Bir yönetmenden çok daha fazlası: Christopher Nolan (2)
“Bir hikâyeyi anlatmanın en güçlü yolu,
izleyiciye ne olduğunu değil, nasıl olduğunu göstermektir.
C. Nolan
Bir önceki yazıda sanatta yapısöküm hakkında bir şeyler yazmıştık. (BKNZ) Yapıbozumu da denilen bu kavram, başlangıçta Jacques Derrida tarafından edebiyat teorisinde kullanılan bir terim olsa da, bir süre sonra sanatın her alanında kullanılmıştır. Derrida, bir metni, içsel hiyerarşilerini ve karşıtlıklarını sorgulayarak analiz etme pratiğini ifade ettiğini söyler. Ancak bu kavram, zamanla diğer sanat formlarına, özellikle de sinemaya uyarlanmasıyla özellikle sinemada yapıbozumu, film yapısını, anlatı biçimlerini ve görsel dilini sorgulayan bir yaklaşımını ifade etmeye yarayan önemli bir aparata dönüştü.
Tradiyonel (Klasik/geleneksel) sinema, genellikle lineer bir anlatı yapısına sahiptir: başlangıç, orta ve son.
Hece vezninden hatırlayacaksınız:
–a
–a
–a
–b
**
–c
–c
–c
–b
Şeklinde gider.
Tarantino filmlerinde zaman, alıştığımız gibi akmaz.
İşte yapıbozumu bu kronolojiyi yerle bir eder. Ki bunu her ne kadar daha önce yapanlar olmuş olsa bile Quentin Tarantino muhteşem şekilde ve büyük cesaretle uygulamıştır.
Klasik akış Tarantino filmlerinde şuna dönüşür:
–c
–e
–b
–a
**
–a
–d
–c
–b
Ancak yapıbozumcu sinema, bu lineer yapıyı kırar. Olayların kronolojik sırasıyla oynanabilir, hikâyenin başlangıcı ve sonu belirsizleştirilebilir.
Sinemanın öncül yenilikçileri bu yapıyı tersyüz etme eylemini yaparken seyirciyi koparmamak için genellikle açıklama yazısına ihtiyaç duyarlardı, “beş yıl önce, on yıl sonra, ertesi gün vs…” diye. Tarantino bunu tamamen çöp etti ve seyircinin filme daha aktif katılımını istedi.
Öte yandan Yapıbozumcu filmler, sinemanın görsel dilini de sorgularlar. Klasik kamera hareketleri, kesme teknikleri ve kompozisyon kurallarına meydan okuyarak, izleyiciyi şaşırtabilir ve alışılagelmişin dışında bir deneyim sunabilirler.
Batıda bu konuda epey tez ve kitap yazılmıştır.
Klasik anlatıda karakterler genellikle belirgin özelliklere ve motivasyonlara sahiptir. Ve senarist/yönetmen bu özellikle hikâyenin ilk çeyreğinde seyirciye verir, açıkçası bu çok hazır lokma gibi görülür yapıbozumcular tarafından. Yapıbozumcu sinemada ise karakterlerin kimlikleri belirsizleşebilir, motivasyonları ve arzuları karmaşıklaşır. Tabiri caizse yönetmen seyirciye “Yok öyle sırtını dayayıp, rahat rahat film izlemek” der.
Bununla beraber yapıbozum, gerçeklikle illüzyon arasındaki sınırları bulanıklaştırabilmektedir. Bu durum, izleyicinin neyin gerçek, neyin kurgu olduğunu sorgulamasına da neden olur. Bu tür filmler, izleyicinin algısını zorlar ve onları aktif bir şekilde filmle etkileşime girmeye teşvik ederler.
Aslında bütün bu sıkıntı ve çaba bazı amaçlar içindir. İşte Tarantino en çok eleştiriyi de burada alır, çünkü o bu kadar zahmete çok derin şeyler için girmemiştir. Sanki geyiğine yapar gibi bir havadadır. (Tarantino sinemasını incelersek, ne demek istediğimi daha detaylı anlatırım) Fakat Christopher Nolan asla böyle değildir, işte bu yüzden Nolan sineması yapıbozumunu boşuna yapmaz!
Nolan sineması, toplumsal cinsiyet normları, ırk, sınıf ve diğer kültürel konular dahil olmak üzere ideolojik ve kültürel normları sorgulama kapasitesine sahiptir. Bu, izleyicinin kendi inançlarını ve değerlerini yeniden değerlendirmesine neden olur.
Elbette bunu başarıyla yapar sadece Christopher Nolan değildir.
Misal, David Lynch’in “Mulholland Dr.” filmi, yapıbozumcu sinemanın bir örneği olarak gösterilebilir. Film, anlatı yapısını, karakter kimliklerini ve gerçeklik algısını sorgulayan bir yapıya sahiptir çünkü.
Son tahlilde, yapıbozumcu sinema, izleyiciyi alışılagelmişin dışında bir deneyime davet eden bir yapıya sahiptir. Bu tür filmler, izleyicinin filmi pasif bir şekilde tüketmesine izin vermez; onları aktif bir şekilde filmle etkileşime girmeye ve sorgulamaya zorlar. Bu ise, sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığını, aynı zamanda düşündüren ve sorgulatan bir sanat formu olduğunu gösteren en sağlam delillerdendir.
Tarantino Sinemasına dair tadımlık bir analiz
Galiba Tarantino sinemasından bahsetmeyi ertelememeliyiz. Tadımlık olarak bahsedelim o halde.
Bazı eleştirmenler onu beğenmese de Quentin Tarantino’nun bir sinema dehası olduğu bir gerçektir.
Çünkü Tarantino, sinema dünyasında zamanla oynama konusunda kendine özgü bir yaklaşıma sahip olan yönetmenlerin başında gelir. Tarantino’nun filmleri, lineer olmayan zaman yapıları, flashback’ler ve entrikalı hikaye anlatımıyla tanınır. Bu, izleyicinin filmi daha derinlemesine anlamasını sağlar ve hikâyenin farklı yönlerini keşfetmelerine imkan tanır.
“Pulp Fiction” (Ucuz Roman), Tarantino’nun zamanla en etkili oynadığı filmlerden ilkidir diyebiliriz. Elbetteki bir önceki filmi de bu sınıfa girebilir ama, o film Ucuz Roman kadar cesur değildir, bu yönden. Ucuz Roman, üç farklı hikayeyi iç içe geçmiş bir şekilde anlatır, ancak bu hikayeler kronolojik sırayla sunulmaz. Bu yapı, izleyicinin olayları bir araya getirerek hikâyenin tamamını anlamasını gerektirir. Filmdeki her sahne, bir önceki veya sonraki sahneyle doğrudan bağlantılı olmayabilir, ancak film sonunda tüm parçalar bir araya gelir.
Dediğimiz gibi, “Reservoir Dogs” (Rezervuar Köpekleri) da benzer bir yapıya sahiptir. Film, bir soygunun öncesini ve sonrasını anlatır, ancak soygun sahnesi asla gösterilmez. Bu, izleyicinin olayları kendi zihninde canlandırmasını ve hikâyenin eksik parçalarını kendi başlarına doldurmasını sağlar.
Tarantino’nun “Kill Bill” serisi de zamanla oynar. Ana karakterin intikam hikayesini anlatan bu filmde, olaylar kronolojik sırayla değil, karakterin duygusal yolculuğuna göre sunulur. Bu, izleyicinin karakterle daha derin bir bağlantı kurmasına ve onun intikam yolculuğunu daha bütünsel bir şekilde anlamasına olanak tanır.
“Once Upon a Time in Hollywood” (Hollywood’da Bir Zamanlar) filmi ise Tarantino’nun zamanla oynama konusundaki ustalığını gösterir. Film, 1960’ların sonlarına doğru Hollywood’da geçer ve gerçek olaylara dayanır, ancak Tarantino, tarihi olayları kendi yaratıcı vizyonuyla yeniden yorumlar.
Şunu söylemek durumundayız; Quentin Tarantino, zamanla oynama konusunda sinema dünyasında benzersiz bir yere sahiptir. Filmlerindeki bu yaklaşım, izleyicilere sadece bir hikâye sunmakla kalmaz, aynı zamanda onları hikayenin içine çeker ve onlara farklı perspektiflerden bakma fırsatı verir.
İşte size Tarantino filmlerinin bazı özellikleri.
İlki elbette zamanla oynaması ve yapıbozumculuğu.
İkincisi diyalogları. Öyle etkilidir ki, pek çok başka yönetmen Tarantino’dan kendileri için birkaç diyalog yazması için ricacı olmuşlardır.
Bana da çoğu zaman boş gevezelikler gibi gelen pek çok Tarantino diyalogu aslında hikâye tonuyla ve karakterin derinlik çabasıyla ilgilidir.
Tarantino, sinemada bilgiyi en eğlenceli şekilde sunan yönetmenlerden biridir. Özellikle popüler kültür referansları muazzamdır.
Ne yazık ki şiddeti estetize etmesi konusunda aynı şeyleri söyleyemeyeceğiz. Evet, aşırı kanlı, hatta mide bulandırıcı öyle sahneleri estetize eder ki, itiraz etmemek mümkün değildir.
Bu haziran ayında Cannes’da katıldığı bir panelde ilginç bir itirafta bulundu Tarantino. Şiddetin meşrulaştırma sebebi meğer annesiymiş. Tarantino’nun annesi bir defasında ona, eğer bağlam sağlanırsa insanların şiddet görmeye dayanabileceğini söylemiştir. Onun yaptığı da bu bağlamı sağlam şekilde kurmakmış.
Müzik seçimi de enteresandır Tarantino’nun. Arşive gider ve tozlu rafların arasında öyle parçalar bulur ki, tekrar popüler yapmayı başarır.
Genellikle karakter odaklı hikayeleri tercih eden Quentin Tarantino, bunda esasen seyirci ile kahraman arasındaki ilişkiyi güçlendirmeyi hedefler. Hikayelerinin özgünlüğü de şapka çıkarılacak düzeydedir.
Ve bence Tarantino sinemasının en önemli özelliklerinden biri de sinemaya, sinemaya tarihine, sinemacılara duyduğu saygı ve bunu filmlerinde sıklıkla işlemesidir. Buna ilave olarak pek çok unutulmuş film yıldızını da emekliliğini yaşarken bulur, tekrar elinden tutar ve zirveye taşır.
Tarantino ile Nolan arasındaki ilişki de enteresandır.
EN büyük hayranlarından biri Tarantino’dur Christopher Nolan’ın.
Nolan, 2014 yılında Interstelar’ı çektikten sonra Tarantino The Guardian’a verdiği bir demeçte bunu açık yüreklilikle itiraf da eder. Ve şöyle der: “The Matrix’ten bu yana, ne göreceğimi bilmesem de bir filmi izlemekle aslında bu kadar ilgilenmediğimi fark ettim…”
Ve şu ilginç tespitler de yine aynı söyleşiden:
““Elementler bile, her yerde toz olduğu gerçeği ve dünyanın bu bölgesini tamamen kaplayan bu toz çanağının içinde yaşıyorlar. Bu bir bilim kurgu macera filmi değil, neredeyse Tarkovsky ya da Malick’ten beklenecek bir şey”.
Andrei Tarkovsky ve Terrence Malick.. Sinemanın iki dervişi… Apayrı yazıları hak eden iki usta.
Tarantino, aynı söyleşisinde Nolan’ın Battle of the Bulge -Ardenler Taarruzu’nu çekmesini çok istediğini söylerken, Spielberg’un Er Ryan’ı Kurtarmak’ına laf çakıp çakmadığı da tartışma konusu olmuştu.
Yarın hem Nolan’ın hayat hikayesine devam edelim hem de ilk filmine ayrıntılı bir göz atalım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***