Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

 Savaşın ilk kurbanı gerçeklerdir

 Savaşın ilk kurbanı gerçeklerdir


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

“Savaşın ilk kurbanı kimdir?” diye sorulsa, sanırım en doğru yanıt, ölen masumlardan ve savaşçılardan, yıkılan binalardan ve yok edilen kentlerden önce, “gerçekler” olurdu.

Birden çok tarafın kıyasıya birbirini öldürdüğü, sistemli öldürme eyleminin meşru kabul edildiği, belki de insan doğasının en çirkin yüzü olan savaşlarda mücadele alanlarından biri de gerçeği domine etmek, insanların gerçeklik algısını kontrol altına almak. Her savaşın iki tarafı var ve bu otomatikman iki farklı gerçeğin – gerçek algısının – birbirine paralel olarak var olması durumunu ortaya çıkarıyor.

Savaşın dışındaki ülkelerin kamuoyları bu dezenformasyon, manipülasyon ve propagandaya maruz kalıyor. Yaşananların sağlıklı bir değerlendirmesini yapabilmek için öncelikle nesnel bilgiye ihtiyaç duyarız. Aynı olay hakkında birbirinden farklı bilgiler varken neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamamız zor olur. Özellikle medya, basın ve akademi gibi, mesleği bilgiyle doğrudan alakalı olan branşlarda, savaş ortamından çıkan “bilgilere” karşı mutlaka sabırlı ve titiz bir değerlendirme süzgecini sürekli aktif tutmak gerekir.

İnsan olduğunuz için hepimizin belli değerleri, inançları, doğru-yanlış skalaları var. Dolayısıyla önyargılarımız, bizim insan olmaktan kaynaklanan, sosyalizasyon süreçlerimizin doğrudan etkide bulunduğu özelliklerimiz arasında. İçine doğduğumuz, yetiştiğimiz, hayatımızı devam ettirdiğimiz toplumumuz, bizi toplumun geniş kesimlerince kabul ve onay gören inanç, bilgi, değer, kanaat, bakış açısı gibi özelliklerle donatıyor. Dolayısıyla özellikle sıfır toplamlı bir gerçeklik ortamında, bize akan bilgilerin arasında karar verirken bu öznel süzgeçler, filtreler, gözlükler belirleyici rol oynuyor.

Yine de gerçekler tektir. Birbiriyle çelişkili birkaç gerçek olamaz. Diğer taraftan, gerçekler bazen uzun araştırmalarla, titiz bir “arkeoloji” sonucunda, yapbozun parçalarının sabırla bir araya getirilmesiyle, yani bir rekonstrüksiyonla ortaya çıkar.

Oysa insanlar sabırsızdır. Yaşanan olaylara anlık tepkiler vermek ister. Bir olay olduktan hemen sonra, o olaya karşı pozisyonunu belirler. Bu belki de evrimimizle alakalı bir şey. Doğada meydana gelen olaylar karşısında çoğu zaman bekleme şansınız yoktur. Ani bir tepki vermek zorundasınızdır. Geç tepki güvenlik riskidir. İnsan, kendisine saldıran bir vahşi hayvan karşısında durup durum tahlili yapamaz. Veya geceyi geçirdiğiniz yerde bir kurt uluması kamp yerinize yaklaşıyorsa, bu ulumanın bir kurt sürüsünden geldiğini derhal varsaymanız, canınızı kurtarabilir. O ses uluma değil de rüzgarın sesiyse belki alarma geçmeniz gerekmeyebilirdi. Fakat bu riski almak rasyonel olamaz.

Halbuki modern toplumsal ilişkilerde böyle anlık kararlar alma gerekliliği, eski çağlara göre çok daha düşüktür. Yukarıda da işaret ettiğim emare, işaret, bilgi kırıntısı yanında, bilinçli olarak fabrike edilen ve ustalıkla araya serpiştirilen dezenformasyon parçaları, özellikle savaş ve çatışma ortamlarında istisnai durumlar değil.

Hamas saldırıları sonrası patlak veren Ortadoğu krizi, binlerce İsrailli sivilin ölümüne ve yaralanmasına yol açtı. Bu saldırılar, İsrail’in geniş çaplı bir hava bombardımanını tetikledi. Hamas yönetimi altında olan Gazze, İsrail ordusu tarafından günlerdir ağır bir bombardımana tabi tutuluyor. Tıpkı dünyanın başka yerlerinde meydana gelen korkunç savaşlarda ve çatışmalarda olduğu gibi, çok yüksek rakamlarda sivil kayıpları, bu savaşın da bedeli. Rakamların karşılaştırılması etik olmaz. Hiçbir sivil, Yahudi veya Müslüman, seküler veya dindar, Arap veya İbrani, ölümü hak etmez. Nokta! Ideal bir dünyada, bu ölen insanlar kardeşçe bir arada yaşayabilirlerdi. Ölen çocuklar birbirinin arkadaşı olabilirdi. Birbirleriyle spor müsabakaları yapabilir, sinemaya veya tiyatroya gidebilir, aynı okulda okuyabilir, birbirleriyle evlenebilirlerdi. Birbirleriyle komşu veya iş arkadaşı olabilirlerdi. Fakat maalesef Ortadoğu, ideal bir dünya değil. Karşılıklı olarak birbirlerine önyargılarla bakan, birbirlerini belli şablonlara göre algılayan, ideolojik ve teolojik endoktrinasyonun tam gaz gittiği, iyinin değil kötülüğün sürekli alan genişlettiği bir coğrafya. Dolayısıyla Hamas’ın saldırılarından önce de bu ortam vardı, İsrail’in verdiği yanıttan sonra da aynı ortam olacak. Belki de bu nefret ortamı daha da betonlaşacak.

Dün (17 Ekim 2023) Gazze’den gelen çok kötü bir haberle sarsıldık. Bölgedeki hastanelerden birinde meydana gelen büyük bir patlama, yüzlerce masum sivilin ölümüne yol açtı. Haber kanalları, Hamas kontrolündeki Gazze Sağlık Bakanlığı’ndan aldıkları bilgi doğrultusunda, hastanenin İsrail tarafından yapılan bir hava saldırısı sonucu yerle bir edildiğini, 500 civarında insanın öldüğünü duyurdu. İsrail otoriteleri, başlangıçta birkaç görevlinin çelişkili açıklamalarına karşın, saldırının İsrail tarafından yapılmadığını, Filistin İslami Cihad terör örgütü veya Hamas terör örgütü tarafından İsrail’e yapılmakta olan bir roket saldırısı esnasında, ateşlenen roketlerden birinin hastaneyi vurduğunu açıkladı. Başlangıçta İsrail’in hastaneyi vurduğu haberi geçen küresel medya kuruluşları, ifadelerini göreceli hale getirdiler. İki taraf vardı, ikisi de birbirini suçluyordu.

Şimdi sorulması gereken soru, dünya kamuoyunun tutumunun ne olması gerektiğidir. Bu çatışmayı İsrail ve Gazze dışında izleyen insanlar, çatışmanın parçası değiller. Savaşı izliyoruz. Bir aksiyon filmi gibi, şiddet sahnelerinin yer aldığı grafik videolar sosyal medyada önümüze düşüp duruyor. İnsanlar acı çekiyor, çocuklar ve bebekler ölüyor, hamileler içme suyu bulamıyor. Hastaneler bombalanıyor! Tüm bu ağır duygusal ortamda, herkes gibi ben de ve sizler de, ne olup bittiğini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bu noktada, yine ideal bir dünyada, aklı başında ve iyi tüm insanların, sivillerin ölmediği, barışın gerçekleştiği bir İsrail-Filistin ilişkilerini tercih edeceğine eminim. Fakat yine vurguluyorum, dünya ideal olmaktan çok uzak. Hele ki Ortadoğu’da.

İsrail ve Hamas kontrolündeki Gazze çatışması basit bir bölgesel veya etnik sürtüşme değil. İsrailliler büyük çoğunlukları itibariyle Yahudiler, Hamas ve Gazze’de onların yönettiği Gazze’liler büyük çoğunlukları itibariyle Müslümanlar. Dünyada bu çatışmayı izleyen insanlar, eğer Yudeo-Hristiyan veya Müslüman bir aidiyete/kökene sahiplerse, bu çatışmaya oldukça yüklü bir bagajla yaklaşacaklardır. Nitekim olan budur. Batı dünyası ve İslam dünyası olarak iki kampa ayrılan, kutuplaşan bir dünyadayız artık. Bu kutuplaşma, El Kaide terör örgütünün 11 Eylül saldırıları sonrası ortaya çıkan ortama benzer, hatta ondan çok daha patolojik ve toksik bir ortam yarattı. 

Müslümanların çok büyük bir çoğunluğu, İsrail’in varlığını tamamıyla sorgulayan, hatta kategorik olarak reddeden bir pozisyona sahip. Nedenlerine bu yazıda girmek istemediğim “Yahudi nefreti” veya en yumuşak ifadeyle “yüksek bir Yahudi önyargısı”, hatta neredeyse en habis seviyede antisemitizm, Müslümanlar arasında oldukça yaygın maalesef. Aynı şekilde, Hamas ve İslami Cihat gibi Filistin kökenli (Mısır ve İran etkili) cihatçı örgütlerin ve ajandasında cihatçılık olan diğer İslami cihatçı örgütlerin dünyadaki Müslüman imajını maalesef büyük ölçüde belirlemelerinden dolayı, Müslümanlar da büyük önyargılarla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. İsrail devleti de bu algının avantajını sonuna kadar kullanıyor. Mülayim ve iyi niyetli Filistinli siviller, bu sisli ortamda dikkate alınmıyor. Bir taraf, diğer tarafından daha iyi değil! Her iki taraf da sahinler tarafından kullanılıyor. Olan masumlara oluyor. İslamcı-cihatçı örgütlerin terörü hem karşı tarafı, hem de kendi halklarını yakmakta.

Dahası bu ortam dünyayı da zehirliyor. İsrail’de yükselen popülist sağ, tıpkı diğer ülkelerdeki benzerleri gibi, mevcut İslam imajı üzerinden kendisine her gün daha fazla yer açıyor, politikalarını sertleştiriyor. İslamcı-cihatçı terör örgütleriyse kendi toplumlarını yoksulluğa, sefalete, radikalliğe, mutsuzluğa itiyor, dünyayı istikrarsızlaştırıyor. İsrail-Hamas savaşında bu özetlemeye çalıştığım durumun en aşırı örneklerini gözlemliyorum.

Gerçekler bu savaşın ilk ve en önemli kurbanı. Hepimiz edindiğimiz gerçeklik kırıntılarını algılarımız doğrultusunda yorumluyoruz. Çoğu zaman, yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi, yorumlarımızda ve tepkilerimizde acele hareket ediyoruz. Özellikle Yudeo-Hristiyan ve Müslüman köklere sahip bireyler, bu dezenformasyon ortamında en kolay tetiklenen insan gruplarını oluşturuyor. Çoğu zaman taraftarlık ruhu, ortak insanlık kimliğini gölgeliyor. Araya mesafe koymak ve bilgi kırıntılarına şüpheyle yaklaşmak isteyenler, acımasızca yargılanıyor, suçlanıyor, linçe uğruyor. Her iki tarafın kurbanlarını eşit görmek, ait olduğunuz grupça acımasızca dışlanmanız sonucunu beraberinde getiriyor. Birçokları taraftar ruhunun güvenli sularına yelken açıyor. Bu ise şiddet sarmalının bitirilmesine hizmet etmiyor, bilakis yangını körüklüyor.

Bu yazının okuyanları mutlu etmeyeceğini biliyorum. Yine de yazıyorum, çünkü ben, yaşamını yitiren sivillerin Yahudi mi yoksa Müslüman mı olduklarına bakmanın yanlış olduğuna inanıyorum. Çok uzun sürebilir, acılı bir süreç olabilir, benim gibi binlerce insan hainlikle, kriptolukla, taraf tutmakla, birilerinin ajanı veya elemanı olmakla suçlanabilir. Zararı yok. Benim pozisyonum belli ve onu birilerinin hoşuna gitmek için değiştirmeyi düşünmüyorum. Yahudilerin de Arapların da o topraklarda barış içinde ve kardeşçe yaşayabilecekleri bir ideal dünyayı özlüyorum. 

Ne kadar ütopik görünürse görünsün, bir gün büyük insanlığın bunu da başaracağından eminim.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version