Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Tayyip Erdoğan’a verilen görev bu muydu?

Tayyip Erdoğan’a verilen görev bu muydu?


YORUM | MAHMUT AKPINAR

Perşembe günü Oxford Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Hizmet, Eğitim ve Radikalleşmezlik’ Paneline katıldık. Programda Hizmet Hareketi’nin öğreti ve pratiğinin radikalleşme ve şiddete karşı panzehir oluşturduğu üzerinde duruldu.

2016 sonrası 323 bin kişinin tutuklandığı, yüzbinlerce insanın hapse atıldığı ve ağır zulme, aşağılamaya maruz bırakıldığı halde en küçük bir şiddete bulaşmamasına dikkat çekildi. Radikalleşme teorilerinin rağmına milyonların şiddete yönelmemesinin sebepleri tartışıldı. Dr. Kamil Yılmaz, ‘Hizmet insanlarının radikalleşme teorilerinde sayılan siyasi zulüm, esaret, işkence, sosyal baskı ve zoraki göç gibi radikalleşme faktörlerinin hepsini yaşadığı halde radikalleşmemesinin mevcut teorilerle açıklanamayacağını’ kaydetti. Dr. Yılmaz ve Dr. Recep Doğan, Oxford akademisyenlerinden Prof. Dr. Paul Weller’in danışmanlığında yaptıkları ve iki yılı aşkındır sürdürdükleri hacimli akademik çalışmanın tanıtımını yaptılar.

Panele ‘Hizmet İslam’ı Özkaynaklarına Dönerek Radikalleşmeden Kurtarıyor,’ başlıklı sunumuyla katılan Haham Dr. Yakov Nagen, ‘Allah adına şiddete başvuranların dinleri gasp ettiklerini’ ifade etti. Haham Nagen’in, ‘Fethullah Gülen Hocaefendi’nin dini reforme ederek değil, dinin öz kaynaklarına, asıllarına dönerek radikalleşmeye bent oluşturduğunu ve bunun takip edilmesi gereken bir rota olduğunu, Hizmet Hareketi’nin geliştirdiği bu modelin taklit edilmesi ve evrenselleştirilmesi gerektiğini’ söylemesi Müslüman aydınların göremediği çok önemli bir tespitti.

Panelin en etkileyici kısmı Pakistan’da 1995’te kurulan, 2016 sonrası AKP iktidarının baskısıyla kapatılan Pak-Türk okullarının radikalleşmeye nasıl engel olduğunun online katılan Pakistanlı akademisyenler, veliler ve öğretmenler tarafından anlatılmasıydı.

Pakistan’dan katılan akademisyen Dr. Seema Arif, PakTürk okulları kurulmadan önce Pakistan’da ‘okulculuğun’ radikalleşme aracı olarak kullanıldığını, Hizmet okullarının bunu değiştirdiğini ifade etti. İki çocuğunu Hizmet okullarına emanet etmiş olan araştırmacı gazeteci Dr. Naveed Ahmad, okulların sadece öğrencileri değil anne babaları da eğittini vurguladı.

Pak-Türk okullarına çocuklarını veren, uzun yıllar Pakistan Yüksek Öğretim Konseyi Başkanlığı yapan Farman Ullah Anjum, PakTürk okullarının kapatıldığı dönemde öğretmenlerin sergilediği fedakarlığı ve diğergamlığı anlattı. Sınır dışı edilmeyi veya tutuklanmayı bekleyen Hizmet öğretmenlerinin her gece bir başka adreste kaldıklarını, kendilerine ait hiçbir şeylerinin kalmadığı dönemde bile öğretmenlerin, velilerin getirdiği gıda paketlerini yetimhaneye hediye ettiklerini söyledi.

Pak-Türk Okulları eski Biyoloji öğretmeni Meral Kaçmaz, Hizmet okullarının Pakistan’ın en geri kalmış ve radikalleşme eğilimi yüksek bölgelerinde bile kampüsler açtığını, kız çocuklarının okutulması adına anne babaları ikna için dağ köylerini gezdiklerini anlattı. Erdoğan rejiminin baskısıyla Pakistan polisinin evlerine dayanıp çocukları önünde kendilerine kelepçe takmasını, sonra başlarına çuval geçirilip Türkiye’ye deport edilmelerini ağlayarak dile getirdi. Bu tablo karşısında Pakistan’lı katılımcılar duygulandılar ve Kaçmaz ailesinin Pakistan’da maruz bırakıldıkları durum nedeniyle özür dilediler.

Son 3 asırdır Müslümanlar cehaletle, ihtilafla ve fakirlikle boğuşuyor. Batının Müslüman coğrafyaları kolonileştirmesinden sonra buna tepki olarak Müslümanlar arasında siyasal İslam anlayışı ve onunla bağlantılı radikalleşme, şiddet eğilimi de yükselişe geçti. İslam savaşta bile sivillere dokunulamayacağını, düşmanın ölüsüne bile işkence edilemeyeceğini açıkça ifade etmesine rağmen sözde İslam namına mücadele veren bazı örgütler sivilleri öldürüp, çocukları kaçırıp intihar saldırıları yapmayı ‘cihat’ görebiliyor.

Dünyanın, münhasıran batının insan hakları konularında çifte standart uygulaması ayrı bir yazının konusu. Erdoğan gibi siyasi liderlerin sivilleri öldürmeyi ‘direniş’ olarak görmesi, Hamas benzeri örgütleri açıkça savunması, meşrulaştırması Müslümanları asli kaynaklardan uzaklaşıp radikalleşmeye ve şiddete yönelmeye teşvik ediyor. Maalesef Müslüman coğrafyalarda son yüz yılda siyasal İslamcı akımlar, partiler çok etkililer. Bu kesimler Kur’anın, hadislerin rağmına siyasi yaklaşımları önceleyip Müslümanları radikalizme ittiler.

Türkiye Arap dünyasından, İran coğrafyasından farklı olarak hoşgörüye açık, birlikte yaşama örneklerinin güçlü olduğu, şiddet ve radikal eğilimlerden uzak bir İslam anlayışına sahipti. Bunda, bin yıldan fazla Anadolu ve Balkanlarda etkili olan tasavvuf geleneğinin etkisi büyüktür. Ayrıca siyasal İslama prim vermeyen geleneksel cemaat ve tarikatlar Türkiye’de radikalleşme ve şiddete dayalı İslami yaklaşımlara bariyer oluyordu.

Marijinal bazı gruplar hariç Türkiye Müslümanları, Kemalist rejimin baskıcı ve dışlayıcı laiklik uygulamalarına rağmen radikalleşmemiş, şiddete asla yönelmemişti. Bu yönleriyle Türkiye demokrasi ile İslamın birlikte olabileceğine, Müslümanların başka din, inanç ve görüşten kimselerle çoğulcu ve barış içinde yaşamaya açık olduklarına dair öne çıkan bir örnekti. Ama Erdoğan iktidarı son 10 yılda geleneksel cemaatleri, siyasal İslamla hiç yıldızı barışmamış tarikatları dahi tehditle veya satın alarak iktidarına payanda yaptı. Kamu imkanlarıyla onları yanına çekti, reaksiyoner, radikalleşmeye açık hale getirdi.

Asırlar boyu şiddete hiç bulaşmamış (Nakşi, Kadiri) bazı tarikatların gençleri siyasi ortamın, ayrıştırıcı etkisiyle Ortadoğu’daki cihadist gruplara militan olarak katıldılar. İslamı ve İslamcılığı araçsallaştıran Erdoğan rejimi, sabır-tevekkül-edep örneği, hal ehli sofilerin, tasavvuf erenlerini bile şiddete açık, kan dökmeye hazır, başkasına tahammülü olmayan radikalize olmuş gruplara dönüştürüyor. Yani Türkiye Müslümanları giderek tarihi, sosyolojik kodlarından uzaklaşıyor, tarikatlarıyla, geleneksel dini cemaatleriyle Siyasal İslamcı refleksler kazanıyor. Şiddete ve radikalizme açık hale geliyor. Bakınız: AKP, tarikatları siyasallaştırıp radikalleştiriyor

Türkiyede ve İslam dünyasında hoşgörüyü, diyaloğu yaygınlaştıran, şiddet ve radikalizme bariyer olan, son 40 yılın en yaygın ve etkili dini grubu Hizmet Hareketiydi. Hizmet, Türkiye içinde binlerce kuruma, milyonlarca mensuba ulaştı ama en küçük bir şiddete bulaşmadı, radikal eğilimlere ve siyasal islamcı yaklaşımlara hep mesafeli durdu. Son asırların en önemli ictihatlarından birisi olan Bediüzaman’ın “Maddi kılıç kınına girmiştir. Medenilere galebe ikna iledir, icbar ile değildir.” yaklaşımı gereği Hizmet şiddete, radikal eğilimlere çok net tavır koydu.

Oxford’daki panelde de ifade edildiği üzere gördüğü ağır ve yaygın zulme, ‘terörist’ ilan edilip etiketlenmelerine rağmen Hizmet mensupları kimseye taş bile atmadılar. Hizmet bütün stratejisini cehaletle, fakirlikle ve iftirakla mücadeleye ayırdı. Buna matuf sadece Türkiyede bin 200 okul, binlerce dershane, yurt, kurum açtı, 16 üniversite kurdu. Sadece türkiyede değil geniş coğrafyada fakirlikle ve cehaletle mücadele etti, yatırımlar yaptı. Ama Erdoğan rejimi kendisine biat etmeyen, teslim olmayan bu Hareketi yok etmeye odaklandı.

Türkiye’deki binlerce kurumu kapatması, el koyması, milyonları etiketlemesi, mal varlıklarına çökmesi yetmedi. Hizmet Hareketinin dünyanın çok farklı ülkelerindeki faaliyetlerini de kapatmak için devletin imkanlarıyla kampanyalar baaşlattı. Hizmet Afrika’nın ve Asya’nın pek çok ülkesine okullar, üniversiteler açmış, sosyal, ekonomik yatırımlar yapmıştı. Erdoğan rejimi Dışişleri’nin imkanlarını seferber edip, siyasetçileri, bürokratları satın alıp buralardaki okulları da kapatmayı kendisine vazife edindi. Oysa bu kurumlar ve çalışmalar hem cehaletin, fakirliğin azalmasına büyük katkı sağlıyor hem de Türkiye ile bu ülkeler arasında köprüler kuruyordu.

Hizmet dünyada radikal İslami eğilimlerin en güçlü olduğu Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde önemli kurumlara ve faaliyetlere sahipti. İç savaş devam ederken bile öğretmenler Afganistan’dan ayrılmadılar. Oralardaki kız ve erkek okullarından onbinlerce mezun çıktı ve bunlardan Harward, Oxford gibi dünyanın en yiyi üniversitelerine gidenler oldu. Keza yukarıda bahsedildiği gibi kardeş ülke Pakistan’da 20 yıldan fazla önemli işlere imza attı. Ama Erdoğan fakirliğin, yoksulluğun, radikalizmin kol gezdiği ülkelerdeki kurumları kapatmak, öğretmenleri cezalandırmak için büyük bir tutkuyla uğraştı ve pek çoğunu kapattırdı.

Silaha şiddete bulaşmış gruplara Türkiye kapılarını açan, onlara imkanlar hazırlayan, Türkiye’den bu gruplara destek gönderen, tasavvuf ekollerini bile şiddete bulaştıran Erdoğan, aynı zaman diliminde hiç şiddete bulaşmamış Hizmet’i yok etmeye çalışırken neyi amaçlıyor? Israrla şiddete açık, teröre eğilimli Müslümanları teşvik edip desteklerken, neden şiddetten uzak, barış içinde eğitim faaliyeti yürütenleri ‘terörist’ ilan edip imhaya çalışıyor? Taliban’ın bile dokunmadığı Afganistan’daki okulları siyasi baskı ile kapattırmak hangi aklın, hangi motivasyonun gereğidir?

Tayyip Erdoğan, son 10 yılda İslam dünyasının en hoşgörülü, demokrasiyle bağdaşabilecek, dünyaya İslam adına ümit vadeden ülkesi Türkiye’yi siyasal İslam’ın üssü haline getirdi. Devleti yeryüzündeki bütün radikal grupların destekçisi yaptı. Geleneksel cemaatlerin, tarikatların bile genetik dokusunu bozdu, onları siyasallaştırdı, şiddete açık hale getirdi. İslam dünyasında hoşgörü ve diyalog diyen, eğitime yatırım yapan bir hareketi, kesimi en önemli hedef haline getirdi. Bu hareketi Türkiye’de yok etmeye, dünyada etkisizleştirmeye odaklandı. Bunları bir kinin, nefretin sonucu yapsa Türkiye’de zarar vermekle yetinirdi. Ama o Türkiye ve Müslümanlar için en yararlı projeleri bile hedef alıp yıkmayı, yok etmeyi tercih etti.

Malum bir videosunda Erdoğan “Ben BOP eş başkanıyım.” diyor. Başka bir videosunda ise “Komuta merkezim bana ‘Papaz elbisesi giy’ derse giyerim.” diyordu. Kimse de “Senin komuta merkezin neresidir, kimdir?” diye sormadı.

22 yıllık Erdoğan iktidarına baktığımızda ilk iki dönem güven oluşturma, sonraki yıllar gücü şahsında toplayıp tek adam haline gelme ve projeyi icra etme dönemi olarak görülüyor. Kaç defa tökezledi, suçüstü yakalandı, kaybetmek üzereydi ama her defasında bir el imdadına yetişip tekrar ayağa kaldırdı. Misyonu bitmediği için kendisine ek zaman verdiler sanrım. Eğer BOP eş başkanı olarak bir hedef, görev verildi ise bu görev hala tamamlanmış değil.

Belki de sırada Ortadoğu’nun daha küçük parçalara bölünmesi var. Muhtemelen Türkiyenin de..

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version