YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşanan büyük facialardan birisi de Japonya’ya gönderilen Ertuğrul Fırkateyninin dönüş yolunda yakalandığı fırtına nedeniyle kayalıklara çarparak batması ve mürettebatının büyük bir kısmının hayatını kaybetmesidir.
Yolculuk kararından itibaren okyanusa dayanamayacağı belirtilmesine ve gidiş yolunda yaşadığı problemlere rağmen yoluna devam eden gemi, büyük bir faciayla karşılaşmışsa da zamanla Türk tarih ve edebiyatında “muhayyel” bir kahramanlık destanına dönüşmüştür.
AMAÇ NEYDİ?
Ertuğrul Faciası hakkında ilk kapsamlı yayın, faciadan yaklaşık yirmi yıl sonra “vesaik-i resmiyye ve hususiyeye müstenid” olarak Süleyman Nutku tarafından yazılan ve “Ertuğrul Fırkateyni Faciası” adıyla Matbaa-i Bahriye’de 1327’de (1911) basılan eserdir. Bu kapsamlı çalışma bugün de temel kaynakların başında gelmektedir. Nutku, Abdülhamit’in tahttan indirilip Selanik’te sürgünde bulunduğu sırada yazdığı eserinde dönemin Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Paşa ve Abdülhamit’i beş yüz kişinin ölümünden sorumlu tutmaktadır.
Akademik olarak ilk çalışma, İstanbul Üniversitesi’nde Deniz Kuvvetleri Arşivi’nden de yararlanarak yüksek lisans tezi olarak yapılmış olup yararlanılması gereken kaynaklar arasında yer almaktadır. Bunun yanında bugün Osmanlı Arşivleri’nde (BOA) de yolculuk öncesinden başlayarak yolculuk güzergahında yaşananlar, facia ve sonrası ile ayrıntılı belgeler mevcuttur.
Türkiye’de yapılan çalışmaların en büyük eksikliği Japon kaynaklarına başvurulamamasıdır. Bu eksiklik son otuz yıl içerisinde Japon araştırmacıların Türkçe olarak yayınlanan çalışmalarıyla bir nebze giderilmiş gözükmektedir.
Osmanlı-Japon ilişkilerinin başlaması, Japonya’da İmparator Meiji’nin geniş yetkilerle yönetimi ele geçirmesi sürecine dayanmaktadır. Bu dönemde Japonya’nın güçlenmeye başlaması, yüzyıllardır Rusya’nın kendi topraklarındaki istilasını bir türlü durduramayan Osmanlı yönetiminin dikkatini çekmiştir.
1871’de İstanbul’a gelen Fukuchi Genichrio ilk Japon temsilci oldu. Japonya Dışişleri Bakanı’nın 1875’te batıya açılma süreci çerçevesinde Londra Büyükelçiliği’ne Osmanlı Devleti ile resmi ilişkilerin kurulması için emir vermesiyle başlayan diyaloglar, 1881’de Dışişleri Bakanlığı memuru Masaharu Yoshida başkanlığındaki ilk Japon resmi heyetinin İstanbul’a gelmesiyle sonuçlandı. Heyet padişah Abdülhamit’i de ziyaret etti.
1887’de de Japon Prensi Kamatsu ve eşi, Avrupa’nın askeri durumunu inceleme amaçlı gezi sonrasında İstanbul’a gelerek padişah Abdülhamit’i ziyaret ettiler. Görüşmenin içeriği tam olarak bilinmese de Kamatsu’nun padişaha imparatorun özel nişanını takdim ettiği görülmektedir. İşte bu ziyaret sonrasında Japonya’ya bir heyet gönderilmesi kararlaştırıldı.
Dolayısıyla seyahatin öncelikli amacı, bir iade-i ziyaret yapılmasıdır. Böylece bu ziyarette Japon imparatoruna “imtiyaz nişan-ı hümayunu” takdim edilecekti (BOA, HR. TH. 92/72).
Ziyaret sayesinde başta Japonya olmak üzere Asya devletleriyle ilişkiler kurulması amaçlanmıştır. Bunun yanında Osmanlı Arşivleri’nde de yer alan bilgiye göre seyahatin diğer amacı, Bahriye Mektebi mezunlarının teorik bilgilerini pratiğe dönüştürmekti. Bazı araştırmacılar, İngiltere ve Rusya’nın tepkisinden çekinildiği için “hilafet” yerine bu hususun öne çıkarıldığı kanaatindedirler.
Nitekim resmi yazışmalarda “Bahriye Mektebi mezunlarının Çin ve Japonya taraflarında ikmal-i malumat” edecekleri (BOA, Y. MTV. 38/136), bunun için “Ertuğrul Fırkateyni’nin tahsisinin münasip olacağı (BOA, Y. HUS, 222/59)” hususları yer almaktadır.
Öne çıkan bir iddia da geminin rotasının Müslüman halkın yaşadığı limanları ziyaret edecek şekilde planlandığı ve amacın Abdülhamit’in İslamcılık siyaseti doğrultusunda Asya Müslümanları arasında “hilafet propagandası yapmak” olduğudur. Ancak resmi yazışmalarda özellikle Müslümanların yaşadıkları limanların ziyaret edilmesi ve buralarda mesela propaganda için broşür dağıtılması gibi bir emir gözükmemektedir.
Takip edilen güzergâh da gemilerin geleneksel rotasıdır. Belki de hükümdarlığı süresince temkinli bir siyaset izleyen Abdülhamit bu seyahat vesilesiyle Hindistan’ı elinde bulunduran İngilizlerin ve “ezeli düşman” Rusların tepkisinden çekindiği için resmi yazışmalarda “iade-i ziyaret” ve Bahriye Mektebi mezunlarının tecrübelerini artırmaları hususları öne çıkmıştır.
Abdülhamit Japonya’ya temsilcisi olarak “birkaç lisan bilen” Miralay Osman Bey’i göndermeye karar vermiş, uzun incelemelerden sonra da “yelkenle harekete ve uzun yolculuğa dayanıklı olduğundan” Ertuğrul fırkateyni seçilmiştir.
Gemi komutanına verilen talimatta sadece güzergâh değil mevsim rüzgarlarının da dikkate alınması istenmiştir. Ayrıca talimatta, “Her yerde ve her halde fırkateyn mürettebatı İslam dininin gereklerini yerine getireceklerdir” denilmiş, gidilecek limanların haritasının yapılabilmesi için gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir.
SAĞLAM MI DEĞİL Mİ?
Ertuğrul fırkateyni 1874’te İstanbul’da inşa edilmişti. Dolayısıyla on beş yıllık bir gemiydi. Bazı kaynaklar Ertuğrul’un okul gemisi olduğunu belirtirken bazı kaynaklar ise “harp gemisi” olduğunu ifade etmektedirler.
Ertuğrul’un yolculuk öncesi hazırlığının büyük bir dikkatle yapıldığı ve bu sürecin sadrazamlık tarafından yakından takip edildiği görülmektedir. Buna karşılık deniz subayları arasında “Japon Denizi’ndeki tayfunların birçok gemiyi yediği” belirtilerek geminin böyle bir yolculuğa dayanamayacağına dair tartışmalar başlamıştır. Hatta bazı subaylara göre Ertuğrul’un böyle bir seyahate çıkması “bir cinnet ve intihardı”.
O dönemde Osmanlı bahriyesinde görev alan ve Ertuğrul’da çarkçıbaşılık yapan İngiliz Binbaşı Hearty Bey de Ertuğrul’un böyle bir seyahate dayanamayacağını içeren bir rapor sunmuştu. Ancak bu rapor Abdülhamit’e ulaştırılmamış ve Hearty, Adalar hattında çalışan bir vapura tayin edilmişti.
Muhtemelen sonradan durum Saray’a da intikal etmiş ve Sadaretten “bu yolculuğa uygun bir geminin ayarlanması ya da geminin yolda kalmasının yar ve ağyara karşı ayıp olacağından” gereken tamiratın buna göre yapılması istenmiştir
Bunun üzerine Bahriye Nezareti’nin emriyle gemi bir heyet tarafından tekrar incelenerek “Ertuğrul fırkateyni Japon ve Hint denizlerine gidebilecek her türlü fenni şartlara haizdir” şeklinde rapor verilmiştir. Hearty’nin de “ecnebi bir makine subayı” olduğu için başka bir gemiye tayin edildiği belirtilmiştir.
SÜVEYŞ’TEN JAPONYA’YA
Seyahatin önemi ve zorluğundan dolayı gemi mürettebatı da yeniden oluşturuldu. Miralay Osman Bey’in komutanlığındaki gemide kaptan olarak Hint Okyanusu tecrübesinden dolayı Süvari Ali Bey görev yapacaktı. Toplam mürettebat altı yüz yedi olarak belirlenmişti. Bu kişilerin kırkı subay, on dördü Mekteb-i Fünun-ı Bahriye’den mezun mühendisti.
Hazırlıkların tamamlanmasından sonra gemi 14 Temmuz 1899’da İstanbul’dan hareket etti. Ancak geminin yola çıkmasıyla beraber talihsizlikler de başladı. Alınan kılavuzun yanlış manevra yapması nedeniyle yolculuğun başlamasından iki hafta sonra gemi, Süveyş’te karaya oturdu ve dümeni kırıldı. Bu durum İstanbul’da Ertuğrul’un sağlamlığı tartışmalarını yeniden başlattı.
Bu talihsiz olay sonrasında geminin tamirinin birkaç ay süreceğinden okyanustaki sefer mevsiminin geçeceği anlaşıldı ve Mirliva Osman Bey’in takdim edilecek hediyeleri bir posta vapuruyla ulaştırılması kararlaştırıldı. Bu dönemde Osmanlı bahriyesinde müşavir olarak görev yapan İngiliz Woods Paşa da geminin geriye çağrılmasını teklif eden bir rapor sundu. Ancak Osman Bey tamiratın uzun sürmeyeceğine dair bir rapor takdim edince bundan vazgeçildi.
Süveyş’teki bakım ve tamirat sonrasında gemi, yaklaşık iki aylık bir gecikme sonrasında 23 Eylül’de yeniden yola çıktı. Önce Cidde sonra da Aden’e ulaşan geminin sonraki rotası Bombay oldu. 21 Ekim 1889’da Bombay’dan ayrılan gemi, 15 Kasım’da Singapur’a ulaşmıştı. Gemi Singapur’da iken Osman Bey de mirlivalığa terfi ettirilmiş ve “Paşa” olmuştur.
Gemi Komutanı Mirliva Osman Paşa
Komutan Osman Paşa, yolculukla ilgili sürekli olarak İstanbul’u bilgilendirmekteydi. Örneğin 29 Kasım’da Bahriye Nezareti’ne gönderdiği telgrafta; her yerde çok güzel karşılandıklarını, Müslüman halkın gemiyi ziyarete geldiğini, Singapur’a vardıktan sonra da Cava ve Sumatra’dan Müslüman prenslerin ziyarete geldiğini bildirmiştir.
Ertuğrul’un ziyareti, Bombay’da İngilizce olarak yayınlanan gazetelere de yansımış ve gemiye, mürettebata dair bilgiler verilmişti. Mürettebatın yukarıda söz ettiğimiz talimat doğrultusunda Cuma namazında bulunması da Müslüman halkın dikkatini çekmiş ve Müslüman halk büyük bir ilgiyle gemiyi ziyaret etmiştir.
Bu haberlerde “hilafet” vurgusu yapılmakta ve ziyaretin Osmanlı-İngiliz ilişkilerini olumlu etkileyeceği belirtilmekteydi. Bu tür olumlu haberler İstanbul gazetelerinde de yer almıştır. Müslüman halkın ilgisine dair bilgiler Osmanlı Arşivleri’nde de yer almaktadır (BOA, Y..A… HUS. 232/66).
Ertuğrul’un diğer talihsizliği de Singapur’da yaşandı. Eylül ayıyla birlikte mevsim rüzgarlarının yön değiştirmesinden dolayı düzgün bir rota takip edilemeyecek, kömür sarfiyatı artacak ve belki de yetmeyecekti. Hatta İstanbul’a hava muhalefeti dolayısıyla geminin yoluna devam edemeyeceği bile yazılmış (BOA, Y..PRK.ASK. 58/100), rüzgarların değişmesi için de haziran ayının beklenmesi gerektiğinden Osman Paşa’nın bir posta vapuruyla yola devam etmesi talep edilmişti. Böylece Süveyş’ten sonra ikinci kriz burada ortaya çıkmıştı.
Bahriye Nezareti bu teklifi reddetse de gemi burada üç aydan fazla kaldı. Bu sırada Seylan ve Hindistan’da yayınlanan bazı gazeteler “geminin liman vergisini ödeyemediğinden alıkonulduğunu, yolculuğa devam edemeyecek durumda olduğunu, para ve cephanesinin olmadığını” yazdılar. Hatta aynı haberler tercüme edilerek Rus basınında da yer aldı.
Osman Paşa’nın İstanbul’un da emriyle bu haberleri tekzip ettiği görülmektedir. Ancak yine arşivlerde Ertuğrul’un Singapur’da iken talep ettiği beş bin liranın gönderilmesine dair yazışmanın olması (BOA, MV, 51/33) iddiaların doğru olabileceğini akıllara getirmektedir.
Gerekçesi ne olursa olsun uzun bir bekleyişten sonra ancak 15 Mart 1890’da Singapur’dan ayrılan gemi ertesi gün Saygon’a vardı. Kömür alıp yeniden yola çıkan gemi fırtına nedeniyle geri döndüyse de sonra yola devam ederek 26 Nisan 1890’da Hong Kong’a ulaştı.
Hong Kong’dan sonra yoluna devam eden Ertuğrul, Formoza Kanalı’nı sakin bir havada geçse de Nagazaki’ye doğru yöneldiğinde fırtına nedeniyle Fuçeo limanına girmek zorunda kaldı. Daha sonra da önce Nagazaki’ye sonra da Kobe’ye gelindi. Bir haftalık dinlenme sonrasında Ertuğrul, 7 Haziran 1890’da asıl hedefi olan Yokohama’ya ulaştı. Böylece İstanbul’dan başlayan yolculuk on ay üç hafta sürmüştü.
Bundan sonra sırada imparatora Abdülhamit’in gönderdiği mektup ve hediyelerin takdimi vardı. Osman Paşa’nın başında bulunduğu bir heyet Tokyo’ya giderek İmparator ve İmparatoriçe tarafından kabul edildiler. Heyet imparatora; Abdülhamit’in mektubunu, nişan-ı âli’yi ve hediyeleri takdim etmiş, imparator da heyete nişanlar vermişti (BOA, Y..PRK.TŞF, 2/93). Hatta İmparator, heyetin onuruna verdiği yemeğe Abdülhamit’in gönderdiği nişanı takarak katılmıştı.
FACİA “GELİYORUM” DEDİ
Ertuğrul Fırkateyni artık görevini tamamlamış ve sıra dönüş yolculuğuna gelmişti. Ancak bu sefer de güney rüzgarları nedeniyle Ekim’e kadar tayfun tehlikesi bulunduğundan Singapur’a bile dönmesinin tehlikeli olduğu ortaya çıktı. Bu nedenle Japon ve Çin limanlarında bir süre kalınması teklif edildi.
Abdülhamit’in de onayladığı dönüş planına göre limanlarda bir aydan fazla kalmamak şartıyla Ekim’e kadar beklenmesi isteniyor, son defa beş bin lira gönderileceği ve bundan sonra para istenmemesi emrediliyordu.
Ertuğrul personeli bundan sonraki zamanı ziyaretler, kayık yarışları ve ziyafetlerle geçirerek Japonlara Osmanlıları tanıtmaya çalıştı. Bu sırada da personel arasında kolera yayıldı ve on iki kişi hayatını kaybetti.
Ertuğrul fırkateyni üç aylık bir bekleme sonrasında 15 Eylül 1890’da yani İstanbul’dan ayrılışından bir yıl iki ay sonra Yokomaha’dan geri dönüş yolculuğuna başladı. Ne yazık ki geminin buhar makinesi tamir edilmemiş, Japon uzmanların geminin esaslı bir tamirden geçmeden “tayfun mevsiminde” yola çıkılmamasına dair tavsiyeleri dikkate alınmamıştı.
Geminin yola çıkmasından kısa bir süre sonra büyük bir fırtına çıktı ve şiddeti giderek artınca gemide hasarlar oluşmaya başladı. Bir taraftan tamiratla uğraşılırken diğer taraftan gemiye dolan su boşaltılmaya çalışılıyordu. Tek çare, geminin batmadan Kobe’ye ulaşmasıydı. Fakat fırtına daha da şiddetleniyor ve suyun tahliyesine yetişilemiyordu.
Suyun makine dairesini basmasıyla Ertuğrul, artık hurda bir tekneye dönüşmüş ve kayalıklara doğru sürüklenmeye başlamıştı. Bunun sonucunda gemi 16 Eylül 1890’da Kashinozaki Burnu’nda kayalıklara bindirerek parçalandı.
Büyük ümitlerle başlayan yolculuk bu felaketle tam bir faciaya dönüştü. Kazanın sonucunda gemi personelinden Mirliva Osman Paşa, Gemi Süvarisi Kaymakam Ali Bey dahil olmak üzere elli dört subayın da aralarında bulunduğu beş yüz yirmi altı kişi şehit olmuştu. Hayatta kalanların sayısı da altmış dokuzdu. Japon makamlarının gönderdiği telgrafta ise vefat edenlerin sayısı beş yüz seksen yedi olarak verilmiştir (BOA, Y..HUS…239/16).
İstanbul’un olay sonrasındaki ilk tepkisi, basına “tedbir koymak” oldu. Sonrasında ise olay, bir “ilan-ı resmi” ile Ceride-i Bahriye’de açıklandı. Tahmin edileceği gibi resmî açıklamada; Ertuğrul’un uğradığı limanlarda Müslüman halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılandığı, İstanbul’dan “mükemmel ve sağlam” olarak hareket ettiği, Süveyş’teki kazadan sonra tamirinin tam olarak yapıldığı belirtilmekteydi.
Sonradan dönemin resmî açıklamasına uygun bir şekilde “büyük bir kahramanlık destanı” olarak takdim edilen Ertuğrul’un yolculuğu tartışmalarla başlamış, itirazlara rağmen yola çıkılmıştı. Aslında başlangıçtan itibaren facia “geliyorum” demişti.
Sonrasında Süveyş’te yaşanan hadise ikinci büyük uyarı olmuştu. Diğer kriz Singapur’da yaşanmış hem Süveyş’te hem de Singapur’da Osman Paşa’nın yola posta gemisiyle devam etmesi teklif edilse de kabul görmemişti. Diğer taraftan geminin masraflarını karşılamak bile başlı başına bir problem oluşturmuştu.
Son hata ise kuşkusuz Japon uzmanların yaptığı ikazların dikkate alınmamasıdır. Bunun sonucunda gemi personelinin büyük çoğunluğu dönüş yolculuğunun ikinci gününde hayatlarını kaybetmişlerdir.
Abdülhamit rejiminin bu aşamada kamuoyunu doğru bilgilendirdiğini de söylemek mümkün değildir. Faciaya dair ilk bilgiler resmî açıklamayla verilmiş, Ertuğrul’un bu seyahate uygun olmadığına dair haber yapan yabancı gazetelerin yurda sokulmalarına izin verilmemiş, kurtulanlar da “iltifatlarla” susturulmuştur.
Sonuçta hadise bir “kahramanlık destanı” olarak takdim edilse de ayrıntılı olarak incelendiğinde bir “cinnet ve intihar” olarak bile görülmesi yanlış değildir.
Kaynakça: Süleyman Nutku (1327), Ertuğrul Fırkateyni Faciası, İstanbul, Matbaa-i Bahriye; Arslan, M. M. (1992), 1890 Ertuğrul Faciası, İstanbul, İstanbul Üniversitesi SBE Yüksek Lisans Tezi; Tızlak, F. (2011), “Osmanlı-Japon İlişkilerinin Başlaması ve Ertuğrul Faciası”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 133, s. 40-52; Takahashi, H. (1982), “Türk-Japon Münasebetlerine Kısa Bir Bakış”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 18, s. 124-148.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***