Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

“Bebeklik fotoğrafım var onu alayım”


Yürüyüşün ikinci gününde sadece yola odaklanmaya karar verdim. İlk gün; Viv’le bağ kurmak gibi, Türkiyeli hayatta kalanlar ve aktivizm çalışmalarım için bir şeyler yapmak gibi birçok plan yapmıştım ama hiçbirini gerçekleştiremedim. Gerçekleştiremediğim gibi yürüyüşü bırakma noktasına geldim. Yürünmemiş bir yolda, yolculuğu belirlemek mümkün değil! Sadece yürümek, ben buradayım demek
bile çok önemli. Bugün kendime misyonlar biçmeyi bir kenara bırakacağım ve taşıyamayacağım yükler almayacağım.

Bu deneyim, sonraki aktivizm çalışmalarım için de bana ders oldu. Yürüyüş sırasında, çocukluk fotoğraflarımızı yanımıza almayı teklif ettim Viv’e. Bu yürüyüş, çocukluğumuz içindi aynı zamanda. Cinsel istismarın başladığı yıl çekilmiş olduğum çocukluk fotoğrafımı aldım yanıma. Bir de yürüyüşün birinci gününde saçıma takmış olduğum – kızımın benden habersiz bir çerçeveye yerleştirdiği- çiçeği. Viv “Ben de, bir bebeklik fotoğrafım var onu alayım” dedi. Bebeklik?….

İkinci gün, 400 metre uzunluğunda bir yokuş tırmandık. Hiç sevmem yokuşları. Yokuşlar, sabırlı ve sakin insanlar için. Bende ikisi de yok. Yokuşu bitirip, tepeden arkada kalan manzaraya bakınca şunu
düşündüm; “Bu müthiş manzarayı görebilmek için bu tırmanışı yapmak zorundaydın.” Cinsel istismarda yüzleşme süreci de, bir yokuşu tırmanmak gibi. Ve tepeye vardığında ancak gerçek manzarayı görebilirsin.

ACIYI ACIYLA BASTIRMANIN YOLU

Kıyıdan yürürken sık sık uçurum kenarlarından geçtik. Viv’in kıyı metaforunda dediği gibi, milyonlarca damladan oluşan deniz şekiller vermişti kıyıya ve yüksek uçurumlar yaratmıştı. Bir uçurumun
kıyısında şunu hatırladım. Ben yıllardır uykusuzluk problemi yaşarım, yakın zamana kadar yatmadan önce uykuya dalabilmek için şunu yapardım. Uçurumun kenarında bir salıncakta sallanıyorum. Bu çok tehlikeli oyun beni rahatlatıyordu. Her an uçurumdan düşecek olmak beni sakinleştiriyordu. Hayatımı da hep böyle uçurum kenarlarına kurdum. Seçimlerim…partner seçimim, politik yönelimim, yaşamım, ilişkilerim uçurumun kenarındaydı. Tehlikeli uçurum, acıyı acıyla bastırmanın yoluydu.

Yürüyüş sırasında bir taş ocağı madenine rastladık. Dinamitle patlatılarak oluşturulmuş ocakta, yerin katmanlarını çok net görülüyordu. Kırmızının farklı tonlarında katmanlar… Bu katmanlar yıllarca anılarımın üzerine attığım toprak gibiydi. Hatırlamıyordum. Üzerinden uzun zaman geçtiği için mi, yaşadıklarımı gömmek istediğim için mi hatırlamıyorum, bilmiyorum. Her katman bir travma. Üst üste binmiş travmalar. Yüzleşme her toprak katmanının tek tek kaldırılması gibiydi.

On yedi yaşımda, aile evinden kaçtığımda hissettiğim şuydu; “Bitti!”. “Geçmişi göm Meliha, sen böyle bir şey yaşamadın!” Yirmi yedi yaşında bir intihar girişimine kadar sürdü bu. İntihar girişimiyle
birlikte ilk terapiye gidişim… Terapistim, “Anlattıklarınızı yazar mısınız” Meliha Hanım dediğinde, hatırlamamak için kapattığım kapıları açışım… O dönem bilgisayarlar yeni yeni giriyordu hayatımıza. Veri saklamak için disketler kullanılıyorduk. Yaşadıklarımı bir diskete kaydettim. Terapilere devam etmedim. Yüzleşmeye hazır değildim. Disketi de, gerçekten anılarımı hafızamda gömdüğüm gibi dayımların bahçesinde, toprağın altına gömdüm. Taş ocağının dibindeki kırmızı göletin başında durmuş bunları düşünürken, ezan sesi yükseldi. Düşüncelerimden uyandım. Parkurumuz yaşam alanlarına çok uzaktı ama yine de ezan sesi geliyordu. Ezan sesi iç sesimi bastırdı. Kutsalların sesimizi bastırması
gibi. “Müslüman ülkede, inançlı ailelerde ensest olmaz…

CİNSEL İSTİSMARIN ÜLKESİ YOK

Uzun kıyıya baktığımda, Viv’in İngiltere kıyılarından gönderdiği fotoğraftaki manzarayı gördüm. Bu kıyı Türkiye’de miydi? İngiltere’de mi?… Ben Meliha mıydım? Viv miydim?… Cinsel istismarın ülkesi var mıydı? Dünyanın neresinde olursan ol, en demokratik ülkede de en otoriter iktidarın olduğu ülkede de, cinsel istismar söz konusu olduğunda mağdurların yaşadığı yalnızlık, toplumun sessizliği, görmezden gelmesi değişmiyordu.

Bir ara yolu kaybettik. İşaret taşları yuvarlanmıştı sanırım. Dikenlerin arasında rehber rotayı bulmaya çalışırken ben kaygılanmıyordum. Yolu kendim de açabilirim. Rota yolunu ben buldum. Rehber şaşırdı. Hayatta kalanların güçlü sezgileri dedim. O kadar çok kaybolduk, okadar çok yolu tek başına bulmak hatta yolu açmak zorunda kaldık ki…

Uçurumlardan birinde, ekiple değil de, yalnızken yere oturdum. Bir sigara yaktım. Bu uçurumun kenarında salıncakta sallanan çocuk yoktu… Sigaram bitti, sırtüstü uzandım. Sırtım çok rahatlamıştı.
Uçurumu hissettim, uçurumla bütünleştim. Uçurumun kendisiydim artık. Müthiş bir güç…

Az sonra bitiyor yolculuğumuz. Yürüyüş öncesinde günlerce süren kaygılar… İnsanı düşünmek yoruyormuş. Bilinemezin, yapabilecek miyim demenin kaygısı… Yüzleşme süreci gibi. İyileşmek için yaşanan hiçbir deneyim, cinsel istismar deneyiminden daha kötü olamaz. Kızımın doğumu geliyor aklıma. Saatlerce süren, inanılmaz sancılar. Kızımı kucağıma verdiklerinde ise söylediğim “Yine yaparım.”

3.gün, Türkiyeli hayatta kalanlarla birlikte yürüyeceğim. Çok heyecanlıyım. Hayatta kalanlar olarak, konuşmak için bile yan yana gelemezken, birlikte bir yürüyüşü gerçekleştireceğiz. Yarın, Türkiye’de çocuğun cinsel istismarı ile ilgili çok önemli bir gün.

Devam edecek…


Meliha Yıldız: 1975’te, cinsel istismar da dâhil birçok ihmal ve olumsuzluğun yaşandığı bir evde doğdu. Kırk dört yaşına geldiğinde, bir video-röportajla yaşadığı cinsel istismarı anlattı, bu onun için mağdurluktan aktivistliğe giden yolculuğun başlangıcı oldu. Türkiye’de, aile içi cinsel istismarın “mağdur” tarafından anlatıldığı ilk kitap olan Kutsal Tecrit’i 2021 yılında yazdı. Çocuğun cinsel istismarıyla ilgili yaptığı çalışmaları https://melihayildiz.org/ sitesinde paylaşmaya devam ediyor

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version