Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Yanya’dan Habeşistan’a bir İttihatçının uzun hikayesi

Yanya’dan Habeşistan’a bir İttihatçının uzun hikayesi


YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU 

İttihat ve Terakki yıllarca Abdülhamit’e karşı mücadele ettikten sonra bundan yüz on beş yıl önce 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilanını sağlamıştı. Bu başarıda en büyük pay ise III. Ordu bünyesinde görev yapan İttihatçı subaylara aitti. 

Bu subaylardan birisi de o sırada Manastır’da görev yapan Vehip Bey’di. O Manastır’da hürriyeti ilan eden beyannameyi de okumuştu. 

Sonrasında Hicaz’dan Çanakkale ve Kafkas cephesine kadar farklı görevler üstlenen ve mirlivalığa kadar yükselen Vehip Paşa, Mondros sonrasında gönüllü olarak yurt dışı sürgününe gidecektir.

YANYA’DAN HİCAZ’A 

Asıl adı “Mehmet Vehip” olan Vehip Paşa, bugün Yunanistan sınırları içinde kalan Yanya’da 1875’te dünyaya geldi. Babası Mehmet Emin Efendi Yanya’da belediye başkanlığı da yapmıştı. Bazı kaynaklar ailenin “Arnavut” olduğunu belirtseler de ailesindeki şecere ve kayıtlara göre soyları Özbekistan’dan Taşkentli Kaçı Han’a dayanmaktadır.

Kardeşleri de ön isimleri “Mehmet” olan Mehmet Esat ve Mehmet Nakıyüddin’dir. Ağabeyi Esat, askerlik mesleğini seçmiş ve Çanakkale’de (Şimal) Kuzey Grubu Komutanlığı yapmış olan meşhur Esat Paşa’dır (Esat Bülkat). Nakıyüddin (Taşkent) ise hukukçuluk yaptıktan sonra ticaretle uğraşmış ve oğlu Kazım Taşkent daha çok sanayicilik ve bankacılıkla adını duyurmuştur.

Vehip Harbiye’den sonra Erkân-ı Harbiye Mektebi’ni birinci olarak bitirdi (1313-1). Kurmay Yüzbaşı olarak Genelkurmay ve IV. Ordu’da görev yaptıktan sonra 1906’da Manastır Askeri İdadisi’ne “ders nazırı yardımcısı” olarak tayin edildi. Bazı hatıralardan hareketle Vehip’in İttihatçılarla IV. Ordu’daki görevi esnasında Diyarbakır’da tanıştığı anlaşılmaktadır. 

Manastır ise İttihat ve Terakki’nin önemli bir merkeziydi. Enver Bey, Kazım Karabekir, Ali Fuat Bey (Paşa) gibi önemli İttihatçılar burada görev yapmaktaydı. İşte Manastır’da meşrutiyeti ilan eden ve ertesi gün Neyyir-i Hakikat’te yayınlanan beyannameyi de Vehip Bey okuyacaktır. Böylece o, Osmanlı kamuoyunun yakından tanıdığı bir kişi olmuştur.

Vehip Bey, İttihatçıların yönetimdeki gücünün bir yansıması olarak Harp Okulu Komutanlığı’na getirildi. Bu görevi sonrasında önce Yanya Kolordusu emrine verildi sonra da Yanya Müstahkem Mevki Komutanlığı görevine tayin edildi. Kolordu Komutanlığı’nı üstlenen ağabeyi Esat Paşa ile Balkan Harbi’nin başlamasıyla birlikte memleketi olan Yanya vilayetini Yunanlılara karşı savundu. 

1912 Ekiminden 1913 Martına kadar devam eden savaşlarda Vehip ve ağabeyi sadece Yunanlılara değil açlık, soğuk ve hastalıklara karşı da mücadele ettiler. Arnavutluk’un bağımsızlığını ilan etmesiyle Arnavutların firarlarının da etkisiyle Yanya 6 Mart 1913’te teslim oldu. 

İki kardeş doğdukları, büyüdükleri coğrafyayı büyük bir acı içinde Yunanlılara teslim ettiler. Vehip Bey teslim öncesinde birliklere gönderdiği emrin sonunda “Cenab-ı Hak, bilcümle silah arkadaşlarımıza selamet, müsebbiplerine lanet etsin” diyecektir.

Ardından iki kardeşin 1913 Aralık ayına kadar devam edecek esaret hayatı başladı. Vehip Bey esaret hayatını geçirdiği Atina günlerine dair yirmi sayfalık bir hatırat da kaleme almış olup kendisine ait tek hatırat budur. 

Esaret dönüşünde ise Hicaz Vali ve Komutanlığına tayin edildi. İttihatçılar Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in karşısına “demir pençeli” olarak bilinen bir komutanı vali yaparak muhtemel bir isyanı önlemek istemişlerdi. Vehip Bey de Hüseyin’in isyan ihtimaline karşı tedbirler almaya çalıştı. Ancak Hüseyin bunu yüzyıllardır devam eden uygulamalara aykırı olarak görüp valiyi İstanbul’a şikâyet etti. 

Sonrasında İttihatçılar Hüseyin’le karşı karşıya gelmek yerine “hüsn-ü muamele edilmesi” yönünde karar aldılar. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi sonrasında da bu politika devam ettirildi. Ardından da Vehip Bey, Cemal Paşa’nın başında bulunduğu IV. Ordu’nun yapacağı Kanal Seferi’ne katılma emri aldı. 

Hicaz’dan bazı kuvvetleri alarak yola çıktıysa da Kanal Seferi’ne yetişemedi. Bir süre sonra da yerine yeni komutan ve vali tayin edildi. Vehip Bey’in emrindeki iki alayla Hicaz’dan ayrılmasıyla en kazançlı çıkan Şerif Hüseyin oldu. O böylece otoriter bir validen kurtularak isyan için elverişli bir ortam elde etti.  

ÇANAKKALE’DEN KAFKAS CEPHESİNE 

Vehip Bey’in yeni görevi IX. Kolordu Komutanlığı oldu. Rütbesi de mirlivalığa (tuğgeneral) yükseltildi. Bir hafta sonra da o dönemde karargâhı İstanbul’da olan II. Ordu Komutanlığı’na tayin edildi. Bu tayinlerde, İttihatçı olmasının ve özellikle Enver Paşa ile yakınlığının etkili olduğunda kuşku yoktur.

Bundan sonraki görev yeri ise emrindeki II. Ordu ile Çanakkale Cephesi oldu. Liman von Sanders’in komutasında olan cephe, Kuzey ve Güney Grubu olarak ikiye ayrılmış; Kuzey Grubu Esat Paşa’nın komutasına verilmişti. Güney Grubu’nun başında ise Alman Weber Paşa bulunmaktaydı. Weber Paşa son muharebelerde paniğe kapılmış ve Sanders de Enver Paşa’dan “cesur ve güçlü bir komutan” istemişti.

Vehip Paşa, emrindeki II. Ordu birlikleriyle beraber Ekim ayına kadar Güney Cephesi komutanı olarak görev yaptı.  Bu sırada cephede ağabeyi Esat Paşa dışında kayınbiraderi Nihat Bey de bulunmaktaydı. Vehip Paşa’nın komutanlığı sırasında Seddülbahir cephesinin son muharebesi olan İkinci Kerevizdere Muharebesi (12-13 Temmuz 1915) gerçekleşti. 

Paşa’nın cephedeki önemli bir katkısı da her yeni kuvvet geldiğinde taarruz emri veren ve bundan dolayı kayıpların artışına sebep olan Sanders’in taktiğini Enver Paşa’ya şikâyet ederek bundan vazgeçilmesini sağlaması olmuştur. 

Meşhur 6-13 Ağustos Muharebelerinde ise Seddülbahir cephesinde ilk iki günde İtilaf kuvvetlerini püskürten Vehip Paşa, bundan sonra Kuzey Grubu’na yardım göndererek zaferin kazanılmasına katkı sağlamıştır. Sanders de hatıralarında iki kardeş komutandan övgüyle bahsetmiş, onlar sayesinde Türk komutanlar arasında çok sık görülen anlaşmazlıkların önlendiğini yazmış ve Vehip Paşa için “çalışkan, ileriyi gören dayanıklı bir komutan” ifadesini kullanmıştır.

Vehip Paşa’nın başında bulunduğu II. Ordu, Ekim ayında Çanakkale’den alındı. Paşa’nın bundan sonraki görev yeri ise Kafkas cephesi oldu. Bu cephede Ruslar 1916 Şubatında Erzurum’u işgal etmiş, bölgeyi savunan Mahmut Kâmil Paşa da görevden affını istemişti. İşte bu göreve “Çanakkale’nin muzaffer kumandanı” Vehip Paşa tayin edildi. 

6 Mart 1916’da Erzincan’a gelen III. Ordu Komutanı Vehip Paşa’nın yeni görevi, Erzurum’u Ruslardan geri almaktı. Bunun için Çanakkale cephesinden çekilen birliklerin bir kısmı da buraya gönderilecek, II. Ordu güneyden III. Ordu kuzeyden Ruslara karşı saldırıya geçecekti. II. Ordu Komutanlığına da eski Genelkurmay Başkanı Müşir A. İzzet Paşa tayin edilmişti.

Paşa başlangıçta Kop Muharebelerini de kazanarak üç ay kadar Rus ilerleyişini durdurdu. Ancak Ruslar temmuz başındaki taarruzlarıyla kısa zamanda Bayburt, Gümüşhane ve sonra da Erzincan’ı işgal ettiler. Bunda iki ordunun beraber hareket edememesi kadar Vehip ve İzzet paşalar arasındaki anlaşmazlıklar da etkili olmuştu. 

Cepheye “kurtarıcı” olarak gelen Vehip Paşa, Çimendağı Muharebesi’nde de başarılı olamadı. Bölge halkı için büyük bir felaket, Paşa için de büyük bir başarısızlık olan bu dönemi, Bolşevik İhtilali sona erdirdi. İhtilal sonrasında Erzincan Mütarekesi yapıldı ve Ruslarla Osmanlı ordusu arasındaki sınır belirlendi.

Bundan sonraki süreçte Rus kuvvetleri geri çekiliyor ve otorite boşluğundan yararlanan Ermeniler katliamlara girişiyordu. Vehip Paşa bu olayları hem İstanbul’a hem de Rus Kafkas Ordusu Komutanlığı’na bildirecek ve işgali sona erdirmek için hazırlıklara girişecektir. 

Bu sırada Vehip Paşa’nın kuvvetleri iki kolordudan oluşmakta, birisini okul arkadaşı Yakup Şevki Paşa (Subaşı) diğerine de Kazım Karabekir komuta etmekteydi. İşte Vehip Paşa’nın emrindeki bu kuvvetler 12 Şubat 1918’de ileri harekâta başladılar. Erzincan’ın geri alınmasından sonra Erzurum da Karabekir’in komutasındaki kuvvetler tarafından geri alındı. 

Bundan sonraki hedef, Elviye-i Selase’nin kurtarılmasıydı. III. Ordu birlikleri Sarıkamış, Kars ve Ardahan’ı geri aldılar. Diğer taraftan sahilden ilerleyen kuvvetler de Trabzon ve Rize’yi kurtardılar. Artık hedef, Batum’un alınmasıydı. Vehip Paşa’nın emrindeki ordu, 14 Nisan’da Batum’a da girdi. Böylece Osmanlı kuvvetleri 1878 sınırının ötesine de ulaşarak Tiflis’e doğru ilerlemeye başladılar. 

Kafkasya’daki ilerleyiş Osmanlı-Alman rekabetine neden olunca Vehip Paşa Almanların hedefi haline geldi. Hatta hakkında gaz kaçakçılığı yaptığı iddiaları gündeme geldi. Enver Paşa da çareyi Paşa’yı Genelkurmay emrine almakta buldu.

İTALYA’DAN HABEŞİSTAN’A

Vehip Paşa İstanbul’da bir süre kaldıktan sonra Mondros Mütarekesi imzalandı. Enver Paşa ve arkadaşları ülkeyi terk edince geride kalan İttihatçılar hedef haline geldi. İşte bu kişilerden birisi de Vehip Paşa idi. 

Paşa’nın adı bir taraftan Harbiye Nazırlığı için geçerken diğer taraftan da birçok İttihatçı gibi onun hakkında da yolsuzluk iddiaları ortaya atıldı. Sonrasında da tutuklanarak Bekirağa Bölüğü’ne konuldu. Daha kısa bir süre önce “kahraman” olarak alkışlanan Paşa, artık hürriyetini de kaybetmişti.

Vehip Paşa bu dönemde “Tehcir ve Taktil Muhakemeleri” adıyla bilinen yargılanmalarda Divan-ı Harb’e bir ifade gönderdi. Dönemin basınında yer alan ifadede; 1914’ten itibaren Ermeni çetelerinin yaptığı katliamları anlatıyor, sonrasında da tehcirle ilgili düşünce ve tespitlerini açıklıyordu.

Paşa “Ermeni sevkiyatı, insaniyet ve medeniyet ve şeref-i Hükümete uymayan bir tarzda yapıldı” diyor ve özellikle Dr. Bahaddin Şakir’i suçluyordu. Vehip Paşa ifadesinde ayrıca III. Ordu’nun ileri harekâtında şahit olduğu acı manzaralara da yer vermiştir. Ancak bu bilgiler incelenirken Paşa’nın III. Ordu Komutanlığı’na 6 Mart 1916’da başladığının dikkate alınması gerektiği açıktır.

Vehip Paşa bu süreçte İstanbul’dan ayrılarak yurt dışına gitti. Böylece onun yıllarca devam edecek yurt dışı sürgünü başladı. Paşa bir süre kaldığı İtalya’da Millî Mücadele’yi Avrupa’ya anlatmak amacıyla toplanan meşhur Roma toplantısına katıldı. Ayrıca Enver Paşa ile bağlantısını devam ettirdiği gibi İttihatçıların Roma merkezinde de görev aldı. 

Paşa’nın sonraki durağı Almanya oldu. Paşa 1906’da Harbiye’den arkadaşı Nihat Paşa’nın (Anılmış) kız kardeşi Nezihe Hanım’la evlenmişti. Bu evlilikten dünyaya gelen ilk oğlu Mehmet Edip, Hannover’da bir tren altında kalarak vefat etti. Ancak Paşa’nın parası olmadığından oğlunun cenaze masrafı bile bir Alman işçi tarafından karşılandı. Böylece gurbet ızdırabına bir de böyle bir acı eklendi. 

Almanya’dan sonra Romanya’ya gelen Vehip Paşa, Köstence’de yaşadı. İttihatçılar ve Vahdeddin’le bağlantısı devam ettiğinden hakkında sürekli istihbarat raporları düzenleniyor ve Atatürk’e ulaştırılıyordu. Özellikle Vahdeddin’in eski yaveri Kiraz Hamdi “muhbir” olarak her adımını Ankara’ya rapor etmekteydi. Atatürk de Nutuk’ta Yüzellilikler, Çerkez Ethem ve Rauf Bey’in yanında muhaliflerden birisi olarak Vehip Paşa’ya da yer vermiştir.

Vehip Paşa 1923’te askerlikten “tard edilmiş”, 1928’de de vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Buna rağmen Paşa, 1929’da M. Kemal Paşa’ya “affını isteyen” bir mektup yazmıştır. Romanya’dan sonra Yunanistan’a gelen Paşa’nın sürgünündeki son durağı Mısır oldu. Türkiye’de bulunan eşi ve çocukları da İskenderiye’de yaşayan Paşa’yı zaman zaman ziyaret ettiler.

Paşa, Mısır günlerinde de takip edilmekte ve hazırlanan “çoğu abartılı” istihbarat raporları Atatürk’e kadar ulaşmaktaydı. Paşa’nın hayatındaki en ilginç olaylardan birisi de bu dönemde gerçekleşti. Paşa, on altı yıldır mesleğinden uzak olsa da 1935-1936’daki İtalya-Habeşistan Savaşı’nda komutan olarak görev aldı.

Bu gelişme Mussolini’nin Türkiye’ye yönelik tehditleri nedeniyle Türk kamuoyunda çok geniş yer buldu. Elbette istihbarat da Paşa’nın her adımını takip ederek Ankara’yı bilgilendiriyordu. Ancak resmi bir yayın olan “Ayın Tarihi” dergisi “Vehib Paşa, İstiklal Mücadelesinin başından beri Türkiye’den çıkmış ve bin bir maceraya girmiş bir adamdır. Memleketinden başka her emele hizmet edecek bir yaradılıştadır ve Türk vatandaşlığından birçok seneler evvel ıskat edilmiştir” diyerek son noktayı koydu.

Vehip Paşa bu savaş esnasında altmış yaşındaydı ve acılarla dolu bir sürgün yaşamaktaydı. Buna rağmen Habeş İmparatoru Haile Selasiye’nin arzusuyla kaderin bir cilvesi olarak Çanakkale’de olduğu gibi güney grubunun komutanlığını üstlendi. Bu görevi muhtemelen para için kabul etmişti. 

Paşa’nın 14 Ekim 1935’te Time’da bir röportajı da yayınlandı. Dergi onun için “Old Eagle Beak (Eski Kartal Gagası)” tanımlamasını uygun görmüştü. Paşa burada meşhur İtalyan komutan Graziani’nin birliklerine karşı savaştıysa da Habeş ordusu savaşı kaybetti. 

Ülkeyi terk etmek zorunda kalan Selasiye Vehip Paşa’ya “Keşke senin dediğini yapsaydım. Ben hain değilim. Beni kandırdılar” diyecektir. Selasiye yıllar sonra Etiyopya İmparatoru olarak Türkiye’ye geldiğinde Vehip Paşa’nın ailesiyle de Ankara’da görüşecektir.

Bundan sonra Mısır’a dönen Paşa’nın istihbarat raporlarına göre Yunanistan, Kıbrıs ve Arnavutluk’a gittiği görülmektedir. 1938 yılında ise Atatürk Yüzellilikleri affetse de Vehip Paşa yine Türkiye’ye dönemedi. Vatandaşlığa alınarak ülkeye dönmesine imkân sağlayan Bakanlar Kurulu kararı ise II. Ordu Komutanlığı sırasında kurmay subayı olan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü sayesinde çıkarıldı.

Paşa on dokuz yıl süren sürgün sonrasında 1939 yılının Ekim ayında Türkiye’ye döndü. Kısa bir süre sonra da 1940 yılının haziran ayında İstanbul’da Acıbadem’de vefat etti ve Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Vehip Paşa bir İttihatçı olarak önemli görevler üstlenmiş, Çanakkale ve Kafkas cephesinde büyük başarılar kazanmış bir kahramanken bir anda kendini yurt dışı sürgününde bulmuştu. Yıllarca devam eden sürgünde birçok sıkıntılar yaşamış hatta ilk çocuğunu gurbette kaybetmişti. 

Paşa için belki tek teselli, kendisi muhalif bir sürgün olarak adım adım takip edilse de çocuklarının öğrenim hayatlarına devam edebilmesi hatta bir oğlunun  devlet bursuyla Amerika’ya gönderilmesidir.

Bu “Macera Dolu Hayat” hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version