Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Abdülhamit Jurnalciliğinden İttihatçılığa Emanuel Karasu

Abdülhamit Jurnalciliğinden İttihatçılığa Emanuel Karasu

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU 

Osmanlı Devleti’nin son dönemine damga vuran İttihat ve Terakki’nin önemli figürlerinden birisi de Emanuel Karasu’dur. Karasu daha çok 1909’da Abdülhamit’e hal’ kararını tebliğ eden heyette yer almasıyla bilinse de o Abdülhamit devri jurnalcileri arasında da yer almıştır.

İttihat ve Terakki’nin düşüşünden sonra ise hakkındaki davalardan dolayı yeni yurdu İtalya olacaktır.

JURNALCİ KARASU

Emanuel (Emmanuel) Karasu, Selanik’e yerleşmiş tüccar bir Musevi ailede 1862’de dünyaya geldi. Ailesinin adı Türkçede “Karasu” olarak yazılsa da birçok kaynakta “Karasso”, yabancı kaynaklarda da “Carasso” şeklinde yer almaktadır.

Karasu’nun dedesi İtalya’dan Selanik’e gelmiş olsa da İtalyan uyruğu için yaptığı başvuru “İtalyan köklerini” ispatlayamadığından reddedilmiş ve aile,  “Sefarad” olarak kabul edilmeyi talep ederek İspanyol uyruğuna geçmiştir. Emanuel Karasu 1908’de meşrutiyetin ilanından sonra milletvekili seçilmek için de Osmanlı vatandaşı olmuştur. O, Selanik’te iyi bir hukuk eğitimi almış ve “dava vekili” yani avukat olarak çalışmaya başlamıştır.

Karasu’nun Jön Türk hareketi içinde yer almasına rağmen Abdülhamit’e jurnaller gönderdiği anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi Abdülhamit’in tahttan indirilmesi sonrasında bu jurnallerin önce bir komisyon kurularak incelenmesine karar verildiyse de daha sonra yakıldı. Buna rağmen az sayıda jurnal, bazı yayınlarda yer aldığı gibi bazıları Osmanlı Arşivleri’nden de teyit edilebilmektedir.

Üzerinde “Selanik Dava Vekillerinden Emanuel Karasu kulları” yazan bir jurnalde Karasu, açıkça Selanik’teki Jön Türkleri ihbar etmekte; Avrupa’da yayınlanan zararlı gazetelerin bazı yerlerde okunduğunu ve Polis Müdüriyetinin buna göz yumduğunu belirterek tedbir alınmasını istemektedir.

Diğer jurnalde ise Selanik’e gelen ve İstanbul’a gitmeye çalışan “anarşistleri” ihbar etmiş ve bu kişilerin amacının o dönemde “erbab-ı fesad” denilen Jön Türklere katılmak olduğunu yazmıştır. Kısacası o, jurnalinde “Abdülhamit rejiminin dilini” kullanarak İttihatçılara “erbab-ı fesad” demiştir. Ayrıca diğer belgelerde Bulgarların yasa dışı faaliyetlerini şikâyet etmiştir. Ancak jurnallerin yakılmasından dolayı Karasu’nun başka hangi jurnalleri verdiği ve içeriğinin ne olduğunu bilmek mümkün değildir.

Jurnalciliğine rağmen 1908’de Talat Bey’le (Paşa) İstanbul seyahatinde yakalanarak sorgulanmış ancak bu sorguda arkadaşlarının ismini vermemiştir. Meşrutiyetin ilanı sonrasında yapılan seçimlerde Selanik mebusu olarak meclise giren Karasu, 1912’de de Selanik’ten mebus seçildi. Selanik’in kaybı sonrasında ise İstanbul mebusu oldu.

31 Mart Olayı sonrasında Abdülhamit’i tahttan indirme kararını meclisten geçiren İttihatçılar, hal’ kararının tebliği için bir heyet oluşturdular. Bu heyet İttihat ve Terakki’nin “ittihad-ı anasır” düşüncesi çerçevesinde Osmanlı Devleti’ni oluşturan toplulukların temsilcilerinden oluşmuştu. Heyette eski Bahriye Nazırı Arif Hikmet Paşa, Ermeni Katolik Aram Efendi, Arnavut asıllı Esat Toptani Paşa ve Musevi Emanuel Karasu yer almıştı.

Karasu’nun bu heyette yer almasının nedeni sonraki yıllarda “Siyonistlerin Filistin’de toprak satmayan padişahtan intikamı” olarak yorumlanmıştır. En başta bilinmesi gereken onun hal’ heyetinin başkanı olduğu iddiasının doğru olmadığıdır. Nitekim çeşitli araştırmalarda ve Karasu’nun bir Alman gazetesinde yayınlanan röportajında heyetin başkanının Esat Toptani olduğu bilgisi yer almaktadır.

Zaten hal’ fetvasını ve alınan kararı da sözlü olarak Toptani tebliğ etmiş, sabık padişahın bundan sonra nerede yaşayacağına, hayatının garanti edilmesine ve geçimine dair sorularını da çoğunlukla Toptani cevaplamıştır.

Burada sorulması gereken, Karasu’nun heyete “İslamcı padişah Abdülhamit’ten intikam almak” amacıyla dahil olup olmadığıdır. Örneğin Esat Paşa heyete Arnavutların temsilcisi olarak girse de Karasu’nun anlatımında “Abdülhamit’in kardeşini Galata Köprüsü üzerinde bir kiralık katile öldürtmesinden” dolayı padişahtan “ölesiye nefret ettiğinden” bahsedilmektedir.

Buna karşılık Karasu için “ittihad-ı anasır” tezi dışında bir bilgi yer almamaktadır. Dolayısıyla onun İttihatçılar içindeki rolünden dolayı Musevi cemaatinin temsilcisi olarak heyette yer alması daha mantıklı gözükmektedir.

SİYONİST Mİ?

Karasu’nun önemli bir özelliği de masonluğudur. Onun çok kültürlü ve Osmanlı Devleti’nin Avrupa’ya en açık şehirlerinden biri olan Selanik’te yetişmesi masonluğunda önemli bir faktördür.

Abdülhamit rejiminin baskısından ve özellikle hafiye takibinden kurtulmak için konsolosluklar tarafından himaye edilen mason locaları, Selanik’te ideal bir ortam oluşturmaktaydı. Bu durum Selanik’te Jön Türk örgütlenmesinin önde gelenleri Talat Bey (Paşa), Rahmi Bey, Mithat Şükrü (Bleda), Manyasizade Refik Bey’in Macedonia Risorta Locası’na üye olmalarının önemli bir nedenidir.

Bu loca İtalyan Grand Orient’e bağlı olarak faaliyet gösteriyordu. Macedonia Risorta Locası’nın “üstad-ı muhteremliğine” getirilen Karasu’nun locanın kapılarını İttihatçılara açtığı ve bu yolla örgütlenmede etkili olduğu anlaşılmaktadır. Hatta ölümü sonrasında The Times’ta yer alan ölüm ilanında da “Jön Türklere mason localarında toplanmayı öneren o olmuştur” ifadesi yer almıştır.

Karasu’nun bir yandan İttihatçılığı bir yandan da Museviliği nedeniyle bazı faaliyetlerde öne çıktığı görülmektedir. İtalyanlarla yapılan Ouchy Antlaşması’nı imzalayan heyette yer alan Karasu, Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin Amerikan mandasına girmesi konusunda da Hahambaşı Haim Naum’un da yer aldığı bir heyete dahil olmuş ve Amerikan mandasını reddetmişlerdir.

Karasu’nun tartışmalı bir yönü ise Siyonist hareket içinde yer alıp almadığıdır. Jacop M. Landau onun “anti-Siyonist” olduğunu belirtmektedir. İttihatçılar içinde önemli görevler üstlenen Fethi Okyar’ın Cemal Kutay tarafından yayına hazırlanan hatıratında, Karasu’nun 1898’de Filistin’de kurulacak Musevi yurdu için Abdülhamid’le görüşen Siyonist heyette yer aldığı belirtilmektedir (İstanbul, 1980, s. 45)). Buna karşılık Okyar’ın oğlu Osman Okyar ve Mehmet Seyitdanlıoğlu’nun hazırladığı hatıratta böyle bir bilgi yer almamaktadır (Ankara, 1997).

Karasu, 1911’de Meclis-i Mebusan’daki bir suçlamaya; Siyonizm’e karşı olduğu hatta Yahudilerin Filistin yerine başka bir yere yerleştirilmeleri teklifinin de kendisinin de dahil olduğu komisyon tarafından reddedildiği şeklinde cevap vermiştir. Ayrıca Musevilerin yaşadıkları memlekete bağlılıklarını vurgulamış ve Osmanlı Musevilerinin “Musevilerin her yerden kovuldukları bir zamanda” kapılarını açmasından dolayı Osmanlılara “daha bir muhabbet” duyduklarını belirtmiştir.

1917’de Alman Siyonistlerinden Dr. Becker, Sadrazam Talat Paşa ile “Filistin’de toprak talebi” için İstanbul’a gelerek bir görüşme yapmış ve Talat Paşa,  “İttihatçıların Filistin’de Yahudi yurduna hatta özerkliğe bile karşı olduklarını” açıkça ifade etmişti.

Sonrasında İttihatçıları temsilen Karasu, Almanya’da görüşmeleri sürdürmüştür. Savaşın kaybedilme aşamasına geldiği ve Balfour Deklarasyonu’nun açıklandığı bu dönemde İttihat ve Terakki’nin Siyonistleri oyalama siyaseti izlediği ve Karasu’nun rolünün de bu çerçevede olduğu görülmektedir. Landau da onun Siyonizme yakınlık duymamakla beraber karşı tavır da almadığını ve “Siyonizm davasına” yardımcı olmadığını belirtecektir.

İTALYAN KARASU

Karasu 1919’da tutuklanarak Bekirağa Bölüğü’ne konuldu. Ardından da yurt dışına çıkmayı tercih ederek İtalya’ya gitti. 1921’de de İtalyan vatandaşlığına geçti. Bu sırada, “büyük bir servet biriktirmiş olan” Karasu hakkında çeşitli suçlamalarla davalar açılmıştı. Bu davalar artık İtalyan Yüksek Komiserliği tarafından takip edilmekteydi.

Karasu’nun asıl amacının kendisine ait Arimetia ve Bitynia adlı gemileri bir İtalyan denizcilik şirketine satmak olduğu görülmektedir. Ancak satın alma komisyonunu ödemediğinden, olay mahkemeye aksetmiş ve sonrasında tahsilat gerçekleşmiştir.

Elbette burada sorgulanması gereken Karasu’nun bu servete nasıl sahip olduğudur. Osmanlı Arşivlerinde Karasu ve hissedarlarının 1910’da Paşabahçe’nin İncir köyündeki bir fabrikayı işletmek üzere Paşabahçesi Kiremit ve Tuğla Fabrikası Osmanlı Anonim Şirketi’ni kurdukları görülmektedir. Karasu ve ortaklarının dört yıl sonra da bu kez mensucat alanında fabrika alım satımı, üretim ve ticareti amacıyla bir başka şirket kurdukları tespit edilmektedir (BOA, A. JDVN. MKL. 51/3, 56/37).

Bu durum detaylarını tam bilemesek de Karasu’nun zenginliğinin bu iktisadi faaliyetlerinin sonucu olduğunu düşündürmektedir. Ancak diğer neden de Birinci Dünya Savaşı yıllarında İaşe Müfettişliği yapması olabilir.

Nitekim Roni Margulies onun “gıda stokları yöneticiliği” yaptığını yazmaktadır. Savaş yıllarında yaşanan karaborsa, Levazım Reisi İsmail Hakkı Paşa hakkındaki iddialar ve “Vagon Ticareti” yolsuzluğu dikkate alındığında çeşitli yolsuzluklara bulaştığı tahmin edilebilir.

Gerçekten de Mütareke sonrasında tutuklanma gerekçesi, ordu ve halk için alınan “büyük miktardaki hububatın satılarak parasının bir Alman bankasına transfer edilmesiydi”. Yine bu ve başka suçlamalardan dolayı mal varlığına tedbir konulduğu anlaşılmaktadır. O bu tutukluluktan da Musevi cemaatinin girişimleri ve sonrasında usulsüz bir şekilde verilen kefaletle kurtulmuş ve çareyi İtalyan vatandaşlığına geçmekte bulmuştu.

Hayatının geri kalanını İstanbul’la bazı İtalyan şehirlerinde geçiren Karasu daha sonra da Trieste’ye yerleşti ve 1934 yılı Haziran’ında vefat etti. Kızı Ester de cenazesini İstanbul’a getirterek Arnavutköy’deki Musevi mezarlığına defnettirdi.

Sonuçta Karasu İspanyol vatandaşı olarak dünyaya gelmiş, 1908’de Osmanlı vatandaşı olmuş ve 1934’te İtalyan vatandaşı olarak hayata veda etmiş ama İstanbul’a defnedilmiştir.

Abdülhamit rejimine jurnalciliği, hal’ kararını tebliğ eden heyette yer alması, masonluğu, İttihat ve Terakki içindeki faaliyetleri ve hakkındaki yolsuzluk iddiaları dikkate alındığında Karasu için İtalyan araştırmacı Locci’nin yaklaşımıyla “çelişkili ve bu olaylardan menfaat sağlamaya çalışan bir kişilik” denilebilir.

Karasu, meşrutiyetin ilanı sonrasında da hem Sultanahmet meydanında hem de Selanik’te önceki adı “Olimpos” iken meşrutiyetle birlikte “Hürriyet Meydanı” adı verilen meydanda bir konuşma yapmıştır. Tarihçe-i Hayat’ta yer alan Bediüzzaman’la görüşme bu sırada gerçekleşmiş olmalıdır.

Onun Selanik’te mason locası vasıtasıyla İttihat ve Terakki’ye verdiği desteğin önemi çok açıktır. Ancak o hiçbir zaman Enver, Cemal ve Talat paşalar gibi İTC’nin önde gelen simalarından biri olmamıştır. Muhtemelen İTC ve Karasu,  birbirlerine karşı “kazan-kazan politikasıyla” hareket etmişlerdir. Sonrasında da Musevi cemaatinin bir temsilcisi olarak bazı olaylarda ismi öne çıkmıştır.

Karasu’nun bir diğer özelliği de “meşhur ama meçhul” olmasıdır. Hele onun bazı yerlerde yer aldığı gibi Yahudi Hahambaşısı olduğu bilgisi kesinlikle doğru değildir. Özellikle İslamcı kesim tarafından abartılı yorumlar yapılsa da hakkında hala aydınlatılmamış pek çok nokta bulunmaktadır.

Sonuç olarak İTC içindeki rolünün de abartıldığı anlaşılan Karasu’nun hal’ heyetinde yer alma nedeni ve Siyonizm’e karşı tutumuyla ilgili olarak daha ayrıntılı bilgilere ihtiyaç duyulmamaktadır.

Seçilmiş Kaynakça: C. Kaypalı, “Osmanlı İmparatorluğu Son Dönem Masonları”, Mimar Sinan, 2004, S. 132; E. Locci, “İtalya ile Türkiye Arasındaki İlişkilerde Emanuele Carosso”, a.d., 2013, S. 160; Z. Uçak, Emanuel Karasu ve Siyasi Faaliyetleri, MÜ SBE Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2015; N. Alkan, “Karasu ve Abdülhamit İle İlişkisi, Toplumsal Tarih, 2008, S. 170-171; M. Çolak, “Alman Siyonistleri ve Sadrazam Talat Paşa: Yahudilere Yurt Bulma Meselesi”, XVIII. TTK Kongresi, Ankara, 2018, C. 5.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version