YORUM | AHMET KURUCAN
İkisi de merhum oldu. Babamın yakın arkadaşıydı. Terzi dükkanı vardı, sonra inşaat sektörünün gidişatını gördüğü için inşaat malzemeleri satan bir dükkan açtı. Liseli yıllarım. Enflasyon had safhada. Bir ay önce raflara koyduğunuz bir malı sattığınız fiyata toptancıdan geri alamıyorsunuz. Bu durumda kar etme bir tarafa zarar ediyorsunuz. Hocaların ise: “Peşin ile vadeli satış arasında fiyat farkı haramdır, enflasyon farkının alacağa ilave edilmesi haramdır, akit esnasında enflasyonist ortamdan dolayı paranın değer kaybının alacağa ilave edileceğini şart koşmak haramdır, akitlerde alacaklı ya da borçlu taraflardan birine tek taraflı fayda sağlayan her şey haramdır” vs. hükümlerini peşpeşe sıraladığı zamanlar o zamanlar. Ama bunların hiçbiri alacaklının zararını kapatmaya yetmiyor.
Şöyle yapmıştı o merhum; açık hesap veresiye sattığı mala: “Şu an satış fiyatı bu ama borcunu ödemeye geldiğinde o gün bu malın satış fiyatı kaç lira ise onu alırım” diyor ve alacak defterine para yerine sattığı malın adını yazıyor. Bugünkü gibi hatırımda, çiçeği burnunda İlahiyat talebesi olduğum o yıllarda her Tavşanlı’ya gidişimde ‘Bu caiz mi?” diye bana sorulurdu.
Şimdi dikkat; kimden fetva almıştı o merhum Ağabey? Hiç kimseden? Buna caiz diyecek birisini olsa da bulamazsın o zaman. Hele bizim 10 bin nüfuslu mutaassıp bir din anlayışına sahip olan hocalarımız arasında. 14 asır öncesinin sosyo-ekonomik şartları altında İ. Azam’ın, İ. Ebu Yusuf’un görüşlerini tercüme kitaplardan okuyarak cevap veriyorlardı zira. Keşke doğru tercihte bulunsalardı. Müfta bih görüşe baksalardı. Zira İ. Ebu Yusuf, borçlanılan para birimi değer kaybederse o borç zati değeri olan ve değer kaybı yaşamayan gümüşe endekslenebileceğini söyler. Buradan hareketle kıyas-ı içtihadiler yapabilir ve alacaklının zararını kapatacak farklı hükümler üretebilirlerdi. Heyhat!
Sorum cevapsız kalmasın. Kimden cevaz almıştı? Hiç kimseden. Kendi aklından, vicdanından, hayatın inkar edilemez gerçeklerinden, öyle devam ettiği takdirde her geçen gün sermayesinin tükenişinden. Meşhur deyimle ifade edeyim; hayat boşluk kaldırmaz. Siz değişen ve gelişen şartlar altında mevcut hükümleri yenilemezseniz, değişen arka plan şartlarını merkeze koyup hukuki görüşlerinizi güncellemezseniz, insanlar doğan o boşluğu kapatırlar. Nitekim hem dün hem bugün hem de yarın kapattıkları ve kapatacakları gibi.
Uzun bir giriş oldu. Olsun. Dejavu yaşıyor güzel ülkem şu anda. 40-50 yıl öncesi, resmetmeye çalıştığım ve benim bizatihi yaşadığım bu manzara şu anda tekrar ediyor. Ve bu eksende bana ulaşan soruların da ardı arkası kesilmiyor. Hak vermemek elde değil. İmanlı insanlar, ticari kazançlarının helal olmasını istiyorlar. Onun için hem menfaatlerini koruyacak hem de vicdanlarını rahatlatacak bir arayış içindeler. Sorulan soruların amacı bu.
Akademik bir dergide makale yazmıyorum. Günlük bir gazetede biraz da dili sadeleştirilmiş bir üslup ile değerlendirmeler kaleme alıyorum. Aksi takdirde artık bu köşenin müdavimlerinin bildiği tarzda Kur’an, sünnet, gelenek diye başlayıp çok uzun bir yazı dizisi kaleme alabilirim. Usul ve fürua ait teknik tabirler kullanabilirim. Ama Adem Yavuz Arslan kızıyor bana. “Pehlivan tefrikalarına dönüyor yazıların” diyor. Ben de hak veriyorum ona. Bir zamanların Tercüman gazetesinde yer alan Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Koca Yusuf, Çolak Mümin pehlivanların tefrikalarını dükkanımızdan karşısında yer alan Efkar Hasan’ın kahvesinde her gün okurdum ben, dedem ve arkadaşlarına. Bu defa söz veriyorum, pehlivan tefrikasına dönmeyecek. Gerektiği ölçüde geleneğe atıfta bulunup ve yer yer de teknik terimler kullanma şartıyla bir yazıda bitirecek ve cevap vereceğim bu soruya.
1-Herkesin bildiği gibi enflasyon paranın değer kaybı, alım gücünün düşmesi, mal ve satın alınabilir hizmetlerin yükselmesi demek.
2-Enflasyonun yol açmış olduğu sosyal, ekonomik, ahlaki sorunlarla baş etmek için bugünkü ekonomik sistem faizi çözüm yollarından biri olarak kullanmaktadır.
3-Borca diyelim ki % 5 oranda ilave edilen faizin enflasyon oranının altında ya da üstünde olması tartışmanın ana konusunu oluşturmaktadır.
4-Gelenekte mesele dört ayrı şekilde ele alınmıştır.
a-Akdin yapıldığı tarih itibariyle enflasyon/paranın değer kaybı hiç konuşulmaz. Ödeme zamanı geldiğinde değer kaybı gerçekleştiyse zarar eden taraf bu farkı isteyebilir.
b-Hayır, farkı isteyemez. Zira bu reel faizdir. Ama bir taraftan da zarar inkar kabul edilemez bir gerçektir; öyleyse taraflar sulh yoluyla zararı aralarında paylaşmalıdır.
c-Enflasyon tahakkuk ettiği an alacaklıya akdi tek başına fesih hakkı tanınabilir.
d-Değer kaybı istenemez, borç misliyle yani aynı miktar ödenir. Zira para misli maldır.
Yazıyı detaylara boğmayacağım dediğim için kısaca geçtim ama şunu söylemeden edemem; 4 mezhepte hakim olan genel görüş misliyle yani borcun tahakkuk ettiği anda anlaşılan miktarın ödenmesidir. A,b,c diye kaydettiğim ilk üç görüş ise mezhepler içinde bazı alimlerin istisnai görüşleri olarak kayda geçmiştir.
5-Pekala bu dört içtihadı dönemin fukahası paranın değer kaybı ve fazlalık faizi dediğimiz ribe’l fadl anlayışına göre belirlemiş ve tercihler yapmış. Şimdi biz bu dört görüşten birini tercih etmek zorunda mıyız? Başka bir yol bulamaz mıyız? İslam hukuku bu konuda bütün yolları günümüz insanına kapatmış, yeni arayışlar içine girmesin mi demektedir?
Bu sorunun cevabı açık, seçik ve net; hayır. Aksi halde bu hukukun kendini inkar etmesi olur. Müntesiplerini dünde yaşamaya mecbur bırakması anlamına gelir böyle bir şey. Kaldı ki adı üzerinde içtihadi, beşeri ve üretilmiş görüşlerdir bunlar. Bugünün reel gerçeklerine bağlı olarak günümüz hukukçuları, ekonomistleri ve kanun yapıcıları bir araya gelerek başka bir çözüm yolu rahatlıkla bulabilirler hatta bulmak zorundalar. Zira yukarıda zikrettiğimiz dört görüş hem kendi mecrasında akıp giden ticaretin akışına kısmen ters hem de tarafların çıkarlarını karşılıklı olarak gözeten unsurları korumuyor. Belki b ve c şıkkındaki tarafların zararı paylaşması veya akdi fesh etmesi bundan istisna tutulabilir ama o da ticaretin akışını engelleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Pekala ne yapılabilir? Ne teklif ediyorsun diyebilirsiniz. Öncelikle enflasyonist bir ortamda yaşıyoruz ve borcun ödeme zamanına gelinceye kadar da enflasyon oranını tahmin etmek imkansız. Bu durumda akdin başında ödeme zamanı geldiğinde enflasyon miktarı fazlalığın borca ilave edileceği şart koşulamaz mı? Neden olmasın? Konu adalet ise, haksız kazancı önlemek ise, aldanmama ve aldatmama ise, zarara uğramama ve zarar vermeme ise gerçekten neden olmasın? Kaldı ki enflasyon nispetindeki fazlalık sadece paranın yani alacağın değer kaybını karşılayacağı için ribe’l fadl dediğimiz reel faize de girilmemiş olacak.
Evet, günümüz dünyasında kaleme alınan ve İslam ekonomisi çalışan bazı akademisyenlerden bazıları aynen bu teklifi yapmaktadırlar ki bu satırların yazarı da bu görüşe katılmaktadır. Bazıları ise “Bu şart akde ilave edilebilir ama borçlu bu fazlalığı vermeye zorlanamaz’ demiştir ki bunun sebebi reel fazlalık ve bu fazlalığın faiz olma endişesidir. İyi ama zararın muhakkak olduğu bu durumda alacaklı aleyhine tahakkuk eden zarar nasıl tazmin edilecek? Sıra buna gelince sükut. Şekil şartları ağır basıyor bu zihniyette. Gâî yaklaşım sergileyemiyorlar. Maksada bakmıyor ve bakamıyorlar. Halbuki sorun bu ve bu tercih verili soruna çözüm olmuyor.
6-Sonuç itibariyle aynı noktada birleşmesine rağmen bir önceki maddeden farklı bir durum daha var; o da günümüz ticaret dünyasında borcun zamanında ödenmemesi. Yaygın bir adet bu. Bu verili durum da ödeme zamanında enflasyon farkının alınacağı şartını akde koymanın lehine bir delildir. Ayrıca klasik fıkıh kitaplarımızda alacaklının alacağını zamanında tahsil etme adına gerekli gayreti göstermesi, borçlunun da borcunu ödeyebilecek imkana sahip olduğu halde ödememesi durumunda alacaklının muhtemel bir gelirden olduğu düşüncesiyle bilirkişi raporuyla o hayali gelir bile alacağa ilave edilebilir içtihatları vardır.
7-Buraya kadar yazdığımız maddeler doğrultusunda ‘Akdin imzalanması esnasında ortaya konacak enflasyon oranı borca ilave edilir’ gibi şartlar İslam hukukunda garar ve cehalet dediğimiz çerçeve içine girmez mi sorusu akla gelebilir? Evet, girebilir ve muhtemel alıcı ile satıcı arasında anlaşmazlığa da sebebiyet verebilir. Onun için başlangıçta paranın değer kaybının tahakkuku durumunda neyin ölçü alınacağı baştan çok net bir şekilde belli edilmelidir. ‘Şu kurumun söz gelimi tüketici fiyatlarını baz alarak açıkladığı enflasyon rakamlarına göre’ denilip te’vil ve tefsire imkanı olmayacak netlikte bir cümle ile kayda geçirilmelidir.
8-Akit esnasında TL üzerinden yapılan bir borçlanmanın enflasyondan etkilenmeyen veya öngörülebilir şekilde etkilenen altın veya döviz üzerinden yani bir başka para birimi ile ödenmesi kararlaştırılabilir mi? Evet yapılabilir.
İkinci soru; ödeme zamanında altın veya döviz ile borç ödenirken enflasyon farkı da ayrıca talep edilebilir, alacağa ilave edilebilir mi? Benim şahsi kanaatim hayır. Neden? Başlangıçta TL üzerinden yapılan alışverişin döviz veya altın ile ödenmesi zaten TL’nin değer kaybından kaçmak için yapılan bir işlemdir. Ama ilerleyen zamanlarda borçlu aleyhine gelişen bir durum oldu ve alacaklı için evdeki hesap çarşıya uymadı ise, altın ve dövizin değerinde alacaklı aleyhine gelişmeler oldu ise bu durumda borçluya ikinci bir yük yüklemenin doğru olmadığına inanıyorum. Onun için ya baştan TL üzerinden enflasyon oranı miktarınca fazlalık ana borca ilave edilir demeli ya da altın ve döviz ile tahsil edilir deyip anlaşma kapatılmalıdır. Bununla beraber borçlu olan taraf bunu kabullenir ve enflasyon farkını verirse ona da bir şey demem.
9-Vadeli alışverişlerde enflasyon farkı talep edilmemelidir. Satım esnasında peşin ile vadeli fiyat farkını ödeme şartlarına göre belirleme satıcının sorumluluğu altındadır ve satıcı bu farkı muhtemel enflasyonu da nazara alarak belirler. Artık bunun üzerine bir de tahminin üzerinde gerçekleştiği için enflasyon farkını talep etme alıcı ile satıcı arasında ciddi tartışmalara ve anlaşmazlıklara sebebiyet verebilir.
10-Baştan itibaren dile getirdiğimiz enflasyon oranı gabn-i fahiş/aşırı aldatma tabiriyle nitelendirilebilecek çerçevede olan alışverişler için geçerlidir. Yoksa ticari hayatın içinde tahammül edilebilecek ölçüde yani gabn-i yesir denilen küçük oranlardaki zararlar yani enflasyon bu yaklaşımların haricinde kabul edilmelidir.
Söyleyebileceklerim bu kadar.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***