Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Amerika bilerek ve isteyerek vurduğuna göre…

Amerika bilerek ve isteyerek vurduğuna göre…


FILE – A US military vehicle on a patrol in the countryside near the town of Qamishli, Syria, on Dec. 4, 2022. Syria’s U.S.-backed and Kurdish-led forces on Tuesday, Sept. 5, 2023 pushed deeper into the last stronghold of Arab tribesmen who have taken up arms against them in eastern Syria as a spokesperson said they hoped to end the dayslong clashes there in the “next 24 hours.” (AP Photo/Baderkhan Ahmad, File)

YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

Son yıllarda giderek bozulan Türk-Amerikan ilişkileri dün itibariyle başka bir aşamaya geldi.

Amerika, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’ye ait bir hava aracını düşürdü.

Amerikan Savunma Bakanlığının açıklamasına göre Türk SİHA’sı Amerikan askerlerinin güvenliğini tehdit ettiği iddiasıyla düşürüldü. Yani Amerikalılar kazara filan değil bilerek isteyerek vurdular.

Peki bu olay ne anlama geliyor? Bundan sonra ne olabilir?

Malum olduğu üzere 1 Ekim’de yaşanan Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yönelik bombalı saldırı sonrası Suriye gündemi hararetlendi

MİT ve TSK saldırganların Suriye’de eğitim görüp geldiğini iddia etti. 

Tansiyonu esas yükselten olay ise 4 Ekim’de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı ‘meşru hedef’ açıklaması oldu

Fidan “Özellikle Irak ve Suriye’de PKK/YPG’ye ait bütün altyapı, üstyapı tesisleri, enerji tesisleri bundan sonra güvenlik güçlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin, istihbarat unsurlarımızın topyekün meşru hedefidir. Üçüncü tarafların PKK/YPG’li tesislerden ve şahıslardan uzak durmasını tavsiye ediyorum” diyerek gözlerin Washington’a dönmesine neden oldu.  

Zira burada bahsedilen ‘üçüncü taraf’ın ABD olduğu açıktı.  

Fidan’ın açıklamasını Savunma Bakanlığı’nda yapılan ‘savaş kabinesi’ toplantısı izledi.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, MİT Başkanı İbrahim  Kalın,  Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Genelkurmay Başkanı Metin Gürak’ın katıldığı toplantı ile kararlılık mesajı verildi. 

Ancak bu aşamada beklenmeyen bir gelişme oldu. 

Fidan’ın ‘üçüncü taraf’ diyerek işaret ettiği ABD doğrudan bir Türk SİHA’sı düşürerek cevap verdi. 

İktidar medyası ‘SİHA bizim değil’ diyerek olayı kapatmaya çalışsa da bu olay tarihi bir dönüm noktası olabilir. Çünkü ABD tarihte ilk kez bir NATO müttefiğine ait hava aracını vurarak düşürdü. 

ABD tarafından yapılan açıklamaların satır araları çok dikkat çekiciydi. 

Pentagon lafı eğip bükmeden “Silahlı İnsansız Hava Aracınız ABD askerlerinin güvenliğini tehlikeye atacak kadar yaklaşmıştı, biz de düşürdük” dedi. 

Amerikalıların doğrudan ‘Türk SİHA’sı ifadesini kullanmasına rağmen Ankara “Düşürülen SİHA bize ait değil” açıklaması yaptı. 

Ankara’nın açıklamasını iki şekilde okumak mümkün. 

Birincisi ABD ile gerilimi arttırma taraftarı değiller. Hele hele Beyaz Saray’dan randevu koparmak için elinden geleni ardına koymayan Erdoğan’ın isteyeceği son şey Washington ile kavga etmek olur. 

İkincisi de Türkiye’nin bölgedeki cihatçı gruplara drone verdiği yönündeki iddialar başka bir boyuta geçmiş oldu. 

İddialara göre Türkiye dronları cihatçı gruplara veriyor ve operasyonları onlar üzerinden yürütüyordu. Böylece bir terslik olması halinde ‘onlar benim değil’ deyip çıkmayı planlıyordu.

Açıkçası ben bu şark kurnazlığının işe yarayacağını sanmıyorum.

Çünkü havadaki her aracın künyesini herkes bilir. Ayrıca metrekareye düşen istihbaratçı sayısının çok yüksek olduğu bir bölgeden bahsediyoruz. 

Herkes Erdoğan yada AKP kurmaylarından açıklama beklerken onlar troll orduları ve propaganda aygıtlarıyla Suriye’nin kuzeyine yapılan hava harekatını köpürtmekle yetindi. 

Peki bu olay neyin habercisi, bundan sonra ne beklemek lazım?

Öncelikle şunu not düşmekte fayda var. ABD’nin Türk hava aracını düşürmesi Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesi kadar hatta ondan bile önemli bir olay

Nasıl ki Rus uçağının düşürülmesi hem iç hem dış politika da büyük değişikliklere yol açtı, bu olaydan da benzeri bir sonuç beklenebilir.

İkincisi ABD reste restle karşılık vererek ‘sınırlarını bil’ demiş oldu. Bu durum Ankara Washington ilişkilerinde bir şeylerin değişmeye başlaması olarak yorumlanabilir.

Erdoğan’ın elinde çok fazla seçenek yok.

Hem para hem siyasi destek beklediği Amerika ile kavgaya girmeyecektir. Kaldı ki Erdoğan’ın Amerika düşmanlığı iç politika ile ilgili. 

Yoksa Washington’a geldiğinde takındığı tavırla Türkiye’de söyledikleri arasında dağlar kadar fark var. 

Sonuç itibariyle tarihi bir kavşaktayız ancak sürecin seyrini belirleyecek olan şey Erdoğan’ın tavrından çok ABD’nin tercih edeceği yöntem olacak.

ŞEHİTLER UMRUNUZDA OLSAYDI?

Bu durum aslında bir Türkiye klasiği. 

28 Şubat döneminin kudretli generalleri ve sırtını onlara dayayan siyasileri de her sıkıştıklarında ‘irtica’ Türküsü söylerlerdi.

Ne zaman birisi yüz kızartıcı bir suç işlese, nerede bir yolsuzluk skandalı patlasa ‘irtica ile mücadele ettikleri’ savunmasını yaparlardı

Aradan zaman geçti; kudretli generallerden geriye bir şey kalmadı. O dönemin mağdurları bugünün muktedirleri oldu.

Ancak gelin görün ki, dünün mağdurları, dünün zalimlerinin taktiklerini kopyalayıp hatta daha da geliştirerek bugünün zalimi oldular.

Bunlar da ne zaman köşeye sıkışsalar hemen ‘fetö sakızını’ çiğniyorlar. Üstelik o sakızın her şart ve durum için ayrı bir versiyonu var. 

Eh Erdoğan ve AKP’liler her suçüstü halinde ‘fetö sakızını’ çiğner de tabanı durur mu? 

Adam uyuşturucu, kadın ticareti ve çocuk istismarı gibi suçlardan yakalanmış, emniyetin kapısından çıkarken ‘fetö sakızı’ çiğniyor.

Öyle ki artık şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; birisi durduk yere ‘fetö’ deyip duruyorsa emin olun ya hırsızdır ya ahlaksız. Bu kural şu ana kadar neredeyse hiç şaşmadı.

Aynı durumu Yusuf Kerim gündeminde de yaşadık. 

Zerre vicdan kırıntısı taşıyan birisi yaşanan drama duyarsız kalamazdı. Ancak gördük ki AKP’lilerin ekserisinde vicdan kırıntısı bile yokmuş

Hele önceki gün TBMM’de yaşanan görüntüler unutulmaz. 

Verdiği insan hakları mücadelesi ise tarihe geçen Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun meclis genel kurulunda yaptığı konuşma sırasında AKP’lilerin verdiği tepkiler inanılır gibi değildi. 

Düşünsenize 6 yaşındaki bir çocuğun trajik ölümü üzerinden bile konuyu 15 Temmuz’a ve ‘251 şehide’ getirdiler.

AKP’li milletvekilleri yakışıksız hareketlerle Gergerlioğlu’nu susturmaya çalıştılar. Gergerlioğlu’nun konuşmasını ‘fetö propagandası’ olarak tanımlayan Grup Başkanvekili Leyla Şahin Usta konuyu direk 251 şehide getirdi.

Bu tavır aslında son 7 yılın özeti gibi. 

AKP’liler işlerine gelmeyen her durumda ‘…ama 251 şehit’ istismarına girişiyorlar. 

KHK ile mağdur edilenleri gündeme getiriyorsun ‘251 şehit’ ile cevap veriyorlar. Tutuklanan lohusa kadınları, hapishanede büyüyen bebekleri, işkence gören ihtiyarları söylüyorsun hemen ‘ama 251 şehit’ diye başlıyorlar. 

İşkenceyle öldürülen Gökhan Açıkkollu’yu, ilaçları verilmediği için cezaevinde hayatını kaybeden öğretmen Halime Gülsu’yu söylüyorsun cevap ‘251 şehit’le geliyor. 

Keyfi tutuklamaları, el konulan çökülen servetleri söylüyorsun ‘251 şehit’ diyorlar. Meriçte boğulan çocukları, yokluğa terk edildiği için bunalıma girip intihar edenleri hatırlatıyorsun ‘ama 251 şehit’ diye başlayıp ‘onların hakkı ne olacak?’ diyorlar.

Annesi babası tutuklanmış çocuklara yardım yapanlara yönelik operasyonu eleştiriyorsun hemen ‘251 şehit’ deniyor

Örnekleri uzatmak mümkün. Hatta yolsuzlukları, işçi ölümlerini, polis şiddetini söylüyorsun cevap ‘251 şehit’le başlıyor. 

Açıkçası ‘251 şehit’ Saray rejimi için kullanışlı bir savunma-örtme aracına dönüştürüldü. 

Bir tanesi de çıkıp “iyi de ne alakası var 15 Temmuz şehitleri ile Yusuf Kerim’in ya da Anadolu’nun ücra bir köşesindeki öğretmenin” demiyor. 

Eğer AKP’lilerin gerçekten ‘251 şehit’ diye bir derdi olsaydı her şeyden önce o tuhaf gecede yaşananları bütün boyutlarıyla anlamaya, aydınlatmaya çalışırlardı.

Mesela Leyla Şahin Usta TBMM Darbe Araştırma Komisyonu raporuna ne olduğunu, kimler tarafından nasıl yok edildiğini sorabilirdi.

Eğer 251 şehit ile ilgili en ufak bir kaygıları olsa şehitlerin vücudundan çıkan TSK envanterinde olmayan mermileri sorarlardı. 

Otopsi-balistik incelemesi yapılmayan cesetlerin izini sürerlerdi.

En başta Erdoğan’a ‘darbeyi nasıl öğrendiğine dair 4 ayrı saat verdiniz. Enişte yalanına inanmamızı beklemiyorsunuz herhalde’ diyebilmeleri gerekirdi. 

İhbarcı binbaşının açıkça darbe olacağını söylemesine rağmen önlemeyen Hakan Fidan ve Hulusi Akar’ı sorgulardınız mesela. 

Darbe ihbarı geldikten sonra MİT karargahında çorba içmeye giden Fidan’ın , en temel tedbirleri almayan Hulusi Akar’ın neden mahkemelerden kaçırıldığın sorgulardınız. 

Tabi şehitlere dair bir kaygınız olsaydı. 

Erol Olçok’u sniper ateşi ile kimin öldürdüğünü araştırırdınız mesela ? Zekai Aksakallı’ya kahraman muamelesi yapmak yerine uçuş yasağına rağmen Semih Terzi’yi Ankara’ya nasıl getirttiğini, neden öldürttüğünü, Ömer Halisdemir’i öldüren Mihrali Atmaca’Yı neden tebrik ettiğini sorgulardınız. 

Darbe ihbarına rağmen onlarca generalin düğünlerde halay çekiyor olmasındaki garipliği sorgulamayacaksınız, o akşam Cumhurbaşkanı, Başbakan, Mit Müsteşarı, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları birbirini aramayacaklar, çok kolay önlenebilecek darbeyi önlemek için hiçbir adım atmayacaklar siz bunları normal karşılayıp sorgulamayacaksınız ancak 251 şehitten 6 yaşındaki kanser hastası çocuğu sorumlu tutacaksınız öyle mi? 

Öte yandan; 15 Temmuzu kurgulayanların amacı aslında 251 değil binlerce insanın ölmesiydi. Niyetleri ülkeyi kan gölüne çevirmekti. Çeşitli nedenlerle başaramadılar ama şunun da altını çizeyim.

15 Temmuz’a dair söylenmiş büyük yalanlardan birisi de 251 şehit olayıdır. 

Çünkü 15 Temmuz Ölümlerini Araştırma Platformu (www.15temmuzplatformu.com) nun çalışmalarına göre 251 şehitten en az 63ünün darbeyle ilgisi yok. Bu 63 ölümün 9’unun otopsi raporuna göre ölümlerine askere ait olmayan mermi neden oldu. 

Şehitlerden 12’si trafik kazası, kalp krizi gibi nedenlerle hayatını kaybetti. 

8’i dost kurşunu, biri maktülün kendi kendini vurması ,34 tanesi ise sniper kurşunu ile öldü.

Merminin geliş açısı, askerin konumu, atış mesafesi, barut izi, bazı kamera kayıtları, askeri envanterde bulunmayan mühimmatın oluşu net bir biçimde keskin nişancı varlığını ortaya koyuyor.

Durum o kadar açık ki siyasetin payandası olmuş AKP yargısı bile bu ölümlerin 11’i hakkında asker lehine beraat veya takipsizlik vermek durumunda kaldı.

Yani ‘251 şehit’ söylemi de bir yalandan ibaret. 

Sözün özü; her sıkıştıklarında ‘ama 251 şehit’ diyen iktidar yandaşları.. Hiç kusura bakmayın; iki yüzlü ve istismarcısınız

Derdiniz ne şehitler ne de onların geride bıraktığı yakınları

Tek gündeminiz iktidarınızı sürmek, cebinizi doldurmak. Bazılarınız ise ‘251 şehit’ diyerek ancak kırıntıları kalmış vicdanlarını rahatlatıyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun dediği gibi, Allah’tan değil Erdoğan’dan korkuyorsunuz. 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version