Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hocaefendi’nin Hutbeler kitabını okumaya sondan başladım

Hocaefendi’nin Hutbeler kitabını okumaya sondan başladım


YORUM | AHMET KURUCAN

İlk defa bir kitabı okumaya sondan başladım. Adetim olduğu üzere kitabın fihristine baktım önce, sonra önsözü okudum, ardından kaynakçasını inceledim. Sonrasında kitabı karıştırırken bazı tarihler gördüm. Mesela: 10 Kasım 1967, Kestanepazarı; 12 Nisan 1974, Alemizade Camii, Edremit; 12 Ekim 1979 Merkez Camii, Bornova-İzmir. Heyecanlandım bunları görünce. Neden mi? Hizmeti 1976 yılında tanıdım. Hocaefendi’nin Bornova’da vaiz olduğu yıllar. Kaç defa Tavşanlı’dan bir grupla birlikte İzmir’e gittik vaaz ve hutbe dinlemek için. Gidemeğimiz zamanlarda da telafisini yapardık. O vaaz, hutbe ve yatsı namazı sonrası yapılan soru-cevaplı sohbetlerin kasetlerini Yumurtacılar sanayisinin karşısındaki yurdumuzda hep birlikte dinlerdik. Cumartesi akşamları olurdu bu dinlemeler. Çünkü kasetler bir hafta gecikmeli olarak ancak elimize ulaşırdı. Maddi imkânı olanlar Safa-Zemzem kitabevinde çoğaltılan o kasetleri satın alırdı. Olmayanlar da onlardan ödünç alarak dinlerdi. Sözün özü şu; ben Bornova vaaz, hutbe ve sohbetlerini defalarca dinlemiş bir insandım. Ama Kestanepazarı veya Edremit vaazlarının, hutbelerinin hiç birini dinlemedim. İşte beni heyecanlandıran bu oldu ve önce Kestanepazarı ve Edremit hutbelerini okudum. Onun için kitabı okumaya sonundan başladım. 

Ne gördüğümü hemen söyleyeyim; düşünce istikameti, baştan belirlenmiş hedefe kilitlenme, hitabet üslubunun on yıl öncesi ile on yıl sonrası arasında fark olmayışı. Gerçekten şaşırdım. Ben zannediyordum ki hani çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemleri misali Hocaefendinin eski yıllardaki üslubu çıraklık veya en azından kalfalığa tekabül ediyor. Bornova yılları ise ustalık. Çünkü sonraki dönemleri biliyorum. Bornova ile sonraki dönemler arasında camilerde yapılan vaaz ve verilen hutbeler açısından ciddi bir fark yok.

İlahi inayet diye nitelendiriyorum ben bu üslubu. Allah vergisi denir ya halkımız arasında: Allah vergisi. Ne şân eğitimi ne de hitabet sanatı dersleri almış. Ama öyle bir hitabete sahip ve sesini öyle bir kullanıyor ki şaşırmamak elde değil.

Gelelim kitabın muhtevasına. Üslup aynı.  Bir konuyu hutbe standartları içinde efradını cami ağyarını mâni bir şekilde ele alıyor. Bu bir. İki, başlangıçta hutbe konusuna zihinleri teksif ediyor. 52 hutbenin yer aldığı hutbe başlıkları üzerinde bir ayeti ser levha yapıyor. Mesela ‘Allah’a Güvenmek’ başlığı verilen hutbede “Rabbinin hükmü yerine gelinceye kadar sabret” diye başlayan Tur suresi 48-49 ayeti okuyor ve o ayetin ilham ettiği düşünceleri arzediyor. İlerleyen safhalarda ya peygamber tarihinden ya da asrı saadet’ten seçtiği örnekleri sunuyor. 

İşte burası bana göre meselenin can damarını teşkil ediyor. Âteşîn bir dil kullanıyor. Anlattığı hadisenin içine giriyor ve tabir caizse o vak’adaki kahramanın rolünü oynuyor. Fethullah Gülen değil Mus’ab oluyor, Ammar oluyor, Halid oluyor. Ve en önemlisi hissiyat tufanı içinde olup gözlerinden yaşlar aktığı ve buna bağlı olarak cemaatin de o tufanda kendisine eşlik ettiği esnada akliliği  hiç elden bırakmıyor. Başka bir tabirle hissiyatına mağlup olup daha sonra onaylamayacağı bir cümle hatta bir kelime ağzından çıkmıyor. Hatip olanlar bilir; irticali konuşmalarda bu türlü yanılmalar hep olur. İnsan ya hissiyatına mağlup olur ve sonra aklının onaylamayacağı sözleri ağzından kaçırır veya hissiyat söz konusu olmamasına rağmen maksadı aşan beyanlarda bulunabilir. 

Ve üç istisnasız her bir hutbesinde meseleyi günümüze getirip ondan ne anlayacağımızı, buradan nasıl bir hareket planı çıkartacağımızı ele alıyor. Bakın şu sözler kendisine ait: “Muhterem Müslümanlar! Devr-i saadeti kurcalarken, o asırdan misaller verirken, nazarımızı daima asrımızdaki hadiselere çevirmek, anlatılan şeylerin bu asırdaki durumuna bakmak, ona göre ders almak gerekir. Meseleler gönüllerimizde heyecan uyandırsın diye değil, bizi hislendirsin diye değil, bir hakikatin yüzünden perdeyi kaldırsın, o asırda görüldüğü gibi bu asırda da o hakikat görülsün diye anlatılmaktadır.” (s,308)

Ve son bir nokta, çevremizde birçok insan Hocaefendinin asri saadet ve sahabe anlatımlarını seçici okumalar üzerinden yaptığını söyler. Ben de kısmen katılıyorum bu tespite. Sahabenin insani kimliklerini neredeyse üzerlerinden sıyırıp atacak ve meleknümûn varlıklar yapacak bir dili vardır Hocaefendinin. Ama bu sathi bir bakış açısıdır. Belki yoğunluk ve çoğunluk açısından böyle olabilir -ki benim kısmen katılıyorum dememim sebebi budur- ama Hocaefendi sahabenin insanî özelliklerine de çok defalar vurgu yapmıştır. Onların da insan olduğu, zaaflarının bulunduğu, kendi aralarında kavga ettiği, tartıştığı, anlaşamadığı, birbirlerini sevmediği nice nice vakalar anlatmıştır. Bunun örneklerini bu hutbeler kitabında da görebilirsiniz.

Ama bu kitapta bir şey daha dikkatimi çekti benim; Hocaefendi onların bu özelliklerini nazara verirken bir taraftan onları müdafa edecek bir dil ve üslup kullanıyor, diğer taraftan bunun üzerinden dinleyicilerine çok etkin bir mesaj veriyor. Mesela: “Muhterem Müslümanlar! Onlar da zengindi…Onların da malı, mülkü, serveti vardı…Dünya onlar için de cazipti, onlar da mal biriktirir ve bununla övünüp caka satabilirdi…Fakat onlar, nazarlarını güzeller güzeline çevirmişlerdi. Dünyanın zinet ve depdebesine aldanmamışlardı. Şeytan onları saptırıp yoldan çıkaramamıştı. Çünkü onlar bir kere nazarlarını Allah’a tevcih etmiş, Allah’a dönmüş ve bir daha da sonuna kadar ebedi mihraplarından, Allah kapısından ayrılmamışlardı. İnsan için mümkün olan bu işi rahatlıkla yapmışlardı. Ve bize çizdikleri tatlı tablolarla, tatlı dersler vermişlerdi ibret alalım diye.” (s, 327)

Sağ olsun Süreyye Yayınları. Bizi maziye doğru götürdü bu Hutbeler kitabı ile. O günleri yaşamış insanlar için nostalji olmanın ötesinde bir anlam ifade ediyor bu kitap. Yaşamayanlar için ise bilgi kaynağı. Keşke hutbe sıralaması eskiden yeniye  kronolojik bir sıra içinde yapılsaydı. Ama bu da güzel. Hiç olmazsa hutbelerin altına tarih ve yer konulmuş. Emeği geçenlere teşekkürler. Fakat teşekkürürün ve duanın büyüğü elbette eskimeyen ve zamanını aşan bu beyanları bize ders veren Hocaefendi’ye. Allah ömrünüzü muzdad kılsın Hocam. Vücudunuza sıhhat ve afiyet ihsan buyursun.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version