Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Paris yanıyor mu?

Paris yanıyor mu?


YORUM | YÜKSEL DURGUT 

Almanya’nın yenilgisiyle sonuçlanan 2. Dünya savaşının üzerinden neredeyse 80 yıl geçti. Savaşın seyrinin değişmesi Berlin’deki diktatörü rahatsız etmişti. Nazi işgali altındaki başkent Paris’in müttefiklerin eline geçmesini istemeyen Adolf Hitler şehrin yok edilmesini emretti. 

Hitler, Paris’in askeri valisi General Dietrich von Choltitz’e verdiği emrinin ardından “Paris yanıyor mu?” diye sormuştu. Bu emir daha sonra filmlere ve kitaplara konu oldu.

Paris 1944 yılında tamamen yakılmadı, yıkılmadı ve yok olmadı. Fransa’da 2. Dünya savaşının sona ermesiyle birlikte başlayan kıvılcımlar, ülkenin zaman zaman alevlere teslim olmasına neden oldu. Fransa’da yaşanan kitlesel ayaklanmaların içinde, tarihinde yaşanmış olayların tesadüf benzerlikleri de barınıyor. 

Fransa’nın Almanya’ya yenilmesinin ardından Londra’ya giderek Alman işgaline karşı direnen Özgür Fransa kuvvetleri hareketini başlatan ve bu hareketin başkanlığını yapan Charles de Gaulle’ün liderliğinden sadece on yıl sonra 1968 yılında Beşinci Cumhuriyet’in temellerini sarsan öğrenci isyanları başlamıştı. 

Charles de Gaulle, işçi sınıfının da öğrencilerin saflarına katılmasıyla birlikte ayaklanmaların başarılı olabileceği korkusuyla Batı Almanya’ya kaçtı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 55 yıl sonra, geçen hafta başlayan protestoların Fransa’nın geneline yayılması, hatta Karayipler ve diğer Fransız kolonilerine kadar ulaşmasının ardından Almanya’ya gerçekleştireceği ziyaretini iptal etmek zorunda kaldı.

Macron, protestocuları yatıştıracak birçok açıklama yaptı ancak bu açıklamalar henüz başarılı olmadı. Geçen hafta 17 yaşındaki Nahel Merzouk’un Paris trafik polisi tarafından öldürülmesinin “affedilemez” olmasını ifade etmesi de bu ateşi söndürmedi.

Macron bu açıklamasında haklı olsa da, diğer taraftan kendi onayladığı ve 2017 yılında çıkartılan yasa ile polis memurlarına sert müdahale ve silahlarını kullanma yetkisi verildi. Sadece geçen yıl bu kanunun uygulanması sonucunda 13 kişi hayatını kaybetti. Kurbanların çoğunun Kuzey Afrika kökenli olması ise ‘ırkçılık’ sorusunu akıllara getirdi. 

Genç çocuğun katledilmesi şüphesiz kabul edilemez. Şimdi tetiği çeken polis memuru “kasten adam öldürme” suçlamasıyla karşı karşıya. Diğer taraftan Cezayir asıllı Nahel’in ölümüne neden olan polise destek amacıyla internet üzerinden yardım kampanyası başlatıldı. Şu ana kadar 1 milyon Euro’ya yakın para toplandı. Aşırı sağcı Jean Messiha tarafından başlatılan kampanya için, “polisimizi ne kadar sevdiğimizi göstereceğiz” açıklamalarının yapılması sokaktaki göstericileri daha da kızdırdı. 

Macron ve hükümet yetkilileri, Nahel’in öldürülmesinin talihsizlik olduğunu ve polis teşkilatındaki sistemik ırkçılığın, içlerinde bulunan bazı çürük elmalardan kaynaklandığını halka anlatmaya çalışıyor. 

Bu açıklamalar, ırkçı vakaların sıklıkla tekrarlandığı İngiltere ve ABD gibi ülkelerdeki yetkililerin tepkisine benziyor. Geçtiğimiz hafta Fransa meydanlarında patlayan olaylar, Amerika’daki ‘Siyahların Yaşamları Değerlidir’ anlamına gelen “Black Lives Matter” hareketini yeniden canlandıran ve Batı’da büyük tepki çeken ‘George Floyd’ olaylarının eşdeğeri olarak yorumlanabilir.

Bu olaylar arasında benzerlikler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hem ABD’deki hem de Fransa’daki ani öfke patlamaları birdenbire gerçekleşen olaylar değil. Belki de aralarındaki tek fark, Fransa’nın ırk, etnik köken veya din farklılıklarını resmi olarak tanımaması gerçeğinde yatmaktadır. Bu sistem bugüne kadar işe yaramış olsaydı eğer, alevler tüm ülkeyi şimdi olduğu gibi sarmazdı. 

17 Ekim 1961’de Cezayir Bağımsızlık Savaşı sırasında Paris’te bir katliam yaşandı. Yaşanan olaya ‘1961 Paris katliamı’ adı verildi. Paris polis şefi Maurice Papon’un talimatıyla Fransız polisi Ulusal Kurtuluş Cephesini destekleyen 30 bin kadar Cezayirli göstericiye saldırdı. Fransa hükümeti 37 yıl boyunca yaşanan katliamı kabul etmedi. 1998 yılına kadar Fransa devleti öldürülen 40 kişiyi de inkar etmişti. 

17 Ekim 2001 tarihinde katliamın yaşandığı yerlerden biri olan Saint-Michel Köprüsü’ne katliamın anısına bir tabela yerleştirildi. Ancak tarihçiler ölü sayısının 200’ün üzerinde olduğunu söylüyor. Kimse Seine Nehri’ne atılan cesetleri saymamış gibi görünüyor. 

Sonunda eski bir Nazi işbirlikçisi olduğu ortaya çıkan 1961 Paris katliamlarının sorumlusu polis şefinin verdiği emirden bugüne pek fazla bir şey değişmemiş görünse de köprünün altından çok sular aktı.

Fransa’da polise verilen sınırsız yetkinin altında aslında 2015 olayları yatıyor. 7 Ocak 2015 tarihinde, maskeli ve silahlı üç kişi Charlie Hebdo isimli derginin Paris’teki ofisine otomatik tüfeklerle saldırdı. Saldırı sonucu 12 kişi hayatını kaybetmişti. 2015 yılının sonlarına doğru 13 Kasım 2015’te başka kanlı bir olay daha yaşandı. 

Fransa’da polise verilen sınırsız yetkinin altında aslında 2015 olayları yatıyor. 7 Ocak 2015 tarihinde, maskeli ve silahlı üç kişi Charlie Hebdo isimli derginin Paris’teki ofisine otomatik tüfeklerle saldırdı. Saldırı sonucu 12 kişi hayatını kaybetmişti. 2015 yılının sonlarına doğru 13 Kasım 2015’te başka kanlı bir olay daha yaşandı.  

Paris’in üç bölgesiyle birlikte Fransa Stadyumu’nda silahlı ve bombalı saldırılar düzenlendi. Bir tiyatroda yapılan rehin alma eyleminin yanı sıra başkent çevresinde de en az altı silahlı ve üç bombalı saldırı gerçekleşti. Saldırılarda en az 132 kişi ölmüştü. 

Kınanması gereken İslamcı terör saldırıları, ırkçılığın sonradan güçlenmesinin bir nedeni olarak gösteriliyor. Bu aslında faillerin arayıp da bulamadıkları bir bahane. 

Nahel’in öldürülmesinden 18 yıl önce Polis tarafından kovalanan iki genç Seine-Saint-Denis banliyösünde elektrik çarpması sonucu hayatını kaybetmiş ve halk sokaklara dökülmüştü. Fransa’da bu tür olayların sürekli cereyan etmesi halkın kin ve nefretini dindirmiyor. Nahel’in öldürülmesi, ilk kez yaşanmış bir olaydan ziyade uzun süredir devam eden bir öfkenin patlaması. 

Yükselen akaryakıt fiyatları ve yaşam maliyetlerini protesto etmek için sokaklara dökülen Sarı Yelekliler hareketinin başlattığı 2018 sokak gösterileri ve ardından Macron hükümetinin emeklilik yaşını 62’den 64’e çıkarmasıyla yaşanan tepkiler yakın tarihte hem Fransa’nın hem de Macron’un başını ağrıtan olaylar.

Fransız Devrimi’nin yaşandığı 1789 yılına kadar dayanan bu olaylar açıkça mevcut düzenin işçi sınıfını saf dışı bırakarak, burjuva kesiminin daha da zenginleşmesini sağladığı düşünüldüğü için halkın tepkisini çekiyor. Aynı zamanda, özgürlük, eşitlik, kardeşlik söylemleri, 21. yüzyılda Fransız vatandaşlarını dışlıyor. Etnik kökene, dine ve ten rengine göre insanları göz ardı etmek bu patlamaların fitilini ateşleyen etkenler olarak ortaya çıkıyor.

Adolf Hitler’in ölümünden bir asır sonra aşırı sağın yeniden yükselişi Avrupa’nın tamamında korku salıyor. Fransa’nın bir sonraki seçiminde Marine Le Pen veya Eric Zemmour gibi radikal yöneticilerin iktidara gelmesini düşünmek bile bu çatışmaların daha uzun soluklu süreceğini ortaya koyuyor. 

Fransa’nın Nanterre şehrinin sokaklarında, ayrımcılık karşıtı, aktivist, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyahi devlet başkanı Nelson Mandela’nın resimleriyle Alman ve İtalyan askerlerin İspanyol iç savaşında yaptıkları katliamları anlatan Pablo Picasso’nun ve yaşamı boyunca güçlü siyasi duruşu ile ülkesindeki ve İspanya’daki faşizme karşı direnen Pablo Neruda gibi birçok tanınmış direnişçinin isimlerinin yazılı olduğu tabelalara rastlıyorsunuz. 

Şehrin sokaklarındaki bu direnişin büyüsü, ülkenin diğer banliyölerinin yakın tarihini yansıttığı gibi, dünyanın paramparça hayallerinden çıkmış isimlerin mücadelelerini de içinde barındırıyor.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version