Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Anlamın buharlaşması

Anlamın buharlaşması


Hayatın Anlamı-2

YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU

Modern dünya, insanlığa müreffeh bir hayat adına sınırsız fırsat ve imkânlar sundu. Günümüz insanı, gelişen ulaşım vasıtalarıyla dilediği yere gidiyor, market raflarında çeşit çeşit lezzetlere ulaşıyor, eğlence mekânlarının keyfini çıkarıyor, sanal alemde kendini kaybediyor. Önünde arzu ve heveslerini tatmin edebileceği sınırsız alternatifler var. Parasal imkânlara sahip olduktan sonra satın alabileceği ürün yelpazesi baş döndürücü. Sadece ürün de değil, parasıyla hizmet, itibar, statü satın alıyor… Harcayarak, satın alarak, tüketerek hayatın tadını çıkarıyor. Oburca yiyor, keyfince eğleniyor. Niceleri bedensel zevklerin sarhoşu olmuş durumda.

Bununla birlikte o, dünya ve madde tarafından kuşatıldığı ölçüde ahlâk ve maneviyattan uzaklaşıyor. Dijital ve sanal dünyaya hapsolduğu ölçüde yalnızlaşıyor. Şehir yaşamının cazibesine kapıldığı ölçüde tabiattan, tabiatın güzelliklerinden kopuyor. İlgi ve dikkatini dış dünyaya yönelttiği ölçüde kendi özüne yabancılaşıyor. Üretim ve tüketim çarkları içerisinde kaybolduğu ölçüde robotlaşıyor ve insanî hasletlerini kaybediyor. Aktüalite ve siyasi gündemlerle meşgul olduğu ölçüde bilgiden, hikmetten ve irfandan uzaklaşıyor.

Bütün bunların sonucunda ise varoluşsal bir boşluğun içine düşüyor ve derin bir anlam krizi yaşıyor. Kimileri bu krizden çıkmanın bir yolunu bulup hayatlarına devam etse de kimileri de çareyi intiharda buluyor. İstatistik biliminin gelişmesiyle birlikte insanlığın genel durumu hakkında detaylı bilgilere ulaşabiliyoruz.

2021 yılı rakamlarına göre Amerika’da 48.183 kişi intihardan ölmüş, 1.7 milyon kişi intihar girişiminde bulunmuş, 3.5 milyon kişi intihar için plan yapmış, 12.3 milyon kişi ise ciddi olarak intiharı düşünmüş. 2022 yılında intihardan ölen insan sayısı ise 49.449. Bir yönüyle dolaylı intihar diyebileceğimiz uyuşturucu ve içki bağımlığının sebep olduğu ölüm oranları ise bundan çok daha yüksek. 2021 yılında aşırı dozda uyuşturucudan ölen insan sayısı 106 binden fazla. 2015-2019 yılları arasında yaklaşık olarak yıllık 140 bin kişi alkole bağlı sebeplerden ötürü ölmüş. 2020 yılı itibarıyla Amerika’da 37 milyondan fazla insan uyuşturucu bağımlısı. Alkol kullanım oranı ise %62’nin üzerinde. Rakamlar gerçekten ürkütücü ve korkunç.

İntihar, uyuşturucu ve alkolün yanı sıra insanlığın baş etmek zorunda olduğu yığınla problem var. Mesela son yıllarda antidepresan kullanımında müthiş bir artış gözleniyor. Çoğu ülkede antidepresan kullanan insanların oranı %10’un üzerinde. Milyonlarca insan tükenmişlik sendromundan şikayet ediyor ve bunun için çareler arıyor. Stres neredeyse modern insan için hayatın bir parçası hâline geldi. Yaşadıkları travmalardan veya kişilik bozukluklarından ötürü psikolog ve psikiyatristlerin yolunu tutanların sayısı belli değil. Asrımızda psikolojik ve mental hastalıklar tavan yapmış durumda. 

Bunların yanında bir yere ait olamama, kendini sahipsiz hissetme, özüne yabancılaşma gibi sorunlar var. Niceleri kendilerini uçsuz bucaksız bir evrenin içinde veya birlikte yaşadığı kalabalıklar içinde kaybolmuş gibi hissediyor. Kimlik bunalımı yaşıyor. Yalnızlığın acısını iliklerine kadar hissediyor.

Bazı uzmanların da yer yer belirttiği üzere bütün bu intiharların, depresyonların, mental hastalıkların önemli bir sebebi, insanların iç dünyalarında derinden derine hissettikleri ve bir türlü dolduramadıkları varoluşsal boşluk veya anlam krizidir. Victor Frankl, bunu günümüzün kitle nevrozu olarak isimlendiriyor. (Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, s. 143)

Çoğu insan karnını doyurma telaşıyla hayatı yaşadığı ve yaşam müthiş bir koşuşturmaca içinde geçtiği için varoluşsal boşluğu hissetmiyor. Fakat refaha kavuştukları, emekli oldukları veya kendileriyle baş başa kaldıkları zaman bunu derinden derine hissediyorlar. Boş zamandan ve tatilden anladıkları tek şey eğlence! Yani, müzik, dans, parti, kadın, içki, kumar, uyuşturucu gibi zevkler. Günümüz insanı, iç dünyasına yönelmek, tabiatı temaşa etmek, varoluşu üzerinde düşünmek yerine bedensel zevklerini tatmin ediyor, geçici ve aldatıcı hazlarla oyalanıyor.

Ne var ki bütün bunların sağlayacağı tatmin de bir yere kadar onu mutlu ediyor. Anlam yokluğunun oluşturduğu boşluğu hiçbir şeyle dolduramıyor. Zira Schopenhauer’un dediği gibi bu dünyada imkan dahilindeki hiçbir şey insanı tatmin etmiyor, onun şiddetli arzusunu dindirmiyor, taleplerini karşılamıyor, yüreğinin dipsiz kuyusunu doldurmaya kifayet etmiyor. (Schopenhauer, Hayatın Anlamı, s. 9) Fakat insan deniz suyu içen bir kişi gibi aynı şeyleri yapmaya devam ediyor. Her seferinde de doyumsuzluğu ve tatminsizliği biraz daha artıyor.

Günümüzde sanki hayatın yegane amacı, tüm canlı türlerinde olduğu gibi yine hayat olmuş gibi. Yaşamak için yaşıyoruz. Yaşamdan daha fazla kâm almak için yaşıyoruz. Hobilerle, eğlenceli aktivitelerle hayatı yaşanabilir kılmaya, onun tadını çıkarmaya çalışıyoruz. Bu yüzden bütün ilgilerimiz kendimize, kendi çıkar ve zevklerimize yöneliyor. Kimseye tahammül edemiyoruz. Aile fertlerine bile. Bu yüzden dostluklar samimiyet ve sıcaklığını kaybediyor, aileler dağılıp parçalanıyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Çünkü hep merkezde kendimiz varız; kendi beklentilerimizin karşılanması var, kendi hazlarımızın tatmini var.

Öte yandan, öleceğini bilerek yaşayan tek canlı insandır. Ve ölüm, kabulü çok zor ve can yakıcı bir gerçektir. Ne zaman öleceğini bilmeyen ama hayatını ölümün gölgesinde geçiren, âdeta ölümün nefesini sürekli ensesinde hisseden bir insan gerçekten mutlu olabilir mi? Dahası, insanın sahip olduğu en büyük sermaye hayatıdır, zamanıdır. Fakat onu bile elinde tutamıyor. Geçen her günle birlikte sermayesini kaybediyor ve biraz daha fakirleşiyor. Delicesine bağlı olduğu hayatının parmaklarının arasından akıp gittiğini gören zavallı insan bu ızdırabını nasıl teskin edecek? Yok olmaya, unutulmaya, çürümeye, böceklere yem olmaya nasıl tahammül edecek? Modern insan çareyi ölümü düşünmemekte buluyor. Ne zaman aklına ölüm düşüncesi gelse, iştahı gidiyor, boğazı düğümleniyor, huzuru kaçıyor. Ölümle yüzleşip hayatının anlam ve amacını bir daha gözden geçireceğine çareyi gaflete dalmakta, sarhoş olmakta buluyor.

İşin bir de şu yönü var: Ne kadar konforlu bir hayat yaşarsak yaşayalım, ne tür dünyevî imkânlara sahip olursak olalım, yine de bir şeyler ağzımızın tadını kaçırıyor. Çünkü ölümler, hastalıklar, felâketler, kazalar yakamızı bırakmıyor. İstek ve arzularımızın sonu gelmiyor. Nefsimiz hiçbir şeyden tatmin olmuyor. En tatlı anlar geride kalıyor ve bize elemini bırakıyor. Geleceğin belirsizliği sürekli zihnimizi kemiriyor. Bir türlü korktuklarımızdan emin olamıyor, bizi yiyip bitiren endişe ve kaygılarımızdan kurtulamıyoruz. Haset, hırs, tamah gibi duygular yüzünden sahip olduklarımızın bile kıymetini bilemiyor, tadını çıkaramıyoruz. İşte modern insan, hayatın anlamına dair tatmin edici cevaplar bulamadığı ve ulvi bir amaca yönelemediği için oyun ve eğlenceyle aklını uyutuyor. Aldığı narkoz acılarını dindirmeyince de hayatına son veriyor.

Maddenin esiri hâline gelen modern insan, yeniden maneviyatın, değerlerin, anlamın önemini kavramaya başladı. Burada bir pazar oluştuğunu gören modern dünya, hemen anlam pazarlayıcılarını sahneye sürdü. Onlar da farklı din ve kültürlerden derledikleri manevi terapilerini, mistik ve şifacı yöntemlerini devreye sokarak kazançlı bir endüstri oluşturdular. Meditasyon, kabala, astroloji, biyoenerji, theta healing gibi metafizik arayışlar ortaya çıktı.  Fakat ilahî vahye sırtını dayamadığı sürece bu tür tekniklerin de insana bütüncül bir dünya görüşü vereceğini ve onun hayatına anlam kazandıracağını beklemek beyhudedir.

Toparlayacak olursak, modern dönemde, insanlık olarak servetimiz, imkânlarımız, konforumuz, refahımız, yaşam kalitemiz arttı fakat buna karşılık anlam ve amaç, ruh ve maneviyat, ahlak ve değerler buharlaştı. Zihin dünyamızı şekillendiren anlam haritalarını yitirdik; gönül dünyamız çoraklaştı. Bireyi, aileyi ve toplumu ayakta tutan inanç ve değerler yok oldu. Hayatın zorluklarıyla baş edebileceğimiz savunma kalkanları elimizden alındı. Bunun neticesinde de henüz yeterince yüzleşmediğimiz psikolojik sorunlar, kişilik bozuklukları, nevrozlar, travmalar, bağımlılıklar baş gösterdi. Bunların altında yatan varoluşsal boşluğu ve anlam krizini kavrayamadığımız sürece söz konusu problemlere kalıcı çözümler bulmak çok zor.

Şunu unutmamak gerekir ki insan hayatı nasıl anlamlandırıyor ve önüne ne tür hedefler koyuyorsa ona göre yaşar; hayatla, insanlarla, varlıkla ve Yaratıcıyla ona göre bir ilişki kurar. Huzur ve mutluluk dediğimiz duygu da sadece yaşam kalitesine, zevk ve hazların tatminine bağlı değildir; zihin ve kalbin dinginliğine bağlıdır.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version