Esrarlı bir teras: Yuşa Tepesi (4)
YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Onlar için (İsrailoğullarının) kardeşleri arasında
senin gibi bir peygamber çıkaracağım,
sözlerimi O’nun ağzına koyacağım
ve O’na emrettiğim her şeyi onlara söyleyecek.”
Tesniye 18:18
Hz. Yuşa’yı Hristiyan ve Yahudi kaynaklarda birlikte Roma, Yunan kaynaklarından da bir nebze de olsa tanımaya çalıştık.
Şimdi İslam kaynaklarına bakmadan önce bazı teknik detaylardan bahsetmemiz gerekiyor, ki resim genel olarak netleşsin.
Bu yazımız iki bölümden oluşacak. İlkinde biraz teorik takılacağız. Sanırım ikinci yazıda Hz. Yuşa ile ilgili tam bir profil çıkarmayı deneyeceğiz.
Önce biraz teorik malumat vermek durumundayım.
Pek çok kez yazmış, çok kez konferanslarda belirtmişimdir; Kur’an-ı Hakim hikayelerini anlatırken bazı olayları tekrar tekrar ama başka açılarla (Ecnebiler buna Vantage Point diyorlar) ele alır. Bazı meseleleri ise, kendinden önceki semavi kitapların tahrif edilmemiş bölümlerine havale eder.
Hz. Yuşa’nın hikayesi kısmen bu sebeple Kur’an’da anlatılmıyor. Ancak yüce kitabımız isim vermeden yani “zımnen” (Gizli özne de diyebiliriz) bahsediyor elbette.
Mesela Hz. Musa ismi 34 farklı surede 136 kere geçiyor. Yakından incelediğimizde, hepsinde farklı bir bakış, perspektif ve keyfiyet olduğunu görüyoruz.
Kur’an bizzat peygamber kıssalarına neden yer verdiğini şöyle izah ediyor: “And olsun ki peygamberlerin kıssalarında aklı olanlar için ibretler vardır. (Vahye, Kur’an’a gelince) o hiçbir şekilde uydurulmuş bir söz olamaz.”(Yusuf, 111)
Ancak hadiseler anlatılırken Kur‘an, salt tarih kitabı olmadığından, teferruat meselelerini, lüzumsuz kısımlarını pas geçerek, -tabiri caizse; makaslayarak- sadece Kur‘an’ın hidayet rehberi oluşuna uygun bir şekilde muhatapları irşad edip aydınlatacak kısımlarını anlatmıştır.
Bu anlatma şekli de, olayların aslı, Cenab-ı Hakk’ın her şeyi kuşatan ilmiyle adım adım izlenerek, vakanın aslında herhangi bir değişiklik yapılmadan ve Kur‘an’ın i’cazına uygun olarak muhatapların ibret ve tefekkürlerine sunulmasıdır.
Dan Meyer’in neredeyse 1500 yıl sonraki fark edişine bakarak söylersek; Kur’an bir değerler silsilesini dramatik yapı kullanarak anlatmaktadır.
Bunun elbette en önemli sebebi, insanı doğrudan etkileme efekti oluşturma amacıdır.
Sözgelimi Kur‘an Hz. Adem, Nuh, Hûd, Salih, Lut, İbrahim, İsmail, İshak, Yusuf, Musa, İsa (AS) kıssalarını, Firavun, Karun ve İsrailoğulları ile ilgili haberleri ve hatta Hz. Peygamber’in (ASM) doğumundan birkaç ay önce meydana gelmiş Fil olayını en berrak ve özgün kaynaktan anlatır.
Ve bunu yaparken çok enteresan bir yöntem kullanır… Buna geleceğiz.
Kur’an’ın hikayeleme tekniğiyle ilahi mesajları muhataplara sunarken, insanlığın özünde mevcut sosyal, kültürel, sanatsal ve psikolojik yönleri de göz önünde tutarak anlatım ve ifadede daha cazip, daha canlı ve etkileyici bir üslup takip ettiğini görmekteyiz.
İnsan doğası itibariyle, anlayış ve kavrama yönünden kuru fikirleri dinlemekten ziyade müşahhas fikirlere meyillidir.
İş bu sebeple insanın yaratılışını göz önünde tutan Kur’an-ı Kerim, en güzel hikayeleri gözlerimizin önünde cereyan ediyormuşcasına anlatır.
Öykülerin diliyle fikirler adeta müşahhaslaştırılır. Dinleyenlerin kolay anlaması sağlanır. Çünkü devamlı çıplak hakikatler, soyut manalar aklı yorar, dikkatleri bir yerde dağıtabilir.
Fakat kıssalar diliyle, yüksek dini ve semavi mesajlar yaşanmış olaylarla, adeta uygulamalı bir surette, gözlere seyrettirilir, kulaklara işittirilir.
Allah’ın insana bildirmek istediği yüksek manalar akl-ı selimin idrakine kolayca sunulur. Hz. Bediüzzaman bu idrak disiplinini harikulade bir şekilde şematize eder ancak o konu apayrı bir kitaba sığacak kadar büyüktür.
Son tahlilde şunu söylemek mümkündür: Kur’an (Ve dahi bütün semavi kitaplar) en üst davet metodolojisi ve yöntemini kullanarak, bir taraftan ilim ehline yüksek hakikatleri ve mücerret manaları sunarken, diğer taraftan da ekseriyeti teşkil eden avamı nazara alarak daha kolay anlaşılır bir tarzda -teşbihler, istiareler, meseller… gibi- hikayeler yoluyla da en güzel şekilde irşad eder.
Ve bu durum bize doğal olarak Belagat’a (Retorik) götürür. Retorik, Kutsal kitabın en önemli i’caz yönlerinden birisidir. Hz. Bediüzzaman, Bakara suresi 4. Ayetini tefsir ederken şöyle der; “Belağat, iktiza-i hale mutabakattır.”(Şuaat (Şualar değil), s33)
Kur’an-ı Kerim’in karakter, mekan, aksesuar ve çevre açısından ne kadar zengin olduğuna bir çırpıda bakarak durumu özetleyebiliriz. Bununla beraber yüce kitabımızda bahsi edilen (adı anılan değil) peygamberlere bir göz atacak olursak:
Ulu’l Azm peygamberler
Hz. Muhammed; adı açık olarak 4 defa geçer, bir sure de adını taşır.
Hz. İsa; adı açık olarak 23 defa, 93 defa “Meryem’in oğlu”, “Allah’tan bir ruh” ya da «Mesih» ya da «Allah’ın kelimesi» olarak toplam olarak 1180 defa geçer.
Hz. Musa; adı açık olarak (gizli ve açık) 199 defa geçer. Bir defa “Allah ile konuşan” olarak ima edilir.
Hz. İbrahim; adı açık olarak 102 defa geçer. “Allah’ın dostu” olarak ima edilmiştir. Bir sure adını taşır.
Hz. Nuh; adı 60-67 defa geçer, bir sure adını taşır.
Görüldüğü üzere Kur’an, kendi peygamberinin anlatımını dolaylı olarak yapmakla beraber, tahrif olmuş ya da unutulmuş meseleleri, kıssaları hatırlatmak adına önceki nebileri çok daha fazla zikretmektedir.
Diğer peygamberler
Âdem – adı 25 defa geçer
Davud – adı (2)18 defa geçer
Elyesa – adı 2 defa geçer
Eyyub – adı 5 defa geçer
Harun – adı 24 defa geçer
Hûd – adı 7 defa geçer
İdris – adı 2 defa geçer
İlyas – adı 3 defa geçer
İshak – adı 17 defa geçer
İsmail – adı 12 defa geçer
Lut – adı 27 defa geçer
Salih – adı 8 defa geçer
Şuayb – adı 11 defa geçer
Yakup – adı 16 defa geçer
Yunus – adı 16 defa geçer
Yusuf – adı 27 defa geçer
Zekeriya – adı 7 defa geçer
Zülkif – adı 2 defa geçer
Peygamberliği kesin olmayanlar
Lokman – adını taşıyan Lokman Suresi’nde 2 defa geçer.
Üzeyir – adı Tevbe Suresi’nde 1 defa geçer.
Zülkarneyn – adı tamamı Kehf Suresi’nde 3 defa geçer.
Gelin kadrajı biraz daha daraltıp, Hz. Musa dönemi ve peygamberin yakın çevresine biraz daha yakından bakalım.
“Musa: “Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun’u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin” dedi.” (Taha 25-33)
Her ne kadar Eski Ahid (Talmut), Hz. Musa’nın fiziksel engelli olduğu için böyle bir duada bulunduğunu iddia etse de Taberi gibi alimler, buradan kastın tamamen «dilsel», yani lisani olduğunu kaydederler.
Şöyle ki;
Birincisi; Hz. Musa 10 yıldan fazladır sürgün hayatı yaşamakta ve bir süre sarayda yaşayıp Kipticeyi konuşabilmiş olsa da ana dili İbranice idi ve kendisini tam ifade edememekten çekiniyordu.
Dahası, kibrinden idrakinde birçok blokaj bulunan Firavun’un ruhuna tesir etmesi çok çok zordu.
Ve yine tefsirlerden anlıyoruz ki, daha sonra peygamberlikle taçlandırılacak olan Harun (AS) belagati yüksek, kusursuz bir hikaye anlatıcısıydı.
Bu konuşmanın muhtevasını ve neticelerini Kur’an-ı Kerim’in başka başka yerlerinde spin-off olarak görmekteyiz. (Spin-off meselesini başka zaman detaylıca anlatırım)
Nitekim bunlardan çok çarpıcı olan, bizim bu meselemizle ilgilidir:
“Kardeşim Harun benden daha açık ve düzgün konuşur. Onu da beni onaylayan bir yardımcı olarak yanımda gönder. Zira beni yalancılıkla itham etmelerinden endişe ediyorum.”
«Allah buyurdu: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir güç vereceğiz ki, bu sayede size erişemeyecekler, mucizelerimizle siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz.” (Kasas, 34-35)
Allah, tam da bu noktada belagat konusunda Firavun’un yardımcıları ve laf cambazlarının Harun destekli Musa ile baş edemeyeceklerinin garantisini vermektedir.
Nitekim Yine Eski Ahit’e baktığımızda Harun’un (AS) gayet başarılı bir hikaye anlatıcısı olduğunu görüyoruz:
«RAB Musa’ya öfkelendi ve “Ağabeyin Levili Harun var ya!” dedi, “Bilirim, o iyi konuşur. Hem şu anda seni karşılamaya geliyor. Seni görünce sevinecek.” (Mısır’dan çıkış 4:14)
İlerleyen bölümlerde ise henüz peygamberlik verilmemiş olan Harun’un Hz. Musa’dan aldığı emirleri halka naklettiğini görüyoruz: “Musa duyurması için RAB’bin kendisine söylediği bütün sözleri ve gerçekleştirmesini buyurduğu bütün belirtileri Harun’a anlattı.” (Mısır’dan çıkış 4:28)
Ve çok enteresan bir durum. Eski Ahit, Harun’un dil ile, Hz. Musa’nın hareket ve mucize göstererek kitleleri etkilediğini anlatıyor:
«Harun RAB’bin Musa’ya söylemiş olduğu her şeyi onlara anlattı. Musa da halkın önünde belirtileri gerçekleştirdi.» (Mısır’dan çıkış 4:30)
Ancak bir üçlü (bir de Hızır (AS) eklersek; dörtlü) olduğunu bazı ayetlerin verdiği ipucundan anlayabiliyoruz:
“Muttakiler arasından Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer mü’minler iseniz yalnızca Allah’a dayanın.” (Maide, 23)
Ayette geçen “iki kişi”den biri kim olabilir acaba?
Keza Kehf, 60:
“Bir vakit Mûsâ genç yardımcısına: “İki denizin birleştiği noktaya varıncaya kadar hiç durmadan gidecek, gerekirse aradığımı buluncaya kadar senelerce yürüyeceğim” demişti.”
Demek ki genç ve yardımcı biri var, Hz. Musa’nın yanında! Kim acaba?
Yuşa’nın Musa’nın tam olarak neyi olduğu konusunda değişik görüşler vardır. Öz yeğeninden tutun da kölesine kadar zengin bir yakınlık spektrumu oluşturulmuştur.
Öte yandan ister yeğen olsun ister köle Yuşa’nın Hz. Musa’ya kardeşi Harun’dan bile yakın olduğunu yine bazı kaynaklardan öğrenebiliyoruz:
“Ve Amelek geldi, İsrail’le Refidim’de cenk etti. Ve Musa Yeşu’ya dedi: Bize adamlar seç ve çıkıp Amelek’le cenk et… Ve Yeşu Musa’nın kendisine dediği gibi yaptı, Amelek’le cenk etti.”
Öz kardeşine değil de kölesi ya da yeğenine söylüyor bunları.
Evet, Eski Ahid’de “İkincil Peygamber”, Kur’an’ı Kerim’de ise ismi zımni olan peygamber olarak geçen Hz. Yuşa’nın portresini yarın çizsek olur mu?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***