamen terk edilmiş durumda.  

Oysa dış politika, karar alıcıların ve yetkili organların kendi devletleri veya başka devletlerle ve uluslararası politika aksiyon sistemleriyle ilişkilerinde, olaylara bağlı, çıkarlara bağlı ve öğrenme yeteneği olan bir karar davranışıdır. Bu davranış, çıkar algılamalarının ve dayatmalarının en iyi şekilde yerine getirilmesini gerektirir.  

Dış politika kavramı, çıkarların algılanması ve koşullara uygun olarak en rasyonel kararların alınmasını vurgular. Uluslararası politika, merkezi bir karar alma ve zorlayıcı bir hukuk sistemi olmayan, çok katmanlı, polisentrik ve dinamik bir etkileşim sistemidir. Bu sistemin yapısı ve dinamiği, bir arada bulunan ve değişken-bağımlı aksiyon sistemleri arasındaki dış politik etkileşim süreçlerinden ve ilişki sistemlerinden (tek merkezli devletler ve diğer sistem tipleri) oluşur.  

Böyle bir ortamda 1) dış politikayı bir iç politik malzeme olarak kullanmak ve 2) ideolojik motiflerle dış politika yapmak çılgınlıktır.  

Dış politik kararlar alınırken elbette bu kararların sonuçlarının iç siyasete etkisi olacaktır. Ancak bu, kararlar alınırken bu sonuçlara göre karar alınmasını gerektirmez. Sonuçlar hesaplanır, ancak dış politika davranışının tek belirleyicisi olamaz. Özellikle, salt iç siyasette kısa vadeli yarar elde etmek için bir devlet dış politik riskler almamalıdır.  

Dış politika kararlarının uzun süreli etkileri olacağından, sadece iç siyasette günü kurtarmak, oy devşirmek, safları sıklaştırmak, gücü konsolide etmek gibi ucuz beklentilerle dış politika kararları almak devletlere ve toplumlara çok ciddi dezavantajlar, problemler ve hatta yıkımlar getirebilir.  

Aynı şekilde, uluslararası olaylara ideolojik lenslerin ardından bakmak ve nesnelliği bir kenara itmek de ciddi sonuçları olan irrasyonel ve hatalı yaklaşımlardır. Uluslararası politika, başta devletler olmak üzere, aktörlerin çıkarlarına göre hareket ettikleri bir alandır. Bu alanda insani karakteristik özelliklere göre, diğer bir ifadeyle duygusal hareket etmek olumsuz sonuçları beraberinde getirir.  

Ideolojik yaklaşımın esasını genellikle seküler veya dini ideolojiler oluşturuyor. İdeoloji, bir toplumsal, siyasal, ekonomik veya kültürel sistem temelini oluşturan inançlar, değerler, fikirler ve doktrinler bütününe atıfta bulunur. Bunu yaparken, bireylere ve toplumlara dünya üzerindeki olayları anlama, algılarını şekillendirme ve eylemlerini yönlendirme çerçevesini sağlayan kapsamlı ve bütünleşik bir düşünce sistemi sunar ve öznel bir bakış geliştirir. Genellikle bu ideolojik bakış, olan durumu olduğu gibi anlamaya engel oluşturur, gerçeklerden kopuk, kendi iç evrenine göre olayları yorumlayan ve objektiflikten uzak bir algı yaratır.  

Dış politika yapımında hem iç siyasi kullanım, hem de ideolojik bakış en çok kaçınılması gereken yaklaşımlardır. İkisi de başarılı bir dış politikayı sabote eder.  

Eğer biraz daha detaylandıracak olursak, ideolojiye dayalı dış politika kararları, esneklik eksikliğine ve katılığa yol açabilir. İdeolojiler genellikle sabit prensipler ve inançlar içerir, bu da değişen jeopolitik manzaralara veya ortaya çıkan küresel sorunlara uyum sağlamayı zorlaştırabilir. Yalnızca ideolojiye odaklanmak, devletin pratik ve gerçekçi ihtiyaçlarını karşılamada başarısız olabilir. Bu durum, uluslararası ilişkilerin ve devletin ulusal çıkarlarının gerçek karmaşıklıklarından kopuk politikalara neden olabilir.

İdeolojiye ağırlık vermek, pragmatik ve gerçekçi düşünceleri göz ardı edebilir. Uluslararası ilişkilerde, pragmatik ve gerçekçi yaklaşımlar genellikle pratik hedeflere ulaşmak ve etkili diplomatik ilişkiler sürdürmek için önemlidir. İdeolojiye dayalı dış politikalar, farklı ideolojilere sahip diğer devletlerle gerginlik ve çatışmaya neden olabilir. Bu, diplomatik çabaları, işbirliğini ve uluslararası sahnede ortak çıkarların peşinden koşmayı engelleyebilir. İdeolojiye aşırı bağımlılık, devletin potansiyel müttefiklerinden veya ortaklardan ideolojik farklar nedeniyle uzaklaşmasına yol açabilir. Bu bir nevi izolasyonculuk, işbirliği ve karşılıklı fayda fırsatlarını sınırlayabilir.  

Dahası, kriz anlarında, ideolojiye sıkı sıkıya bağlı kalmak, devletin etkili bir şekilde yanıt verme yeteneğini engelleyebilir. Kriz durumları genellikle pragmatik, esnek ve hızlı kararlar gerektirir, ki bu da ideolojik bir yaklaşım nedeniyle sekteye uğrar.  

Türkiye’nin son yıllardaki dış politikası iki ideolojiden besleniyor: İslamcılık ve Avrasyacılık. İkisi de izolasyoncu ve Batı düşmanı olan bu ideolojiler, karar alıcılara Türkiye’nin ulusal çıkarlarını dikkate almak şöyle dursun, olan durumdan değil, olması gereken durumdan hareketle dış politika kararları aldırıyorlar. Söz konusu olan, ayakları yere basmayan, gerçeklerden kopuk, kafalarındaki imgeleri, idealleri ve rüyaları esas alan bir dış politika davranışı.  

Bir tarafta İslamcı/Neo-Osmanlıcı/Sünnici refleksler, diğer tarafta Batı karşıtlığı üzerine inşa edilmiş bir Rusyacı-Avrasyacı düşünce evreni, realist ekolden gelen Türk dış politikasını tamamıyla rafa kaldırdı ve kurumsallaşmış dış politikayı komple iptal etti.  

Bu anlayış, Türkiye’yi Suriye bataklığına çekti, milyonlarca mültecinin Türkiye’ye kalıcı olarak girmesine neden oldu. Türkiye bu bataklıkta İslamcı/cihatçı birçok radikal grupla birlikte hareket etmeye başladı. Giderek de facto NATO ve Batı yönelimli dış politika davranışını terk etti. Türkiye’yi yöneten ekip, Suriye ve Ortadoğu’nun diğer ülkelerinde ortaya çıkan cihatçı, bu süreçte Sunni grupları potansiyel müttefikler olarak algılamaya başladı. Bu tehlikeli cihatçılara “bizim çocuklar” olarak bakan bir yaklaşım Türkiye dışişlerine egemen oldu. Dışişleri bürokrasisi maalesef bu durumu kabullendi.  

Diğer taraftan, S-400 krizinde görüldüğü üzere, NATO-ABD yönelimini sabote etmek için gayet irrasyonel biçimde Rusya güdümüne girildi. Türkiye üretici ortak olduğu F-35 konsorsiyumundan kovuldu. Hatta bu savaş uçaklarını satın alamayacak bir konuma geriledi. Buna mukabil, 1980’lerin teknolojisi olan F-16 savaş uçaklarını satın alabilmek için yalvar yakar oldu.  

Bugün Türkiye bu dış politika sefaletinde daha dip bir noktaya gerilemiş bulunuyor. Türkiye hararetle HAMAS savunuculuğu yapıyor. Bırakın NATO müttefiklerini, tüm Arap ve İslam coğrafyasında Katar ve İran hariç bu pozisyonu benimseyen ülke yok. Hatta Katar ve İran bile HAMAS lider kadrosuna pasaport verecek kadar ileri gitmedi.  

Dahası, Türkiye’de tarihinde hiç görülmemiş bir Batı düşmanlığı toplumsal genetiğe etki eder biçimde tırmandırıldı. Dış politika, bu sosyolojiyi “gaza getirmek” ve bundan iç siyasette yarar elde etmek üzerine kuruldu. Ülkenin dünyada ve bölgesinde hiçbir ağırlığı kalmadı. Yumuşak gücün tamamı eridi gitti. Ve tabi ciddi bir güvenlik zaafiyeti oluştu.  

Kırılganlık riskinin hat safhada olduğu, seri hatalarla ve artan zafiyetlerle dolu bu sefil dış politika, mevcut ekonomik çöküşün yanında ülkenin geleceği için en ciddi tehdittir.   

 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version