Bir yönetmenden çok daha fazlası: Christopher Nolan (7)
YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Gözlerinizi kapattığınızda dünya yok olmuyor. Öyle değil mi?”
Leonard Shelby
“Unutun, bazen unutmak iyidir!”
C. Nolan
1. Dünya Savaşı’ndan sonra televizyon yayıncılığı hızla popülerlik kazanmıştı. 1950’ler Amerika’da televizyonun “Altın Çağı” olarak kabul edilir. Bu dönemde birçok klasik program ve şov başlamıştı.
Bu dönemde NBC, CBS ve ABC gibi büyük yayın ağları ortaya çıkmıştı.
İlk TV rekabeti de bu döneme denk gelir.
Çok enteresan ve etik dışı rekabetten de bahseder TV yayın tarihçileri.
Mesela, CBS haber bülteni biterken spiker son olarak şöyle bir cümle kullanabiliyordu:
“Sevgili seyirciler, diğer kanalda oynayan film var ya, onda katil aşçıdır!”
Memento Nolan kardeşlerin daha sonra yapacakları iş birliğinin ilk profesyonel örneğiydi.
Filmin ilk sahnesinin final sahnesi olması, sinemada yenilikçi adımın şahikasıydı. Öyle ya, pek çok filmde “spoiler” bile filmin seyir zevkini yerle bir ederken, Nolan olayların sırasını tersine çevirerek ve ileri ve geri hareket eden alternatif zaman çizelgeleri kullanarak izleyiciyi kahramanın yerine koyabileceğini hissetti; bu da esasen izleyicinin olayları sanki kahraman gibi öğreniyormuş gibi hissetmesini sağladı. Nolan, bu kafa karışıklığını oluşturarak kahramanların durumuyla ilgili empati kurmaya davet ediyor ve dönüm noktasının bitişini/başlangıcını daha da etkili hale getiriyordu.
Christopher Nolan, benzersiz film tarzıyla film sektöründeki biricik bir pozisyon elde etmeyi başarmıştı. Yaklaşımı, geleneksel sinemayı Hollywood sistemiyle birleştirerek, ayırt edici ve yaygın olarak tanınan eserler üretmekteydi. Nolan’ın anlatı teknikleri, ahlaki temalar, gerilim tasarımları ve diğer unsurlar benzersiz bir anlatı kültürü oluşturup izleyicilere sürükleyici bir deneyim sunuyordu.
Kısa süre sonra “Zaman”’ın bu haşarı İngiliz yönetmenin elinde bir oyuncağa dönüşebileceğini kimse tahmin edemezdi elbette.
Zamanın, fiziksel bir boyut olmasının ötesinde derinlemesine psikolojik ve felsefi bir kavram olduğu herkesin malumu. Ancak sinemada bu kavramın nasıl işlendiği, yönetmenin vizyonuna ve yeteneğine bağlı olarak büyük ölçüde değişiklik gösteriyor. Christopher Nolan gibi usta bir yönetmenin elinde zaman, sadece bir araç değil, aynı zamanda bir karakter, bir antagonist ve hatta bir müttefik haline gelir.
Nolan’ın filmografisine baktığımızda, “Memento”dan “Tenet”e kadar birçok eserinde zamanla adeta oyun hamuru gibi oynadığını görüyoruz. “Memento”da, ana karakterin kısa süreli hafıza kaybı problemi, hikayenin geriye doğru anlatılmasına sebep olur. Bu, izleyici için sıra dışı bir deneyim sunarken, zamanın lineer olmayan yapısını da vurgular.
“Interstellar”da ise zaman, görelilik teorisi üzerinden işlenir. Farklı gezegenlerde zamanın farklı geçtiği bu evrende, karakterlerin karşılaştığı zorluklar sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve psikolojik boyutlarda da derinleşir.
“Tenet”te ise bambaşkadır. Zamanın tersine işleyişini ve bu kavramın getirdiği karmaşık aksiyon sahnelerini gözlemleyebiliriz.
Nolan’ın filmlerinde zaman sadece kurgusal bir element değil, aynı zamanda karakterlerin duygusal hikayelerine de dokunan bir özelliktir. “Inception” (Başlangıç) filminde, rüya içinde rüya kavramı üzerinden zamanın nasıl yavaşladığını ve bu süreçte karakterlerin duygusal yüklerini nasıl taşıdıklarını görebiliriz.
Christopher Nolan, sinematografik yeteneğiyle zaman kavramını sadece bir hikaye anlatma aracı olarak kullanmaz. Onun için zaman, derinlemesine incelenmesi gereken, üzerinde düşünülmesi gereken ve hikayenin merkezine konulabilecek bir temadır. Nolan’ın filmografisi, zamanın sadece saatler ve dakikalarla ölçülemediğini, aynı zamanda duygusal ve felsefi bir boyutu olduğunu bize hatırlatır.
Edwin Herbert Land, kızı Jennifer ve Polaroid’in ilk örneği. Filmde 690 numaralı model kullanılıyor.
Bir anı inşa edici: Polaroid fotoğraf makinesi!
Polaroid fotoğraf makineleri zannedilenin ve yaygın kullanımının çok çok öncesine dayanır. Bu cihazı 1945’te Edwin Land icat etmişti. Makinenin içindeki küçük bir fotoğraf laboratuvarı, bir dakikadan daha kısa bir sürede siyah beyaz fotoğraf baskısı yapabiliyordu. Renkli fotoğraf çekebilen ilk Polaroid fotoğraf makinesi ise 1963’te yapıldı. Günümüzde Polaroid fotoğraf makineleri birkaç saniye içinde fotoğraf basabiliyor.
Makinanın ortaya çıkış hikayesi de enteresandır.
Harvard Üniversitesi mezunu Amerikalı Edwin Herbert Land’ın 3 yaşındaki küçük kız Jennifer, babası fotoğraflarını çekerken “neden hemen göremiyorum?” diye sordu. Yaklaşık bir saat sonra Land’in kafasında her şey birleşti. Land artık ne istediğini ve bunu nasıl yapacağını biliyordu. Banyo gerekmeden, anında görüntü veren fotoğraf makinesi yapabilirdi.
Küçük kızının ilham veren sorusundan tam beş yıl sonra, 1948 yılında, “polaroid land” adında, anında görüntü veren fotoğraf makinesini piyasaya sürdü. Satışa çıkan bu polaroid anlık kamerası, bir fotoğrafın sadece 60 saniye veya daha kısa sürede alınmasını ve geliştirilmesini mümkün kıldı.
Makine, fotoğrafı sepya tonlarında basıyordu. Bir dakikadan biraz daha az bir süre sonra da negatifin üzerinden soyularak çıkartılıyordu. Land, polaroid makine üzerinde çalışmaya devam etti. 1963 yılında renkli fotoğraf basan polaroid makineyi, 1972 yılında da negatiften soymayı gerektirmeyen polaroid fotoğraf makinesini geliştirdi. Böylece kullanıcılar çektikleri fotoğrafların gün ışığında renklendiğini görüyordu.
Bu makine, analog çağ ile dijital çağ arasında duran bir ara devrin ürünüydü.
Şaşırtıcı olacaktır ama bu makinanın ekmeğini en çok yiyenlerden biri Türkiye’nin iş adamı Cem Uzan olmuştur.
Uzan 2002 yılında yapılan genel seçimler öncesi Genç parti lideri olarak yaptığı tüm gezi ve açık-kapalı hava toplantılarında üç şeyi eksiksiz yapmaya dikkat ediyordu.
Bir; elindeki yayın kanallarından en güçlüsü olan Kral TV aracılığıyla bir popçu ya da arabeskçiyi mutlaka gezilerine dahil ediyor ve onlara konser verdirtiyor, onlardan sonra sahneye çıkıp konuşma yapıyordu.
İki, miting yaptığı her yere götürdüğü nohut-pilavcı arabalarıyla (bir Türk sokak lezzeti) bedava nohut/pilav dağıtıyordu.
Üç, yanında taşıdığı üç fotoğrafçı ellerindeki polaroid makinalarla Cem Uzan ve halkın fotoğraflarını çekiyor, anında çıkardıkları fotoyu halkın eline veriyor ve bu anılar kısa süre sonra evlerin, kahvelerin duvarlarını süslüyordu!
Gelelim zaman, polaroid ve Memento ilişkisine. Bu eksenle filmi çözümlemeye çalışalım.
“Memento”da Polaroid fotoğraflarının kullanımı ve birden fazla olay örgüsü, aynı zamanda Leonard’ın karakterini temsil eder. Hikâye seyircinin iki farklı olay örgüsünün peşine düşmesini ister: Birincisi renkli olarak sunulan ana olay örgüsü ve diğeri monokrom olarak sunulan alt olay örgüsüdür.
Ana olay örgüsü, lineer olmayan bir sıra izler ve aslında hikâyeyi nerede bittiğiyle başlatarak ve tam tersi bir sıra ile tüm filmi kapsar. Alt olay örgüsü ise kronolojik bir sıra izler ve ana olay örgüsüyle zıtlık oluşturur. İki farklı olay örgüsüne sahip olarak, “Memento” sadece Leonard’ın karakterini yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda Polaroid fotoğraflarının ve anlatım sırasının ilişkisinin önemini de pekiştirir.
Polaroid fotoğraflarının en belirgin olduğu ilk sahne, açılış sahnesidir.
Bu sahne ters hareketle sunulmuştur ve ana olay örgüsünün anlatım sırasını yansıtır. Orijinal formatında Leonard, fotoğrafın gelişmesi için onu sallar. Ancak tersine çevrilmiş haliyle, fotoğrafın rengini kazanmak yerine kaybetmesine neden olacak şekilde fotoğrafı sallar; ki bu da onun hafızasını temsil ettiğini gösterir. Bu yöntem, sadece Leonard’ın engelinin dolaylı bir tanıtımı değil, aynı zamanda anlatım tarzını tanıtmak için bir yoldur. Sahnenin gerçekte sona ermesi gereken yerde başlaması, anlatım tarzını ve Leonard’ın hafızasını özetleyen sahnenin başarılı olduğunu gösterir. Böylece, açılış sahnesini anlatım ve düzenleme açısından tersine çevirerek, Leonard’ın parçalanmış ve düzensiz olaylarla gelişen hayatı yansıtılmış olur. Ters hareket, ilk monokrom sahneye kadar devam eder.
Film boyunca, şimdi ve o zaman arasındaki fark sürekli olarak, özellikle de diyalog yoluyla vurgulanır. Zaman kavramı ve geçmiş ile şimdi kavramlarının sürekli olarak anılması, bozuk bir zaman çizelgesinde yaşayan tek kişi olan Leonard ile diğer karakterler arasında bir boyut oluşturur.
Film boyunca sürekli olarak zamandan bahsedilmesi, anlatım tarzını ve olay sırasını yakalar. “Memento”, neden-sonuç anlatımının ters bir versiyonunu takip eder; izleyici önce etkiyi sonra nedeni görür. Bunu yaparak, hikâyeyi Leonard’ın anladığı şekilde ortaya çıkarır: düzensiz, kırık ve dağınık. Ortalığı toparlama görevi ise seyircinin zihninindir!
Bu kavramı, diğer karakterlerle Leonard arasındaki diyaloglarda görürüz. Geçmişle şimdi arasındaki çatışmayla ilk karşılaştığımız zaman, Leonard’ın Teddy’yi öldürdüğü başlangıçtır. Teddy Leonard’a şöyle der:
“Kendin kim olduğunu bilmiyorsun.”
“Ben Leonard Shelby, San Francisco’lu.”
“O eskiden olduğun kişi, şimdi neye dönüştüğünü bilmiyorsun!”
İkinci monokrom sahnede, Leonard’ın düşünceleri için içsel bir anlatım kullanılır Nolan.
Burada, Leonard, Teddy’nin daha önce söylediğine karşı çıkarak şöyle der:
“Yani kim olduğunuzu biliyorsunuz ve kendiniz hakkında her şeyi biliyorsunuz. Ama günlük işler için, notlar gerçekten çok faydalı.”
Daha sonra, Oteldeki masada Burt, Leonard’a iki farklı odaya yerleştirildiğini itiraf eder.
“Bu sizin odanızdı ama şimdi 304 numaralı odadasınız.” der.
Bu nedenle, Leonard ile diğer karakterlerin geçmiş ve şimdiki zaman hakkındaki düşünceleri arasındaki zıtlığı görerek, Leonard’ın neyse o olmaya devam edeceğini, Leonard’ın San Francisco’lu Leonard Shelby olduğunu ve hala öyle olduğunu düşündüğünü söyleyebiliriz.
Ancak diğerleri değişime inanırlar ve gerçek olanın hala doğru olması gerektiği anlamına gelmez. Bu iddia, Leonard’ın Polaroid fotoğrafları yoğun bir şekilde kullanmasına dayandırılabilir.
Film bize Leonard’ın belirli fotoğrafları ne zaman ve nasıl çektiğini gösterir. Özünde, fotoğraflar bir zamanın ispatı niteliğindedir ve mazidir aslında. Ancak Leonard’ın engeli (Hafızasızlık) nedeniyle, onlar için her zaman yeni ve gerçek olacaklardır (Leonard’ın yeni anılarını kaybetmesi için ne kadar sürdüğü yaklaşık süre). Bu nedenle, onun için zamansızlardır; geçmiş ile şimdi arasında bir fark yoktur, otelde ne kadar kaldığı ve John. G’yi ne kadar süredir aradığı konusunda iki kez gördüğümüz şeydir. Olay sırası da geçmişe karşı şimdiki zaman fikrini destekleyen bir delil olarak kullanılır.
Daha önce de belirtildiğimiz üzere, Memento’da ana olay örgüsü kronolojik bir sırayla ilerlemez, ancak alt olay örgüsü (monokrom sahneler) kronolojik bir sırayla ilerler. Bu nedenle, Christopher Nolan, zıt zaman ölçeklerinde gelişen iki farklı olay örgüsü kurgulayarak, Leonard’ın karakterinin bir simetrisini oluşturur. Bu sebeple anlatı yapısı, Leonard’ın John G.’yi bulma ve öldürme sürecinin birkaç farklı kesitinden oluşur. Ancak sırayla konulmaz, bunun yerine alt olay örgüsü tarafından kesilir.
Filmin enteresan noktalarından biri de Leonard ile Sammy Jankins’in aynı kişi olup olmadığı sorunsalıdır. Yönetmen Nolan, burada meşhur Dövüş Kulübü filmine gönderme yaparak, kahramanın aynı kişi olduğunun ipuçlarını da verir. Zira Memento’daki Teddy ile David Fincher’in Fight Club’undaki Marla Singer’in telefon numarası aynıdır!
Ana olay örgüsü sunulduğunda, neden önce gösterilir ve bu durum Leonard’ın hayatını yansıtır. Leonard engelini yeni uyanmış gibi hissetmek olarak tanımlar. Bu nedenle önceki eylemlerin etkisini görür, ancak bu eylemleri hatırlamaz, bu da izleyici için anlatım yapısı tarafından oluşturulmuş bir etkidir. Şu anda ne yaptığını biliyor ama az önce ne yaptığını bilmiyor. Bu nedenle, fotoğraflar gibi, anlatı yapısı da Leonard’ın karakterini ve engelini temsil eder. Alt olay örgüsünde, Leonard’ın bir telefon aracılığıyla bilinmeyen bir polisle konuştuğunu görüyoruz. Konuşmaların çoğu, Leonard’ın yaşadığı aynı engeli yaşayan Sammy Jankins hakkındadır.
Peki kimdir bu Sammy Jankins?
Esasen Leonard, kendi engelini açıklamak için Sammy’nin hikayesini kullanır. Sonuna kadar Sammy’nin Leonard’dan farklı bir kişi olduğuna kendini (dolayısıyla seyirciyi) inandırır. Ana olay örgüsü boyunca, Leonard hiç Sammy’yi hatırlamaz ya da en azından onu hiç açıklamaz. Ancak alt olay örgüsünde, polise tüm hikâyeyi anlatır. Bu nedenle, filmdeki bir karakter (ya da seyirci) Leonard’ın olaydan önce Sammy’yi tanıdığını varsayabilir. Ancak sonunda, Leonard’ın Sammy ile çalıştığına dair bir ipucu verilerek, ikisinin sadece bir araya gelmediği, aynı zamanda aynı kişi oldukları ya da Leonard’ın karısının son anılarıyla Sammy’nin hikayesini birleştirdiği, yani Leonard’ın istediği şeyleri unutabileceği bir fikir oluşturulur ve bu fikir film boyunca tekrar eder.
Nolan, senaryo aşamasında hayli araştırma yapmış ve tıp literatürünü taramıştır. Leonard’ın filmde yaşadığı bozukluk gerçekte var ve “Anterograd Amnezi” olarak adlandırılıyor, daha ayrıntılı tanım ise; “Hipokampusta hasar sonrası yeni anılar oluşturamama hastalığı.”
Bu durum, Leonard’ın kasıtlı olarak ne dediğini unutmasına izin vererek, hayatta bir amaç sahibi olmasına neden olduğunda görülebilir. Ancak bu amaç geri dönüp, Teddy’nin sonunda önerdiği gibi bir döngüde hareket ettiğini görürüz. Teddy, Leonard’ın karısının ölümü üzerinden intikam almak amacıyla daha önce birkaç başka ‘John G.’ öldürdüğünü belirtir. Ancak Leonard, hatırlamaktan kendini alıkoymaya devam eder. (Ve evet, gerçekte bu hastalığa duçar olanlar da böyle bilinçli ve şartlı unutma gibi bir defo taşıyabilirler) Bu nedenle, filmdeki anlatımın tekrar ederek ve kendi içinde döngülerle tamamlandığı gibi, Leonard da kötü eylemlerini tekrar eder.
Leonard sadece öldürmek için intikamı bir bahane olarak kullanmakla kalmaz, aynı zamanda karısının ölümüne neden olan kişinin aslında kendisi olduğunu unutmak için de kullanır. Bu sonuç, Leonard’ın karısının saldırıyı atlattığını ve diyabetin karısının değil, Sammy’nin (Sammy’nin bile bir karısı yoktur) olduğunu fark ettiğinde ortaya çıkar. Ayrıca, Leonard saldırı sırasında karısına iki erkeğin saldırdığına inanmaya kendini ikna etmiştir bile! Gerçekte sadece bir kişi vardır; öldürdüğü kişi. Bu nedenle, başka bir adamın olduğuna inanarak hayatını bu adama öldürmeye adamıştır, oysa gerçekte başka biri yoktur. Bununla birlikte, Sammy, Leonard’ın bir yansımasıdır. Sammy’nin engeliyle başa çıkma konusundaki başarısızlığını Leonard’ın engeliyle başa çıkma şekli olarak gördüğü gerçeğine rağmen, Leonard sistemini Sammy hakkında öğrendikleri üzerine bir çıkış yolu inşa etmiştir. Bu nedenle, Leonard aslında neyi hatırlayabileceğini kontrol edebilmektedir. Leonard’ın Sammy Jankins olduğunu hatırlamak için kendini zorlar, böylece dolaylı olarak karısını öldürdüğünü hatırlamamak için kendini zorlamıştır. Leonard, Sammy’nin basit şeyleri hatırlayamadığına inanmaya kendini ikna eder, böylece Sammy’yi kötü bir örnek olarak kullanabilir, oysa Sammy bizatihi kendisidir. Bu nedenle, alt olay örgüsü, Leonard’ın gerçek renklerine bir pencere işlevi görür, ana olay örgüsü ise Leonard’ın bir birey olarak hakkında sınırlı bilgi sunar. Bunu yaparak, iki olay örgüsü arasında bir zıtlık ve eko oluşturulur, ancak sonunda anlatımın boşluklarını doldurmak için iki olay örgüsü bir araya getirilerek sona erer.
Dövmecinin ismi Nolan’ın eşinden mülhemdir!
Nolan’ın “Memento”su, Leonard’ın karakteri aracılığıyla birden fazla olay örgüsünü bir araya getirir, bu ise filmdeki anlatı yapısının ve Polaroid anların özüyle yansıtılır. Polaroid anların önemini vurgulamak içinse, birden fazla çatışan olay örgüsü ve Leonard’ın karakterine (Sammy) tam bir paralellik inşa etmekle, Leonard’ın rolü ve anlatım yapısı gerçekten vurgulanır. Leonard’ın ana karakter olarak rolü, geri kalan karakterlerden çok farklıdır, bu da anlatı yapısında ve Polaroid çekimlerinde bulunan geçmişe karşı şimdiki zaman fikriyle görülür. Bu nedenle, filmde bahsedilen her yön bir araya gelerek filme kaotik ve katmanlı bir etki oluştururken aynı zamanda çok karmaşık bir karakter olan Leonard’ı da oluşturur. Burt’un dediği gibi; “Bu çok kötü olmalı. Çünkü her şey ters!”
Bu enteresan film, zaman eksenli bir yazıyı daha hak ediyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***