Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

“ERCİYAS” odağında Betül Dünder


Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı Byung- Chul Han “Palyatif Toplum” adlı eserinde Michel Butor’a ait şu ifadeleri aktarır: “Son on ya da yirmi yıldır edebiyatta hiçbir şey olmuyor. Çok sayıda yeni yayın var ama ruhsal bir duraklama söz konusu. Bunun nedeni iletişimin krizidir. Yeni iletişim araçları hayranlık uyandırıcı ama dehşetli bir gürültü çıkarıyorlar.”

Edebiyatta “hiçbir şey olmuyor” ifadesinin temeline “aynılaşma”yı yerleştiriyor yazar. Biz buna “aynı şeyler oluyor” da diyebiliriz. Ayrıntıların, yol kesen acıların, derin yasların uğramadığı yerde, aynı şeylerin dönenip durması olağandır elbet. Öğretici metinlerde bir yazarın, şairin tutumunu kavrama şiire nazaran daha kolaydır.

Düz yazı konuşur ve açık eder derdini; şiir ise büyük ölçüde saklar, örtmeye yeltenir yaşantıyı. Yaşantının katmanlarından, otobiyografik unsurlar üzerinden daha anlaşılır bilgiler elde ederiz. Otobiyografik ögeler saklanmaz, aksine görünmek, kendini duyurmak ister. Gerçeğin katılığı karşısında ‘geçmiş’e gönderir bizleri. Orada, gürültüden uzak bir bahçe açılır önümüze. Betül Dünder’in son kitabı “Erciyas” tan ‘Mor Kurdela’ adlı şiiri okuyalım. Burada sadece geçilmiş zamanın izlerini ortaya koyan bir çaba yok, Dünder şiirinde baştan beri gizli yahut açık işleyip duran ‘toplumdan yana’ bir tanıklık da görünür kılınıyor:

Erkenden uyandırıyordun beni cunta zamanı az ötede kışlada devrimciler etleri kemiklerinden ayrılırken mektep saç örgülü kızlar bekliyordu bir yandan ve sen saçlarımda deniyordun hayatı

uzun geceleri sıkıyönetimin 82‟ ANAYASası ülkem haki/m yeşilde habire üzülürken Balkan rengi saçlarım ve ben senin ellerinde avunuyorduk

ölü devrimciler ve ölü kızkardeş… -avuntusu yok

neden sadece ben hatırlıyorum şimdi saçımdaki mor kurdelayı

Betül Dünder’in bir önceki kitabının adı “Unutmanın Kısa Tarihi” idi; bu son kitap da odağına “hâfızayı/ hâfıza kaybını” -anne üzerinden derin izlerle- yerleştiriyor. Hareket noktası bakımından şiirimizde daha önce rastladığımız bir durum değil. Geçmişle bugünü, sanki uzakta kaldığı için soyut (geçmiş) olanla somut (şimdi) olanı yoğun imgelerle birleştiren ince bir kitap -koleksiyon bir seriye dahil-: 16 sayfa, numaralandırılmış olarak 72 adet basılmış. Tedirgin edici bir mesafeden ağır ağır silinen hâtıralar eşliğinde, fiziksel olarak yakınında durduğu halde zihinsel olarak bu yakınlığın tam olarak örtüşmediği bir atmosferi merkezine alıyor şiirler. Bir hesaplaşma değil, Dıranas’ın “Ey unutuş! kapat artık pencereni” dediği bir hatırlayış pervazı.

şimdi bir karıncanın bir kırıntıyı bir yere taşıması gibi kan ter içinde ama vazgeçmeden senden düşmüş tüm kırıntıları topluyorum senin yerine hatırlamak için geçtiğim tüm yolları dönüp yeniden yürüyorum” (Annem İçin Erken Ağıt)

Alıntıladığımız şiirin adının ilk sözcüğü, derinde “bellek/hâfıza”dır kuşkusuz. “Anne” üzerinden, öznenin yaşamından da yoğun izler ulaşıyor bizlere. Bir iç ses, mırıldanış gibi değil; bütün bu akıp giden, kendine sarılarak büyüyen gürültünün karşısında bir dış ses. Dil’e, unutmaya, üstü örtülen zamana yine dil aracılığıyla bir başkaldırı. Doğa, çoğunlukla ‘ağaç’ üzerinden vücûd buluyor. Yazdıkları kadar, ‘ne(yin) yazılmaması gerektiğini’; eksiltmenin, gösterilmek isteneni daha da belirginleştirdiğini bilen bir şair Dünder.. Sıradan, sade gündelik olay ve durumların, gösteren ile gösterilen arasında ortaya çıkan uyumsuzluk karşısında yeniden anımsanması. Ve böylece zaman zaman anne ile çocuğun yer değiştirip birbirine bakması yansır bize. Yaşananın katılığı karşısında söyleyiş gittikçe yalınlaşır Erciyas’ta, bir tül perdenin arkasında olanları yansıttığı inceliğe kavuşur. Bu incelik -yalın olanın kendi kuyusunu kazıp bulunduğu yerde derinleştiği- çarpıcı imgelerle karşımıza çıkar:

kimseyi yanımdayken böyle özlemedim ben “ (Kuğular)

Bu şiirde ‘Ohri Gölü’ geçer ve göle inen iki kuğunun incecik boyunlarıyla sarıldıklarını iki bin on üç yılında ben de görür gibi oldum. Gibi mi dedim? Gördüm. Kâğıdın hâfızası daha kalıcıdır insanınkinden. Anne ile kız arasında boğulmuş bir göl değil artık Ohri. Hâtıralar, kâğıt sayesinde dinleyene yeniden hatırlatılır ve kayıt altına alınır unutuş karşısında.

Betül Dünder sadece şiirde değil, şiiri odağına alan düz yazı metinlerde, şiir ve kadın üzerine yaptığı yoğun çalışmalarda da kendini ayrıştırmış, aynılaşmaktan üslûbu ve çalışkanlığıyla uzaklaşmış bir imza. Sadece aramızda olanlara dair değil, göçüp gitmiş insanlar için de nice yazı kaleme almıştır. Yazılarının arka planında dış karşılığı da olan geniş bir okuma atlası vardır. Bizde, Tanzimat sonrası kadın mücadelesini, Cumhuriyet sonrası şiirde kadınların hareket alanını, son çeyrek yüzyılda kamusal alana açılmayla şiirdeki nitelikli kadın nüfusunun çoğalması arasında bağı en anlaşılır biçimde açıklayacak birkaç kalemden biridir Betül Dünder. Grev çadırlarında, sıkıştırılmış, şiddet üreten dar alanlarda, her türlü hak mücadelesinde kendi sloganıyla, avuç içleri dışarıdan görünen örgütçü yürüyüşüyle vardır.

Henüz ilkokul sıralarında başlayan bu okuma, günceli ıskalamadan takip etme alışkanlığını onu yakından -benim gibi- tanıyanlar iyi bilir. Etrafında toplanan, yakın menziline giren şair ve yazarların bugün vardığı noktayı 20 yıl önce gören ve bunu yazılarıyla, soruşturmalarıyla kayıt altına alan biridir. ‘Kadın Şair/ Şair Kadın’ meselesinin altını ciddiyetle doldurup -bugün artık ‘şair kadın’ ifadesini rahatlıkla kullananların da belki unuttuğu- bu adlandırmanın bedelini ödeyen biri.

Bugün Türkân İldeniz, küskünlüğünü bırakıp yeniden şiir ortamımızdaysa bunu büyük ölçüde Betül Dünder’in çalışkanlığına, samimiyetine borçluyuz. Edebiyatta skor için, sonuç için değil; bir hakikati temellendirmek, hak edene hak ettiği ölçüyü taşımak için yoğun bir çaba verdi, veriyor. Doğup büyüdüğü İstanbul’u – sonradan İstanbul’a gelen köy kökenli, yetenekli ve birçoğu kırk yaşından sonra ferah vakitlerde aktivist olmaya karar vermiş arkadaşlara bırakıp Akdeniz’e indi; yanında iki taze kanatla. Yorgun iki kanat daha eklendi bu yerleşik hayata. O kanatlardan birinin (anne) dünyaya, harflere, hatırlamaya karşı yalnızlığını işliyor son kitabı ‘Erciyas’.

Edebiyatla hayat arasında baştan beri sahici bir bağ kurdu Dünder. Bu bağlamda hemen her şeyi -bugün edebiyat ortamında mumla aradığımız- bir ciddiyetle, samimiyetle ve bütün bunların temeline yayılmış bilgi, birikimle yaptı. Pek çok akademisyenin yapmaya cesaret edemeyeceği, söyleyecek sözü olan ve şiirde belirginleşmiş yetmiş dokuz şair kadınla edebiyat sosyolojisine mâl olmuş otuz yedi soru üzerinden şiire dair -bugüne dek görülmemiş- geniş zamanlı bir panorama ortaya koydu. Bütün bunları hiç kimsenin cesaret edemediği bir zamanda yaptı. “Konuşmalar Kitabı”nın on sene sonra genişletilmiş yeni basımında ise (Everest Yayınları tarafından yayımlanacağı duyuruldu.) yüz elliye yakın şair kadının hayatlarını, sözünü bize ulaştırmış olacak Dünder.

Şimdi elimizdeki son kitabı ‘Erciyas’a bakınca kitaptaki boşlukların da şiire ait olduğunu görüyorum. Alzheimer teşhisi öncesi yapılan çalışmalarda (ki kitapta var bu saat) bir annenin çizdiği, zamanı rakamlar üzerinden şaşırmış saate dair şu ürpertici dize için bile ‘Erciyas’ nadide bir betik.

hiçbir kusurlu zaman bu kadar saf olamaz

‘ruhsal duraklama’ geçiyordu yazının girişinde, harfler iyi kavranırsa yanına boşlukları da alıp kalıcı bir tabloya dönüşebilir. Aşağıda, kitabın son şiiri ‘ihtimaller’ gittikçe kısalan, noktalarla döşenmiş yollardan sonra bir dal olarak bulunduğumuz gövdeye (anne) doğrulmuş ağır bir dizeyle biter konuşma çizgisi eşliğinde, derincedir, şöyledir:

beni ne zaman unutacaksın?”

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version