Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Cumhuriyetin yüzüncü yılında Türkiye’nin siyasi partileri-1

Cumhuriyetin yüzüncü yılında Türkiye’nin siyasi partileri-1


YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Türkiye 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin yüzüncü yılını kutlayacak. Bugün Türkiye’nin yaşadığı problemlerin en önemli nedenlerinin başında ise bir türlü gerçek anlamda demokratik bir rejime ulaşılamaması geliyor. 

ATATÜRK’ÜN MİRASINI YİYEN PARTİ: CHP 

Türkiye’de cumhuriyet rejimini Halk Fırkası kurumuş, sonra da isminin başına “cumhuriyet” ekleyerek Cumhuriyet Halk Fırkası olmuştu. CHP, 1923-1946 arasında Türkiye’yi tek parti rejimiyle yönetti. Devlet-parti bütünleşmesi öyle bir noktaya varmıştı ki, 1935-1939 yılları arasında İçişleri Bakanı CHP’nin genel sekreteri yapılmış, valiler de CHP’nin il başkanı olmuştu. 

CHP, “ülkeyi düşman işgalinden kurtaran, yeni devleti kuran” Gazi’nin partisiydi. Gazi Paşa bu parti vasıtasıyla ülkeyi yönetiyor, devrimleri halka benimsetmekte bu partiyi kullanıyor, mecliste sadece CHP temsil ediliyordu. Muhalif olarak ortaya çıkan partilerden, önce Terakkiperver Fırka tasfiye edilmiş; parti kurucuları Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ve arkadaşları idamdan son anda kurtulmuşlardı. 

İkinci muhalefet denemesini Paşa, bizzat kendisi organize etmiş ama parti (Serbest Cumhuriyet Fırkası) halk nezdinde karşılık bulunca kendi kendini feshetmek zorunda kalmıştı. Bundan sonra Atatürk hayatta iken bir daha böyle bir teşebbüs olmamıştı. 

Ebedi Şef’ten sonra CHP’nin genel başkanı ve cumhurbaşkanı olan “Milli Şef” İsmet İnönü de tek parti rejimini 1945’e kadar devam ettirdi. 1923-1945 arasında Türkiye’de elbette seçimler yapılmaktaydı. Ancak bu seçimler iki dereceli olup halkın kendi temsilcisini doğrudan seçme imkânı yoktu ve seçimlere sadece CHP giriyordu.

İnönü 1945’te Batı ittifakı içinde yer alabilmek için çok partili siyasi hayata geçmeyi vaat etti. Bu gelişmenin diğer nedeni, halkın yıllardır maruz kaldığı baskı ve ekonomik sıkıntılardan dolayı ortaya çıkan tepkiyi bir nebze de olsa azaltmaktı. Tarihe “hileli seçimler” olarak geçen 1946 seçimlerinde CHP iktidarı yine devam etti. 

1946-1950 yılları ise alternatif parti Demokrat Parti’ye (DP) “ne olması ve ne olmaması” gerektiğinin öğretildiği yıllar oldu. DP zaten CHP’den ayrılan hatta bazı yorumlara göre “ayrılmaları için zorlanan” CHP’li vekiller tarafından kurulmuştu. İnönü, 1947’deki 12 Temmuz Beyannamesi ile DP’ye alan açıyor ama Türkiye siyasetinin de sınırlarını belirliyordu.

CHP 1950 seçimleriyle yirmi yedi yıllık iktidarını kaybetti ve bugüne kadar,  bir daha tek başına iktidar olamadı. Ancak parti, hep “sistemin emniyeti için” siyaset yaptı. Laiklikten ödün verdiğini iddia ettiği sağ partileri sürekli suçladı, Türk siyasetinin yıllarca belirleyicisi olan ordunun sözcüsü gibi hareket etti. 

İnönü’nün 27 Mayıs’a giden süreçte TBMM’de söylediği “sizi ben bile kurtaramam” sözü Menderes ve arkadaşlarının idamının habercisiydi. İnönü CHP’nin genel başkanlığından ayrıldığı 1973’e kadar bu rolünü AP lideri Demirel karşısında da devam ettirdi. 27 Mayıs sonrasında CHP’nin ulaştığı en yüksek oy, %36,73 oranıyla 1961 seçimleri oldu.

ECEVİT’TEN BAYKAL’A

İnönü’nün koltuğuna oturan Bülent Ecevit ise halka ulaşmada başarı sağlayarak 1973-1980 arasında üç defa hükümet kurdu. Bu yıllar “dağa taşa Karaoğlan” yazıldığı yıllardı ve CHP 1977’de %41 oy oranına ulaşmıştı. Ancak 1980 darbesiyle parti kapatıldı ve sol siyaset başka parti isimleri altında devam etti. 

Ecevit ise 1999-2002 arasında DSP genel başkanı olarak başbakan olma şansını yakalasa da bazı yönlerden tam bir hayal kırıklığıydı. “Anadolu İslam’ı” ifadesini dilinden düşürmeyen Ecevit, mecliste başörtülü milletvekiline tahammül edememiş ve “haddinin bildirilmesini” istemişti. Yine 1970’lerde kontrgerilladan ilk defa bahseden başbakan olsa da 1999-2002 döneminde bu konuda hiçbir şey yapmamayı tercih etmişti. 

CHP yeniden ortaya çıktığında ise artık Deniz Baykal’ın partisiydi. Tamamen “laiklik” indeksli siyaset izleyen parti özellikle 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde takip ettiği gerginlik siyasetiyle “zinde güçlerin sözcüsü” oldu. Cumhuriyet mitingleriyle gerginliği meydanlara da taşıyan CHP, sonraki bütün seçimlerde ancak ikinci parti olabildi. 

Baykal liderliğindeki CHP, 1999’da baraj altında kaldıktan sonra 2002 ve 2007’de %20 civarında oy alabildi. İlginç olan bir nokta ise “laiklik sözcüsü” Baykal’ın AKP’nin yasaklı lideri Tayyip Erdoğan’ın yasağının kaldırılmasında önemli bir rol üstlenmesiydi.

Baykal’ın Erdoğan’ın önünü açması ile ilgili olarak iki ihtimal düşünülebilir. Bunlardan birincisi bir şantaja maruz kaldığından, sürece destek vermesi olabilir. Onun bir kaset skandalıyla CHP liderliğinden ayrıldığı dikkate alındığında bu tez mantıklı gözükmektedir. 

İkinci ihtimal ise “zinde güçlerin isteğini” yerine getirmesi olabilir. Erdoğan’ın sonraki dönemde Türkiye’yi Avrupa yerine bir Ortadoğu devletine dönüştürdüğü düşünülecek olursa bu tez de mantıklı gözüküyor. 

Ayrıca Baykal’ın 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında koalisyon kurulmaması adına üstlendiği rol ve aday olarak TBMM başkanlığını AKP’ye ikram etmesi bu tezi desteklemektedir. Genel başkanlığı bırakmak zorunda kalmasına rağmen ölümüne kadar milletvekilliğinin devam ettirilmesi de Baykal’ın bu rollerinin yabana atılmaması gerektiğinin göstergesi olarak yorumlanabilir.

GANDİ’LİKTEN EMEKLİLİĞE KILIÇDAROĞLU

Baykal’ın bir kaset skandalıyla genel başkanlıktan ayrılmasıyla bir zamanların SGK Genel Müdürü ve 2009 seçimlerinin İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu CHP genel başkanı oldu. Genel başkan olduğu ilk seçimde CHP %25,98 oy oranıyla yine ikinci partiydi. 

Kılıçdaroğlu sonraki süreçte partisini “sağ kesime” açma siyaseti izledi. Ancak 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını engelleyemediği gibi 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında AKP Hükümeti’nin yerine bir koalisyon hükümeti kurmayı da başaramadı. Daha sonraki seçimlerde de CHP bir türlü %25 oranını aşamadı. 

Kılıçdaroğlu döneminin en büyük başarısı olarak 2019’da İYİP ve HDP’nin de desteğiyle yıllardır Refah-AKP yönetimindeki Ankara ve İstanbul belediye başkanlıklarının kazanılması gösterilebilir. Buna karşılık en büyük fiyaskosu da kuşkusuz AKP-Erdoğan iktidarından bunalmış halkın büyük beklentiler içinde bulunduğu 2023 seçimlerinin kaybedilmesidir. 

Bu seçimin en kötü etkisi, Erdoğan rejiminin sona ermesi beklentisinin,  bizzat CHP önderliğindeki muhalefetin seçim sürecini çok kötü yönetmesi sonucunda bir hayal kırıklığı ile sonuçlanmasıdır. Zaten Kılıçdaroğlu’nun yanındaki başta Davutoğlu olmak üzere Ali Babacan ve Temel Karamollaoğlu figürlerine bakıldığında bile büyük ümitler beklemenin ne kadar yanlış olduğu açıktı. Ancak “gayrimemnun halk” için yine de bir ümit olan 2023 seçimleri yapılan hatalarla Erdoğan’a hediye edildi.

Diğer yandan Kılıçdaroğlu da Baykal gibi Erdoğan siyasetinin meşrulaştırılması gibi bir konum üstlenmiş gözüküyor. Başlangıçta farklı söylemlerde bulunsa da 15 Temmuz söylemini tamamen benimseyen bir anlayışla hareket etmesi, Türkiye’nin çok daha otoriter bir rejime dönüşmesini sağlayan 2017 Anayasa Reformu değişikliğiyle ilgili referandumda YSK’nın “mühürsüz oy pusulalarının” geçerli olduğu açıklamasının kabullenilmesiyle “atı alanın Üsküdar’ı geçmesi” bu yönünün birer göstergesi olarak sayılabilir. 

Aynı şekilde 2023 seçimlerinde de 2014 ve 2018’de iki defa cumhurbaşkanı seçilmiş Erdoğan’ın “Anayasaya aykırılığına rağmen” üçüncü defa aday olmasına sessiz kalınması da “meşruiyet sürecinin” diğer önemli aşamalarıdır. Kılıçdaroğlu seçimin kaybedilmesi sonrasında genel başkanlığı bırakmayarak da bu süreci devam ettirmektedir. Gandi’likten emekliliğe giden yolda son adım ise muhtemelen Ankara ve İstanbul büyükşehir belediyelerinin tekrar AKP’ye verilmesi olacaktır.

CHP bugün itibarıyla “laiklik hassasiyetleri olan”, kendini “Atatürkçü” olarak gören % 20 civarındaki bir kitlenin partisidir. Sağa açılım siyasetinden de istenilen sonuçların alınamaması sonrasında da daha çok “ulusalcıların” egemen olduğu bir partiye dönüşebilir. 

CHP’nin son otuz yılına bakıldığında iktidar olmak hatta iktidar ortağı olmak gibi bir hedefinin olmadığı bile söylenebilir. Parti, muhalefet konumuyla Türkiye’nin gittikçe daha da “otoriterleşen rejiminin” legal görülmesini sağlayan bir rol oynamaktadır. Özellikle sahil kesimlerinin desteği sayesinde kazandığı belediye yönetimleriyle de rant siyasetinden belli bir pay alarak varlığını sürdürmektedir.

 Bir ”sol parti” olduğu iddiasında olan CHP’nin “insan hakları ve demokrasi” önceliğinin olduğunu da söylemek zordur. Erdoğan karşısındaki en güçlü partinin sahip olduğu bu nitelikler, cumhuriyetin yüzüncü yılında rejimin daha da otoriterleşmesine ve keyfiliklerin sorgulanmamasına neden olmaktadır.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version