Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Derin öfke ve sosyolojik kanser

Derin öfke ve sosyolojik kanser


YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN

Daha önce defalarca yazdım: Bir devlet suçun bireyselliği ilkesini bir kenara bırakarak “kolektif cezalandırma” yaparsa bu soykırıma varan bir süreci tetikler. Gülen Cemaati, Hizmet Hareketi veya Gülen Hareketi gibi adlarla anılan sivil toplum hareketinin (kısaca HH diyelim) Türkiye’de “Paralel Devlet Yapılanması – PYD” ve “Fethullahçı Terör Örgütü – FETÖ” ilan edilmesinin ardından kitlesel düzeyde bir takibat politikası ve tenkil başladı. Birkaç milyon insan fabrikasyon sözde kanıtlar çerçevesinde kriminalize edildi. Bu insanların aile bireylerine de Sippenhaft denen, NAZİ usulü “aile boyu kriminalize etme” ve “toplu cezalandırma” uygulandı. Uygulamalar 1982 Anayasası’na ve mevzuata aykırı.  Yanı sıra, bu genelleştiren, gruplayıp kriminalize eden ve topluca cezalandıran bir sistem. 

Herhalde az buçuk hukuk bilen, hatta mantık yürütme kabiliyeti körelmemiş herkesin görebileceği gibi, yukarıda yazdıklarım, HH’nin içerisinden birilerinin 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüne karışıp karışmamasından da, grup üyelerinin “devlete sızması” suçlamalarından da, “soru çaldılar” organize suç savı gibi kanıtlarla desteklenmeyen iddialardan da bağımsız olmalı. Grupsal aidiyetler, gruba ait olan bireylerden birilerinin/bazılarının herhangi bir suça karışmaları durumunda dahi genelleme yapılarak ve suçun bireyselliği hukuk ilkesi ihlal edilerek kriminalize edilemezler. Nokta! 

HH’nin amacı nedir, siyasi tercihleri ne yöndedir, dünya görüşü nasıldır, izlediği yönelimler ve yaptığı tercihler arasında hangileri neye ve kime göre zararlıdır, vakti zamanında bu gruba ait olanlar başka gruplardan olanlara ne yapmıştır ya da yapmamıştır gibi meselelerin tümü, yukarıda ele aldığım hukuksal ilkeden bağımsız olarak ele alınmalıdır. Diğer bir ifadeyle, bugün HH ile ilintili oldukları gerekçesiyle zulme uğrayan, anayasal hakları ihlal edilen ve hayatları altüst olan (belki de hayatlarını kaybeden!) insanların başına gelenler, hiçbir gerekçeyle makul, meşru, gerekli, zaruri, faydalı vs. olumlu sıfatlarla nitelendirilemez. Yapılanlar hiçbir gerekçeyle hoş görülemez. Çünkü devlet, kendi anayasasına ve yasalarına aykırı istisnai uygulamalarda bulunamaz. Dahası, kolektif cezalandırma yapamaz. Ve dahi aidiyetsel ilişkiler hiçbir suça kanıt teşkil edemez, hiçbir keyfi (yasalara dayanmayan ve evrensel hukuk ilkelerine tekabül etmeyen) cezai müeyyideyi haklı çıkartamaz. 

Konu bu kadar basittir. 

Hukuk kuralları, yasalar, evrensel hukuk ilkeleri, pozitif hukuk, evrensel/uluslararası insan hakları mevzuatı, anayasa, Anayasa Mahkemesi içtihatları, geçmiş mahkeme kararları, uluslararası ve ulusal düzeyde tanınan ve otoriteleri genel kabul gören hukuk uzmanlarının yorumları gibi birçok zeminde, HH’ye aidiyet nedeniyle açılan davalar ve mahkemelerce verilen mahkûmiyet kararları hukuksal olarak yok hükmündedir. 

Bir zulüm yaşanıyor, çünkü bir zulüm yapılıyor. Zulmü yapanlar yaptıklarını hukuksal bir kılıfa sokmaya çalışsalar da yapılanları ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. Sonunda da dönüp dolaşım Yassı Ada Mahkemesi’nin savcısınca yapılan ağır itirafı yapıyorlar “sizi buraya tıkan güç öyle istiyor!”. Kendi anayasasını ve hukuk mevzuatını bile takmayan, hukukla bağını kopartmış, yargı erkini enstrümentalize etmiş, derin devlet kopillerince “hukuk siyasetin köpeğidir” düsturunca “iş gören” bir çete var ve herkes bu çetenin devlet olduğunu sanıyor. Her kelle alanın devlet olduğunu sanmak ilkel toplumlara özgü bir tepkidir. Bu tepkinin köklerinde oldukça primitif duygular var: korku ve intikam. 

Bugün bu zulümlerin mimarı, faili, enstrümanı, gönüllüsü, şakşakçısı, avukatı ve savcısı olan insanların, HH ile zamanında yan yana fotoğrafları, ona yaptıkları övgü dolu konuşmalar, etkinliklerine katıldıklarını belgeleyen videolar, yaptıkları atamalar, bastırdıkları özel gün paraları, meclis konuşmaları, aldıkları maaşların bordroları, çektikleri kredilerin kayıtları, çocuklarını gönderdikleri okulların ve dershanelerin ödeme dekontları – kallavi maddi kanıt var. Buna karşın, kurbanlık koyun seçer gibi davranıyorlar. Bugünkü rejimde HH ile yolu kesişmemiş neredeyse tek bir siyasetçi, bürokrat, yargı mensubu, sporcu, gazeteci, sanatçı vs. yok, ama bugün kimi tutuyor, kimi pişiriyor, kimi yiyor, hevesi kursağında kalansa “hani bana, hani bana!” diyor. Tam bir şahsiyetsizlik korosu, tam bir sirk, tam bir aşağılık güruhu, ne hapishanedeki seksen küsur yaşındaki dedelerin ve yedi yaşının altında çocuk ve bebeklerin, ne hamilelerin, ne kanserlilerin, kalp hastalarının, ne Meriç’i geçmeye çalışan zavallıların sesini duyuyor. 

Elbette, eğer çakma değilse, delillerini ortaya koyun, darbeyi kim yapmaya kalktıysa onlardan hesap sorulsun. İddia, gazete kupürü, fason gizli tanık vs. değil,  gerçekten kanıtlarıyla beraber, kim bulaştıysa onları yargılayın. Soru çalan varsa delilini gösterin. Cana kıyan, uyuşturucu satan, silah ticareti yapan, rüşvet alan varsa, kanıtlayın, mahkemeye çıkartın, ceza verin. Ama zaten çakma delillerle, kumpas vari biçimde, fabrikasyon ve kurgu biçimde ipini çektiklerinizin bir de kızını, oğlunu, karısını, kocasını, anasını-babasını, kardeşlerini, yeğenlerini ve kuzenlerini falan olmayan “suçlara” dâhil etmeye kalkmayın, Sippenhaft, aile boyu NAZİ takibat yöntemleriyle sosyal soykırımda bulunmayın! Yeter artık! 

Ve şu koskoca Türkiye toplumundan en azından birkaç mert, yürekli, şahsiyetli insan çıkıp şu yapılan müsamereye, şu farsa, şu vodvile, şu sirke itiraz etsin kardeşim, olmaz mı? Çok şey mi istiyorum? Yok mu arkadaş gördüğünü söyleyebilecek birkaç düzgün insan? 

Bakın insanlar hastalanıp genç yaşta ölüyor! Gençler intihar ediyor! İnsanlar açlığa mahkûm ediliyor! Devlet zannettiğiniz aşağılık örgüt, fabrikasyon sözde delillerle aile boyu zulüm yapıyor. Bunları görüyorsunuz, biliyorsunuz! HH’ye karşı nefretiniz büyük olabilir! Dünya görüşünüz bu hareketin ideallerinden yüz seksen derece farklı da olabilir! Yine muhalefet edin, eleştirin! Fakat yapılan kitlesel zulme itiraz edin! Biraz mert olun! Bakın bu satırların yazarı HH ile hiçbir bağlantısı olmayan, hiçbir faaliyetlerine katılmamış, hiçbir toplantılarına gitmemiş, hiçbir organik, formel, enformel ilişkiye girmemiş bir insan – beni bile sadece bu hareketle “irtibatlı-iltisaklı” olarak gösterilen insanların haklarını savundum diye “FETÖ’cü” ilan ettiler. Tehlikenin farkında değil misiniz? Yaşanan süreçten hiç mi bir şey öğrenmediniz? McCarthy’ci ip çekme uygulamalarının toplumunuzu kanser ettiğini görmüyor musunuz? Bu kanserin ucu size dokunmaz mı sanırsınız! İç sarmalına kendinizi kaptırdığınız derin öfke, ülkeyi de, toplumu da bitirdi. Bu amok koşusunu bırakın! Bu çılgınlığa son verin! 

Bu yazıyı yazmamın nedeni, sosyal medyada “Gülen Hareketi’ne yapılanların sosyal soykırım boyutunu görmezlikten gelenlerden aydın olmaz” paylaşımı yapmış olmam! Bu naif, iyi niyetli, basiret çağrısının sonrasında nasıl lince uğradığımı, bu mesajın altına neler yazıldığını anlatanlardan psikiyatri doktorası çıkar! Gerçekten toplumda ciddi bir rahatsızlık, tam manasıyla bir sosyolojik kanser var. Elbette bu kanser sadece Gülen hareketine yönelik bir hınçla tetiklenmiyor. Kürtlere, Ermenilere, LGBTQ+ topluluğuna, Alevilere, sorgulayan-düşünen insanlara, özgür kadınlara ve feministlere – aklınıza gelen ne kadar ötekileştirilen grup varsa onlara karşı duyulan hınçla da tetikleniyor. Kendi kendisini yok etmeye programlanmış bir ölüm makinesi gibi, amok koşusu devam ediyor. Ülke mikro seviyeden makro seviyeye, tümüyle çürüyor, kokuyor, sapır sapır dökülüyor. 

Makul, aklı başında, rasyonel, kendine saygısı olan, şahsiyetli her insanı buna dur demeye davet ediyorum.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version