Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Aprartheid’a karşı: Varşova Gettosu’nda Yahudi, Gazze’de Filistinli olmak


İlker Bayram

Filistinli grupların Hamas’ın silahlı kanadı İzzettin El Kassam Tugayları’nın öncülüğünde İsrail’e yönelik başlattıkları ‘Aksa Tufanı’ operasyonu İsrail’de en az 1300, Filistin’de ise şu ana kadar en az 1400 kişinin ölümüne ve en az 6 bin kişinin yaralanmasına yol açmış durumda.

İsrail’deki Siyonist Apartheid’ı gafil avlayan Filistinli savaşçılar 1973 Yom Kippur Savaşı’ndan bu yana İsrail ordusunu ilk defa sözde sınırları içinde Filistinlilerle çatışmak zorunda bıraktı. İsrail Hava Kuvvetleri kimi yerde kontrolü ele alabilmek için kendi sınırları içinde bombardıman yapmak zorunda kaldı. Dünyanın en büyük ve teknolojik olarak en üstün ordularından biri ilk saldırıdan 72 saat sonra bile sızmaların devam ettiğini açıkladı. İsrail sınırları içindeki çatışmalar üçüncü günde de sürdü. Bu elbette Apartheid’ın ‘karizmasını çizen’ bir gelişme ve rejim açısından ‘dengelerin’ yeniden kurulması gerekecek.

PROVOKASYONDAN TAM ÖLÇEKLİ İMHAYA

Binyamin Netanyahu hükümetinin saldırılara cevabı içerideki krizini örtmek amacıyla aylardır Filistinlilere yönelik sürdürdüğü saldırı ve provokasyonları tam ölçekli bir imhaya dönüştürmek oldu. Irkçı Savunma Bakanı Yoav Gallant “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket ediyoruz” dediğinde Varşova Gettosu’nu yıkma emri veren Nazi subayı Heinrich Himmler‘i anımsatmakla kalmıyor, aynı zamanda Himmler gibi fiilen soykırım emri veriyordu. Netanyahu da aynı saikle ‘Başlıyoruz, İsrail kazanacak’ notuyla Gazze’ye ağır bombardıman görüntülerini paylaşıyordu.

FİLİSTİNLİLERE YÖNELİK SALDIRILAR AYLARDIR SÜRÜYORDU

Birkaç aydır işgal altındaki Batı Şeria’ya ve Cenin mülteci kampına son 20 yılın en ölümcül saldırılarını gerçekleştiren Siyonist rejim, toplamda en az 20 Filistinlinin ölümüne ve 120’sinin de yaralanmasına sebep oldu. Temmuz ayı başındaki saldırılar nedeniyle yaklaşık 4 bin Filistinli Cenin’den kaçtı ve binlercesi yerinden oldu. İsrail birlikleriyle birlikte çok sayıda inşaat makinesi bölgeye girerek Filistinlilerin evlerini yıktı, yollarda moloz bıraktı, trafiği engelledi, ambulansların ve acil servislerin yaralıları tahliye etmek için şehre ulaşmasını zorlaştırdı. İki gün süren yoğun çatışmalar ve yoğun bombardımanın ardından ilk saldırı dalgası geri çekilse de aralıklarla devam etti. Hem Gazze’de hem de Batı Şeria’da Yahudi yerleşimcilerin saldırı ve tahrikleri ordu korumasında sürdü.

2022’DEN BU YANA FİLİSTİNLİLERİN YAŞADIĞI 5 BÖLGE TAMAMEN, 13’Ü DE KISMEN ‘BOŞALTILDI’

Eylül ayı sonunda yayımlanan bir Birleşmiş Milletler (BM) raporu İsrailli yerleşimcilerin saldırılarının 2022’den bu yana işgal altındaki Batı Şeria’da 1.100’den fazla Filistinliyi yerinden ettiğini söylüyor.

Rapora göre bölgede her gün yaklaşık üç ‘olay’ kayıtlara geçti. Bu, 2006’da Batı Şeria’dan şiddet olayları nedeniyle ayrılan Filistinlilerin belgelenmeye başlamasından bu yana en yüksek ortalamaydı. Yahudi yerleşimcilerin saldırıları nedeniyle Filistinlilerin yaşadığı beş bölge söz konusu zaman aralığında tamamen boşaldı. Altı yerleşim yeri Filistinli sakinlerinin yarısını, yedi yerleşim yeri ise dörtte birini kaybetti. Rapora göre, söz konusu Filistinlilerin neredeyse tamamı hayvanlarının bir kısmını satmak zorunda kaldığını ve yüzde 70’i Yahudi yerleşimcilerin saldırılarının otlaklarına erişimi kesmesinin ardından suni yem için borç para almak zorunda kaldığını dile getirdi. Gerçek verilerin BM’nin raporladığının çok üzerinde olduğu tahmininde bulunmak yanlış olmaz. Tüm bunlara ek olarak bölgede 2002 yılında inşasına başlanan duvarın da süreci hızlandıran etkisi tartışma götürmez.

İSRAİL’DE 39 HAFTADIR SÜREN HÜKÜMET KARŞITI EYLEMLER ‘SAVAŞ İLANIYLA’ SON BULDU

Batı Şeria ve Gazze ‘getto’larındaki tabloya bir de 2023’ün Ocak ayından bu yana ülkede yargı erkinin yetkilerini sınırlayan yasa tasarısı nedeniyle süren protestoları eklemek gerekiyor. Adalet Bakanı Yariv Levin’in 5 Ocak’ta duyurduğu “yargı reformu“, Yüksek Mahkeme’nin yetkilerini sınırlandırma ve iktidarın yargı atamalarında söz sahibi olması gibi değişiklikler içeriyor. Netanyahu, ülke genelinde binlerce insanın katıldığı ve hükümetin istifasını isteyen kitlesel protestolara, grevlere neden olan yargı düzenlemesini 27 Mart’ta ertelediğini açıklamıştı. Ancak Netanyahu, 2023-2024 bütçesinin mayıs sonunda parlamentodan geçmesinin ardından yargı düzenlemesini tekrar gündeme getireceklerini duyurdu ve öyle de oldu. İsrail ordusunda aralarında savaş pilotları, denizaltı subayları ve elit komando birliklerinin yer aldığı yüzlerce yedek asker de Netanyahu hükümetinin tartışmalı yargı düzenlemesine devam etmesi durumunda görevlerini sürdürmeyeceklerini açıklamıştı.

SALDIRILARIN İLK SONUCU EYLEMLERİN ‘ZORUNLU BİTİŞİ’ OLDU

7 Ekim saldırılarının ardından Apartheid kabinesinin on yıllar sonra savaş ilan edip, 360 bin yedek askeri göreve çağırmasının ilk sonucu 39 haftadır aralıksız süren eylemlerin ‘zorunlu bitişi’ oldu. Söz konusu eylemler Apartheid’ın asker ve sivil bürokrasisi içinde çözülmelere yol açacak şekilde rejimi derin bir krizin eşiğine getirmişti. Oysa şimdi Netanyahu, Knesset’teki partilerin ‘önerisiyle’ bir Ulusal Birlik hükümeti kurmak üzere. Ancak, İsrail’de özellikle parlamento dışı muhalefet yaşananlardan, 2009’dan bu yana neredeyse aralıksız şekilde ülkeyi yöneten Netanyahu’nun saldırgan politikalarını sorumlu tutuyor.

KIRILGAN ‘ULUSAL BİRLİK’

Diğer yandan, iki devletli ‘çözümü’ varlığına saldırı olarak gören İsrail, bugün Gazze’yi 300 bin askerle kuşatmış durumda ve kara harekâtı başladı.. Netanyahu kabinesinin saldırılar sonrasında oluşan ‘Ulusal Birlik’ ortamında kısa süreli toparlanması olası görünse de bu birliktelik bizzat Filistinlilerin tarihiyle özdeşleşmiş direngenliğin tehdidi altında.7 Ekim’de başlayıp üç gün süren saldırıların ardından hükümetten yapılan ırkçı ve saldırgan açıklamaların tonunun hiç olmadığı kadar yükselmesinin bir sebebi de bu.

NETANYAHU ‘SOYKIRIM’ KARTINI MASAYA SÜRDÜ

9 Ekim’de henüz İsrail içinde çatışmalar devam ederken Gallant “Gazze Şeridi’nin ödeyeceği bedel çok ağır olacak ve nesiller boyu gerçekliği değiştirecek” dedikten sonra Gazze’nin tam ablukaya alındığını ve bundan sonra elektrik, su, gıda, ilaç ve yakıt girişine izin verilmeyeceğini duyurdu. Birkaç saat önce İsrail’den yapılan “Siviller Gazze’den ayrılsın” duyurusuna gazetecilere konuşan bir Gazzeli “Nereye? Nereye?” diye cevap verdiğinde dünyanın en büyük açık hava hapishanesindeki 2,2 milyon insan için durumun ne kadar kötü olduğuna işaret ediyordu. Hükümet, ayakta kalabilmek için Siyonist rejimin temel motifi olan soykırım kartını masaya sürdü. Filistin’in ‘insansızlaştırılması’, varolan nüfusun topraklarını terk etmeye zorlanması başından beri Siyonist hareketin harcıydı. İsrail’in kuruluşundaki ‘nakba’ ise bu gerçeğin ağır bedeller ödenerek görülen bir işareti. Ancak şimdi, Netanyahu ve kabinesinin geleceği de yeni bir nakbanın hayata geçirilmesine bağlı.

APARTHEID VE ‘İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜMÜN’ İMKÂNSIZLIĞI

İlk defa Güney Afrika’da kullanılan ‘Bantustan’ terimi otonom yönetimleri olan ve siyahlara ayrılan bölgelere deniyordu. Söz konusu bölgelerde yaşayan beyazların her türlü hakka sahip olduğu varsayılırken ‘bantu’ların bölgedeki yasal konumları ‘ziyaretçi’ statüsündeydi ve beyazların yaşadığı bölgelere girmek için özel izin almak gerekiyordu. İsrail’de 90’lı yılların başından bu yana Filistinlilere uygulanan sistem Güney Afrika’daki sistemle benzeşiyor.

‘Bantustan’ düzeninin Güney Afrika’daki sonuçları beyazların ekonomik izolasyon yoluyla bölgedeki siyahlar üzerinde hem siyasi hem de iktisadi üstünlüğü sağlamaları ve dolayısıyla siyahların ekonomik olarak çöküşü oldu. Bu çöküş, aynı zamanda söz konusu bölgelerin sömürgeleştirmesi ve dolayısıyla siyahların kölelik düzenine benzer koşullarda ucuz iş gücü olarak kullanılmasını da doğurdu. Sadece bu açıdan bakıldığında dahi, İsrail’deki Siyonist Apartheid’la benzerlik görülebilmekte. Milyonlarca Filistinliyi açık hava hapishanelerinde, insanlık dışı koşullarda yaşamaya ve çalışmaya zorlayan İsrail’in politikaları hem coğrafi, hem demografik, hem iktisadi hem de siyasi olarak ‘iki devletli’ çözümü imkânsız kılıyor. Filistinlileri yok etme, sürme ya da köleleştirme üzerine kurulu Apartheid sürdükçe bağımsız bir Filistin’in kurulması da eşyanın tabiatına aykırı.

İsrail, bir yandan ölümleri ve rehineleri uluslararası kamuoyunda propaganda malzemesi olarak kullanırken, diğer yandan Gazze’ye yönelik bombardımanı aralıksız sürdürüyor. Üstelik “rehineler pahasına”. Sömürgeci Apartheid, yalnızca boyunduruğundaki Müslümanlar için değil, Hristiyanlar ve Yahudiler için de ölümcül tehlike arz ediyor.

NEHİRDEN DENİZE ÖZGÜR FİLİSTİN

75 yılda bölgede 6 savaşa neden olan Siyonist Apartheid, bugün 7’ncisi için ABD ve AB emperyalizmine sırtını yaslayarak savaş tamtamlarını en üst perdeden çalıyor. Yahudiler de dahil olmak üzere bölge halklarının tek kurtuluş yolu ise Apartheid rejimini yıkmak üzere emperyalizmden kopuşu temel alan sınıf eksenli siyasete geri dönüş. Varolduğu her gün, her saat bölge halklarının arasına nefret tohumları eken bu rejimin üstesinden ancak Yahudi emekçilerinin de parçası olacağı böylesi bir birliktelikle gelinebilir.

Kabul etmek gerekir ki, ilk bakışta uzak bir ihtimal gibi görünüyor ve bunda Siyonizmin payı yadsınamaz. Ancak El Fetih ve benzeri yapıların Filistin halkının haklarından şu ya da bu gerekçeyle emperyalist merkezlere verdiği tavizin sonucu da ortada. Diğer olasılık için mücadele ise henüz denenmedi: Bölge halklarının birliği temelinde kurulmuş demokratik, laik ve ırkçı olmayan tek bir Filistin devleti. Nehirden denize ve özgür!


İlker Bayram | Notre Dame de Sion Fransız lisesini bitirdi. Sorbonne’da tarih ve coğrafya eğitimi aldı. Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi mezunu. Çeşitli dergilerde muhabirlik ve freelance fixerlık yaptı. Dış haberler editörlüğü yapıyor.

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version