Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İstanbul’u koruyan kale: Yoros!

İstanbul’u koruyan kale: Yoros!


Esrarlı bir teras: Yuşa Tepesi (2)

YORUM | M. NEDİM HAZAR

“Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından.

Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.”

NFK

Size anlatacağım hikayenin bir tek kelimesini bile kendim uydurmadım. Sadece her araştırmacı gibi, ham bilgiyi alıp işledim ve kendi açımdan bir perspektife oturttum. 

Dolayısıyla birazdan anlatacağım mitolojinin, tarihin, tevatürün, söylentinin iç içe geçtiği, sırlarla dopdolu başka bir hikaye var mıdır bilmiyorum!

Anlatacaklarımın Yuşa Tepesi ile çok yakından ilişkisi var. Bizim kendimize göre üretip, bir külte dönüştürdüğümüz bazı şeylerin dip koçanını bulmak adına önemli bulduğum için buraya alıyorum. 

Hakkında neredeyse hiçbir bilgi yoktur Byzantionlu Dionysios’un. Ancak yazdığı kitaptan MS 1. veya 2. yüzyılda yaşadığı tahmin ediliyor. MS 10. yüzyılda kaleme alınan “Suda” isimli Bizans ansiklopedisinin kaydettiğine göre Dionysios, Anaplous Bosporou’dan (Boğaziçi’nde bir Gezinti) başka Peri Threnon (Ağıtlar üzerine) adlı bir eser kaleme almış lakin bu ikinci eseri günümüze ulaşmamıştır.

İş bu Dionysios’un “Boğaziçi’nde Bir Gezinti” isimli kitabında özellikle antik çağ döneminde Boğaziçi hakkında epeyce malumat var. Mesela şöyle bir haritası var Boğaz’ın:

Çok merak edip görseli büyütmek isterseniz yıllar sonra Almanların üzerinden geçtiği şekli ise şöyle: 

Harita numaralandırmasına göre 121. Maddede şöyle yazıyor: 

“Herculis Kilines (Herakles’in Yatağı)” Türkçe mütercimler hemen yanına şu notu düşmüşler: Yuşa Tepesi!

Kitabın 80. Sayfasının başlığı ise şöyle: 

“Herakles Kline, Nymphaion, Daphne Psykhonous” yani Herakles’in Yatağı ve Çılgın Defne. 

Bu arada Von Hammer (Constantinopolis und der Bosporos, s,288-90), Yuşa Tepesi’ne Yuris Dağı (Zeus Urios Dağı) adı verildiğini de kaydeder. Boğaz’ı ziyaret eden bazı seyyahlar Yuşa Tepe’sinde bulunan mezarın Valerius Flaccus (Argonautica, s4) tarafından dev olarak tasvir edilen Amykos’a ait olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Amikos’un (Amycus, Amykos) hikayesini hemen yazacağım. 

Dionysios Yuşa Tepesi ile ilgili ulaşabileceğimiz birinci el bilgiyi bile tevatüre dayandırıyor: 

“Çok yakınlarında ise (Yoros Kalesi) çağının en güçlü insanları ile dövüşerek onları yenen Bebryklerin kralı Amykos’un yaşamış olduğu söylenir.”

Pek çok batılı tarihçi Türklerin, Herakles’in Kilinesinin (yatağı/divanı) isim ve hikayesini değiştirerek Yuşa Nebi’ye mal ettiklerini yazmıştır. 

Bu konuda detaylı analizi, İslam kaynaklarını incelediğimizde yapacağız. 

Rodoslu Apollonius’u duydunuz mu bilmem. 

Çok bilinen bir eski Yunan yazarı değildir zira. 

Tıpkı hocası Callimachus gibi şair, bilim insanı ve kütüphanecidir. İskenderiye kütüphanesinde çalıştığı bilinir. (Müdürlüğe kadar çıkmıştır)

Eh bal tutan yalıyor bir şekilde parmağını elbette! (Bunu yazdığı şiirler için söyledim) 

Jason ve Colchis’e varan Argonotlar… Charles de La Fosse tarafından çezilmiş. Argonautica şiiri, Ptolemaios İskenderiyesi için özel olarak yazılmış. Ancak güçlerini ve hırslarını göstermek isteyen diğer hanedanlar için uzun süredir bir kaynak olmuş. Bu resim, Château de Versailles’da bulunuyor.

En bilinen epik şiiri ise Argonautica- Argonotika’dır. 

Şiirin M.Ö 3. yüzyılda yazıldığı varsayılmaktadır. Gerçi drama ve edebiyat tarihçileri Apollonius’un kahramanlarını dört başı mamur görmezler. Kahramanlardaki defoyu, şairin defosu olarak görüp, “Kahramanlar korkak mı olurmuş?” diye eleştirmişlerdir. 

Bunlardan biri Alman klasikçi H. Frankel’dir. Frankel, Apollonius’un kahramanlarının tipsiz olmasını, zaman zaman çaresiz, hatta depresif olmalarını kahraman arketipine asla uymadığını ileri sürmüştür ama günümüzde artık protagonist ya da antagonist karakterlerin kusursuz olması çok yanlış bulunmaktadır! (Çok ağır mevzular oldu, ana konumuza dönüyorum hemen)

Aslında yaşattığını yaşamıştır, diyebiliriz. Kendisi de kendinden önceki İskenderiye Kütüphanesi başkanı Zenotodus’un yayınladığı İlyada ve Odysseia’nun baskılarını yerden yere vurmuş ve Homer üzerine ilk bilimsel monografiyi yazmıştır. 

Ecnebi edebiyatçılar buna “Literary feud” yani “Edebi kan davası” da diyorlar. Öyle amansız hesaplaşmalardır ki bunlar, mahkemeye kadar gider. Bambaşka bir yazı konusudur, iki yazar kız kardeş bundan dolayı saç baş yolmuşlardır mesela (As. Byatt ve Margaret Drabble). Ya da Vargas Llosa ile G. Garcia Marquez yumruk yumruğa girişmiştir örneğin.  

İşte bu Apollonius’un yazdığı Argonotika şiirinde geçen kavmin adıdır “Bebryces.” (Bebrik) ülkesinin insanlarının yaşadığı bölgeye Bithynia deniyor. Yeri gelmişken Yunan mitolojik haritasını şuraya iliştireyim, lokasyonu hemen bileceksiniz.

İş bu Bebrikler, kendi içinde krallıktı ama Roma’nın da bir eyaletiydi. Bunların yaman mı yaman, zalim mi zalim bir de kralları var (şiir öyle anlatıyor) ismi Amycus’tu. Şiir baştan sona Altın Post’u arayan Argonotların serüvenlerini resmeder. Kral Amycus, kendi kurduğu denize en hakim noktada ölümüne boks maçları tertipliyor. Gladyatörler gibi, kılıç, kalkan, mızrak değil, çıplak elle Allah ne verdiyse birbirine girişiyorlar. Bu Argonatlar’dan bir yiğit var, adı Polluks… Bu Polluks enteresan bir karakter. Bir ikizi var Castor ama aynı anneden değil. Farklı anneden ikiz!

Kral Amycus ise 12 metre boyunda! 

Öyle öyle…

Ve biliyor musunuz Beykoz’un eski ismi olan Amikos’un da isim babasıdır bu devasa kral!

Günlerce sürüyor Polluks-Amycus kapışması. Sonunda şaşırtıcı bir şey oluyor ve Polluks dev yarasa kralı öldürüyor. Hemen arkaya, tepenin zirve noktasına gömüyorlar 12 metrelik kralı… 

İşte bu nokta tam da Yuşa Tepesi denilen nokta, çevresinden 200 metre yükseklikte. 

Kaynaklar yine aynı noktada bir (bugün hiçbir iz kalmamıştır) Zeus tapınağı olduğunu ve Bizanslıların burayı kiliseye çevirdiğinden de bahsediyor.

Herakles ve Argonotların Toplanması. Attic kırmızı figürlü kaliks kraterinden A Yüzü, MÖ 460-450. Louvre müzesinde görülebilir.

Önce kalenin öyküsünü genel hatlarıyla yazalım.

Hieron veya Hieros; Marmara Denizi’nin Karadeniz’e açıldığı İstanbul Boğazı’nın Asya yakasında yer alan Anadolu Kavağı’nın en yüksek noktasında kurulan kaleye adını vermiş bir lokasyon. Türkçe ’ye ‘Yoros’ olarak geçen ve Yunanca “kutsal yer, tapınak” anlamına gelen Hieros adının seçilmesi, Anadolukavağı’nın Marmara ile Karadeniz’in birleştiği noktada bulunması geçit ve boğazların Tanrıların kontrolünde olduğu inancıyla ilişkili görülüyor. Evliya Çelebi ise kalenin bulunduğu mevkide eskiden Yoros adlı bir rahibin manastırının bulunduğunu, kalenin adının bu rahipten geldiğini ama aslında kalenin Elena adlı bir kralın yapısı olduğuna dair bir görüşü kaynak belirtmeden yazar. 

Yoros Kalesi… Bir başka ülkenin elinde olsa gözleri gibi bakarlar ama ne yazık ki Türkiye’de…

En eski Yunan destanlarından olan Altın Post destanında da anlatıldığı gibi Karadeniz’in kolonizasyonundan önce MÖ 7. yüzyıl hatta daha eski devirlerden beri biliniyor.

Tarih hızla akıyor tabii. Önce Doğu Roma İmparatorluğu’nun eline geçiyor, meşhur Yoros Kalesi’ni inşa ediyorlar. 14. yüzyılın başlarında 1305’te kale, Şile Kalesi ile birlikte Türklerin eline geçiyor. 1348’den itibaren Karadeniz ticaret yolunu ele geçiren Cenevizliler buraya hâkim oluyorlar. Kale, 14. yüzyılın sonlarında, Boğaz’ın Anadolu yakasına tamamen hâkim olan Osmanlı Devleti tarafından alınıyor. 

Ve geliyoruz 1391’e…

Yoros Kalesi (1838)

Bu tarihte, Yoros Kalesi, Şile Hisarı ile birlikte karayoluyla Kocaeli’nden büyük bir kuvvetle gelen Yıldırım Beyazıt tarafından fethediliyor. Beyazıt bundan sonra Yoros Kalesi’ni bir üs gibi kullanıyor. Önemli nokta şu, tepeye doğru olan yerlere muhasara sırasında şehid olan Müslümanlar defnediliyor.

1402’deki Ankara Savaşı’ndan sonra Yıldırım Beyazıt’ın oğullarından Çelebi Mehmet, Rumeli’de kardeşi Musa Çelebi’ye karşı harekâtı sırasında Bursa’dan gelerek Yoros’ta karargahını kuruyor. Bakınız henüz İstanbul’un Fethi’ne 50 yıl var daha.

Osmanlı Devleti’nin hemen her tarafındaki kıyı kalelerini tamir ettiren veya yenilerini yapan Sultan II. Bayezıd (Yıldırım) burasını da tamir ettirip, içine mescid yaptırıyor. 

Kale, son dönemlere kadar oldukça iyi durumda imiş. 18. yüzyılın sonları, 19. yüzyılın başlarında Yoros Kalesi içinde 25 evlik bir Türk mahallesi varmış hatta. Ayrıca muhafız olarak bir dizdar idaresinde 20 kişilik bir müfreze görev yapıyormuş. Ve maalesef Anadolu topraklarındaki pek çok tarihi eser gibi bu kale de kaderine terk edildiği için viraneye dönüyor.

Şimdi tam bir mezbelelik olan kalenin bodrumundaki tam 661 tarihi eser 2 Şubat 2015’te çalındı ve tek bir soruşturma bile açılmadı! Aradan 3 yıl geçince göstermelik bir soruşturma, kısa sürede kapatıldı gitti!

Kalenin hikayesi böyle…

Bütün bunları şunun için anlattık: Yoros Kalesi ile Yuşa Tepesi arasında sanıldığından çok daha yakın ve derin bir ilişki var. 

Mesela az ilerdeki (Hieron) “Dua eden çocuk heykeli” üzerine anlatılanlar, bizim kültürümüze çok da uzak değildir… 

Kaleyi bitirdik…

Sırada Yuşa peygamber var ama yine gizemli bir olayla başlayacağız o fasıla…

Merak edip okursanız ne ala, seviniriz şüphesiz.

***Tepedeki görsel tamamen hayalidir. Yoros yıkıntılarını yüklediğim yapay zeka kaleyi kendine göre böyle inşa etti.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version