Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Ara bir “vaka-yı rapor!”

Ara bir “vaka-yı rapor!”


YORUM | M. NEDİM HAZAR 

Yazı yazmak tam da böyle bir şeydir sevgili okur. 

Kelimeler sizi elinizden tutar ve daha önce hiç aklınıza gelmeyen, hatta bilmediğiniz, ilk kez keşfedeceğiniz vadilere indiriverir. 

Yanlış anlaşılmasın, yazmanın şehvetinden bahsetmiyorum, kalemin gizemini ve esrarını izah etmeye çabalıyorum. 

Malum, Hz. Bediüzzaman’ın mekanları, özelde kaldığı otelleri incelemek adına yola çıktığımız bu serüven bizi Sibirya’nın buz gibi ölüm kamplarına kadar götürdü. Bu seyahatte öylesine sapaklara, yan yollara girdik ki, tahminim 20’den fazla makale oldu…

Merhum şair her ne kadar “Dönülmez akşamın ufku” olarak nitelese de buraları, elbette bir dönüş yolumuz alacaktı. 

Ve işte bugün Said Nursi Hazretlerinin yaklaşık 2,5 yıl süren esaretten dönüş hikayesine yine bir makale çerçevesinde bakmaya çalışmadan bir ara yazı ile genel özet ve değerlendirme yapacağız.  

Önce bir genel tabloyu tasvir edelim.

Osmanlı’da yaşanan 2 Meşrutiyet harekatı sonrasında saray epeyce zayıflar. Aslında tüm dünya fıkır fıkır kaynamaktadır. Almanya/Rusya’nın dalaşması, tüm dünya ülkelerini birbirine girdirir. Ve tabii Osmanlı da bir taraf tutmak zorunda kalır. Niceden beri yaşlı ve hastalıklı bir insan gibi zar zor ayakta duran Osmanlı Devleti için bu sonun başlangıcı olacaktır. 

Öte yandan kişisel menkıbesine baktığımız Bediüzzaman Said Nursi, önce saraya kullanarak toplumun ancak eğitim (eğitimden sadece pozitif bilimi değil, aynı zamanda ilahiyatı da kastetmektedir) ile tekrar ayağa kalkacağına inanmaktadır. Bunun için İstanbul’a gelir ve dönemin en büyük silahı medyayı kullanmaya çabalar. 

Ancak, sarayın etrafı öylesine kalın ve yüksek duvarlarla kaplıdır ki, birkaç yıl büyük çaba harcamasına rağmen o bariyeri kıramaz. 

Tam her şeyden umudu kesmişken, yargılanır, yetmedi bir de deli diye tımarhaneye konur. 

Artık rejimden ve umut olarak görülen JönTürk, İttihat ve Terakki gibi yapılardan da umudu kesmiştir. 

Belki de niyeti Anadolu’nun derinliklerine gidip, daha sonra ne yapacağına dair bir yol haritası çıkarmaktır. 

Fakat muktedir onun rahat biçimde evine dönmesine izin vermez.

Bu esnada en kötü senaryo gerçekleşir ve Osmanlı işgale uğrar. Dört bir yandan kuşatılmıştır. İttihatçılar her ne kadar kendilerinden büyük kahramanlık hikayeleri çıkarsa da aslında gerçek kahramanlığı Anadolu insanının kendisi gösterir ve devletten umudu kestiği için kendi imkanlarıyla vatanı savunmaya başlar. 

İşte Bediüzzaman da böyle bir alayın başına komutan olarak geçer ve Doğu’da Ruslara karşı büyük kayıpların verildiği çarpışmalara katılır. 

Savaşın bütün dehşetine rağmen ilim üretmekten geri kalmaz. 

Belki de bireysel tarihinin en kilit eserlerini bu dönemde yazar. Hatta İ’şarat-ül İcaz’ı bizzat at sırtında kaleme aldırır. 

Ve savaşta bir ayağı kırılarak esir olarak düşer. Ruslar onu aylar süren yolculukla Sibirya’nın derinlerine götürürler. 

Esaret hayatını ayrıntılı olarak ele aldık, geriye dönüp önceki yazılara bakabilirsiniz.

1. Cihan Harbi, tüm dünyayı değiştirdiği gibi, ülkeleri de özellikle rejimler açısından yerle bir eder. Osmanlı, Alman, Rus imparatorlukları ve daha pek çoğu çöker.

Rusya’da savaş esnasında büyüyen memnuniyetsizlik, savaş ve yokluk bir isyanı tetikler ve Rusya bir yandan cephede savaşırken, diğer yandan iç kargaşa ile alt üst olur. Bolşevikler ihtilal yaptığında ise esir kampları hem bu sürece katkı sağlamıştır hem de bu devrimin nimetlerinden yararlanır. 

Sözgelimi, firarlar o kadar sıklıkla olur ki, bizzat Ruslar bile savaş esirlerinin kaçmasına adeta göz yumarlar. 

Bediüzzaman esir kampında bile yalnızdır. 

Sibirya gecelerinde sabahlara kadar uyuyamaz ve geleceğe dair yepyeni bir vizyon oluşturur. 

Onun için artık tek dava vardır: İman davası. 

Kalan ömrünü bu yönde harcayacaktır ama hayat hiçbir zaman gülen yüzünü göstermez bu tür büyük insanlara. 

Nitekim, esaretten kurtulduktan sonra “İkinci esaret dönemim” dediği hapishane ve sürgün yılları başlar.

Hapishane yılları ise bambaşka bir araştırma konusudur. 

Hapishanede binlerce esirin arasında da yapayalnızdır. 

İmkanlar elverdiğince yalnız başına kalmaya çabalar. Ve yakın çevredeki Müslümanlar, beldelerine misafir olan bu büyük insanın farkına varmakta gecikmezler. Hemen ortak bir dilekçeyle kampın çok yakınındaki bir camide kalması için kamp komutanlığını ikna ederler. 

Bediüzzaman için bu yepyeni bir evredir. Sadece ilim ve ibadetle uğraşacak, diğer zamanlarında tefekkür ve istikbal hayalleri kuracaktır. 

Ancak biraz önce bahsini ettiğimiz Rusya’daki büyük iç karışıklık ve ihtilale dönüşen isyan, onun hamle yapmasını öne alacaktır. 

Evet yarım da olsa özgürlüğü henüz çok kısa bir süredir yaşamasına rağmen, bir karar verme kavşağında olduğunu hisseder ve kesin kararını verir. Firar edecektir… 

Yunus Bin Metta’nın hayatını anlattığı Risalede olduğu gibi aslında esbab bilkülliye aleyhine sükut etmiştir.

Bir kere dil bilmiyordur, ikincisi maddi imkanları yoktur, üçüncüsü memleketinden binlerce kilometre uzaklardadır. Savaş, isyan ve mesafenin uzunluğu düşünüldüğünde vatan yolunu sağ salim tamamlaması tam anlamıyla mucize olacaktır. 

Nitekim onbinlerce kahraman Osmanlı askeri bu yolda yok olup gitmiştir maalesef. 

Ancak eğer kaderin bir muradı varsa, olan olacaktır ve Bediüzzaman bunu çok çok iyi bilir. 

Ve nihayet o an gelmiştir:

Firar…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version