YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
(İslâmî Açıdan Mortgage-5)
Gerek konut finansman yöntemi gerekse diğer banka kredileri mevzubahis olduğunda en çok üzerinde durulan konu “zaruret”tir. Mortgage’a ve daha başka faizli kredilere fetva verenlerin çoğu zaruret ilkesine dayanır. Esasında bazı âlimlerin, banka faizlerini hüküm açısından ribadan ayrı görmelerinin, mortgage’ı murabahalı satışa benzetmelerinin ve darulharp ahkâmını gündeme getirmelerinin arkasında da bugünün dünyasında helâl yoldan finansman temin etmede yaşanan zorluklar ve Müslümanların finans ihtiyaçları vardır.
Şimdiye kadar bazı ilim adamları ve bazı fetva heyetleri zaruret veya hacet bulunduğu gerekçesiyle mortgage sistemiyle ev almaya fetva vermişlerdir. Mesela Avrupa Fetva Konseyi, Kuzey Amerika Ulema Birliği, Yusuf el-Karadavî ve Hayrettin Karaman bunlar arasındadır. Onlara göre ev, kişinin aslî ihtiyaçlarından olduğu ve İslâm fıkhında ihtiyaçlar da zaruret menzilesine indirildiği için, meşru yollardan ev sahibi olamayan bir kimsenin bankadan kredi çekerek ev alması caizdir.
Bununla birlikte Muhammed Ebû Zehra, Vehbe Zuhayli, Said Ramazan el-Bûtî, Abdullah b. Beyye gibi âlimler zaruret veya hâcet sebebiyle faizli krediye fetva verilmesine karşı çıkmışlardır. Gerekçe olarak da ev satın almanın bir zaruret olmadığını, insanın kirada da yaşayabileceğini söylemişlerdir. Onlara göre her ne kadar ev satın almak bir ihtiyaç ise de ihtiyaçlar haramları mubah kılmaz. Ayrıca onlar böyle umumî bir fetvanın istismara yol açacağını belirtmişlerdir. Faizli kredinin sıkıntıyı gidermediği, insanın yıllarını rehin alan daha farklı sıkıntılara yol açtığı da bu meyanda ifade edilmiştir. (Bkz. Ebû Zehra, Buhus fi’r-riba, s. 40; Zühayli, Hukmu teâmulu’l-ekalliyyâti’l-İslâmiyye fi’l-hârici maa’l-bunûku’r-ribeviyye)
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle zaruret ve hacet kavramlarını izah edecek, arkasından da bunların faizli bir muameleyi mubah kılıp kılmayacağını değerlendireceğiz.
Zaruret hâlinin haramları mubah kılacağı, bütün hukukçular tarafından kabul edilen genel bir kaidedir. Bu kaide, konuyla ilgili âyet ve hadislerden tümevarım yoluyla çıkarılmıştır. Zaruretlerin haramları mubah kılması aynı zamanda İslâm’ın getirdiği “kolaylık” ve “güçlüğün kaldırılması” prensiplerinin bir gereğidir. “Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara sûresi, 2/185) “Din konusunda, size hiçbir zorluk yüklememiştir.” (Hac sûresi, 22/78) “Allah size güçlük çıkarmak istemez.” (Mâide sûresi, 5/6) “Şüphesiz bu din kolaylık dinidir. Her kim dini zorlaştırırsa din ona galip gelir.” (Buharî, iman 29) şeklindeki âyet ve hadisler de bunu ifade eder.
İlk dönem fukahasının zaruret hâliyle ilgili yaptıkları tanımlar genellikle hayatî bir tehlikenin bulunması, helakten veya bir uzvun telef olmasından korkulmasıyla ilgilidir. Mesela Cessas zaruret hâlini şöyle tarif eder: “Zaruret, yemeyi terk etmekten dolayı, nefsine veya bazı uzuvlarına bir zarar gelmesi korkusudur.” (Cessas, Ahkâmu’l-Kur’ân, 1/157) Zerkeşi’nin şu tarifi de buna yakındır: “Zaruret, muzdarın öyle bir sınıra ulaşmasıdır ki şayet yasaklanan şeyi almazsa, ya helâk olur ya da helâke yaklaşır. Yemeye ve giymeye mecbur kalan kimse gibi ki aç veya çıplak kalsa bu kimse ya ölecek veya bir uzvu helâk olacaktır.” (Zerkeşî, el-Mensûr fi’l-kavâid, 2/319) Cürcânî ise zaruret için şu veciz tarifi yapmıştır: “Zaruret, insanın def etme imkânı olmayan bir tehlikeye maruz kalmasıdır.” (Cürcânî, Ta’rifât, 1/180)
Modern dönem fıkıhçılarından Vehbe Zuhayli şu tanımıyla zaruretin alanını biraz daha genişletmiştir: “Zaruret, insanın nefis, uzuv, ırz, akıl, mal veya bunların tâbilerine bir zararın veya eziyetin gelmesinden korkulan tehlike veya şiddetli meşakkatle karşılaşma hâlidir.” (Vehbe Zühayli, Nazariyyetü’d-darûreti’ş-şer’iyye, s. 67-68)
Zaruret hâlinin oluşması için bazı şartlar ileri sürülmüş ve ancak bu şartların mevcudiyeti durumunda haramlardan istifadenin mubah hâle geleceği belirtilmiştir. Buna göre haramı mübah kılan zaruret hâlinin oluşması için öncelikle ortada bir tehlike ve zarar durumunun bulunması gerekir. İkinci olarak, kişinin maruz kaldığı tehlike halihazırda mevcut olmalı veya bu konuda zann-ı galibi (baskın kanaati) bulunmalıdır. Üçüncü olarak, muzdar durumdaki kimsenin, içinde bulunduğu tehlikeli durumdan kurtulmak için haramı işlemekten başka bir çaresi ve alternatifi bulunmamalıdır. Dördüncü olarak, tehlikeye bir ölçü getirme adına onun mülci (zorlayıcı, ihtiyarı giderici) olması gerektiği ifade edilmiş, hayatî bir tehlikenin söz konusu olmadığı küçük zararlardan dolayı haramların çiğnenmesi mubah görülmemiştir. Beşinci olarak, muzdar durumda kalan kimsenin, içine düştüğü ızdırar hâlinden meşru ve helâl yollarla kurtulabilme imkânı olmamalıdır. (Bkz. Mustafa Baktır, İslâm Hukukunda Zaruret Hali, s. 231-250)
Mortgage kredisinin hükmü değerlendirilirken zaruretin yanında üzerinde durulan diğer bir kavram da hacettir (ihtiyaç hâli). Hacet ise giderilemediği takdirde zararın, zorluğun ve meşakkatin doğmasına yol açan durumdur. Mecelle’de “Hâcet umumi olsun hususi olsun zaruret menzilesine tenzil olunur.” şeklinde bir kâide vardır. Yani zaruret gibi hacet de haram olan bazı muameleleri mubah hâle getirebilir. Buna örnek olarak Peygamber Efendimiz’in uyuz hastalığına yakalanan iki sahabinin ipek elbise giymelerine müsaade etmesi gösterilebilir. (Buhari, libâs 29) Aynı şekilde bir insanın tedavi maksadıyla avret mahallini doktora göstermesi caiz görülmüştür. Keza istisna, bey bi’l-vefâ, be’y bi’l-istiğlal gibi akitler de hacet sebebiyle meşru görülmüştür.
Görüldüğü üzere zaruret gibi hâcetin de bazı haramları mubah kılmada etkisi vardır. Fakat zaruretle hacet arasında önemli farklar vardır. Zaruret, dinin öncelikli olarak korunmasını istediği zarurat-ı hamsenin (din, can, mal, namus, akıl) ihlâline yol açabilecek şiddetli zorluk ve meşakkat durumlarını ifade eder. İhtiyacın karşılanmaması durumunda da sıkıntı ve zorluk ortaya çıkar. Fakat bu, zaruret ölçüsünde ağır değildir. Dolayısıyla haramları helâl kılması açısından zaruret ihtiyaçtan çok daha güçlü bir gerekçedir. Hatta zaruretin söz konusu olduğu bazı durumlarda haram fiili işlemek sadece mubah hale gelmez, vacip olur. Mesela açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir insanın haram bir yiyeceği yemesi vacip olur.
Zaruretlerin haramları mubah kılacağı ilkesi bütün fakihlerce kabul edilir. Yani bu, hakkında icma bulunan bir kaidedir. Hacet ise böyle değildir. Ne tür hacetlerin hangi durumlarda ne tür haramları mubah kılacağı hakkında ulema arasında farklı görüşler dile getirilmiştir. Zira hacet, zaruret kadar tespiti kolay objektif bir durum değildir; keyfiliğe açıktır. Bu sebeple olsa gerek fakihler, bazı meselelerde haceti göz önünde bulundurarak ruhsat hükümleriyle amel edilmesine fetva verseler de, bazen de hacetleri dikkate almamışlardır. Bazı fakihler ise şahsî değil sadece genel hacetlerin (herkesi etkileyen zorluk ve sıkıntı durumlarının) dikkate alınacağını belirtmişlerdir.
Hatta ulemadan bazıları hacetlerin haramları mubah kılmada bir etkisinin olmadığını söylemiştir. Mesela İmam Şafii’ye göre haram olan bir eylem ihtiyaç durumunda değil sadece zaruret durumunda helâl hâle gelir. (Şâfîi, el-Ümm, 3/28) Aynı şekilde zaruret hâli kişiye başkasının malını izinsiz olarak (daha sonra tazmin etmek şartıyla) alma hakkı verirken, hacet sebebiyle böyle bir şey helâl olmaz. (Şâfîi, el-Ümm, 2/77) Aynı şekilde fukahaya göre içki, meyte, kan gibi İslâm’da lizatihi haram kılınan gıdalar hacet değil ancak zaruret hâllerinde mubah olur. (Reşîd Ahmed, el-Hâcetu ve Eseruhâ fî’l-Ahkâm, 1/89)
Öte yandan mutlak anlamda sıradan her ihtiyacın şer’i hükümlerin belirlenmesinde nazara alınacağı ve onun olduğu yerde kolaylık hükümlerinin devreye gireceği de anlaşılmamalıdır. Yoksa dini yaşamada laubali tavırlar ortaya çıkabilir, hukukî işlerde karışıklıklar baş gösterebilir. Âlimler, şeriat nazarında ne tür ihtiyaçların muteber kabul edileceğine dair bir kısım ölçüler getirmişlerdir. İlk olarak, ihtiyacın mutat sınırın üzerinde olmasını şart koşmuşlardır. İkinci olarak, ihtiyacın varlığı hakkında yakîn veya zann-ı galip bulunmalıdır. Üçüncü olarak, zorluk ve sıkıntıdan kurtulmanın meşru bir yolunun bulunamaması ve bunun sadece o ihtiyacı karşılamaya bağlı olması gerekir. Dördüncü olarak da ihtiyacın daha kuvvetli bir ihtiyaçla çelişmemesi, yani onun giderilmesinin daha büyük bir sıkıntıya yol açmaması gerekir.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, zaruret ve hacet durumlarında genel ahkâmdan ayrı olarak bazı istisnai hükümler verilebilir. Verilen bu hükümler istisnai olduğu için muvakkattır. Zaruret ve hacet durumunun varlığını devam ettirmesiyle sınırlıdır. Şartlar normale döndüğünde ise asıl hükümler rücu eder. Yani maruz kalınan sıkıntı ve meşakkat hâli, helâl ve meşru yollarla giderilebildiği takdirde geçici olarak verilen ruhsatlar sona erer, yasaklar geri döner. Öte yandan zaruret ve hacetler kendi miktarıyla takdir edilir. Yani mevcut zaruret ve ihtiyacın karşılanması için ne kadarlık bir harama girilmesi gerekiyorsa bununla iktifa edilir, ötesine geçilmez.
Yapılan bu izahlar zaviyesinden mortgage sistemiyle ev almayı değerlendirecek olursak şunları söyleyebiliriz: Barınmak ve oturmak zaruri ihtiyaçlardandır. İnsanın hayatını ve sağlığını koruması buna bağlıdır. Fakat bu ihtiyaç mülk sahibi olmadan kira gibi başka yollarla da karşılanabilir. Bu sebeple ancak kiralık bir ev bulamayan, ev satın alacak sermayeye sahip olmayan ve karz-ı hasen gibi meşru yollarla da kredi temin edemeyen kimseler açısından zaruret hâlinden bahsedilebilir. Bir zaruret hâlinin oluşması durumunda ise ister mortgage, isterse daha başka faizli bir finansman yöntemiyle ev almanın caiz olacağında şüphe yoktur.
İhtiyaç ise zarurete nispetle daha alt seviyede bulunduğu ve daha esnek bir kavram olduğu için şümulü de daha geniştir. Dolayısıyla mortgage sistemiyle ev almaya ihtiyaç duyan insan sayısı çok daha fazladır. Zira ödenen kiraların çok yüksek olması, kiralık ev bulmanın zorluğu, kirada yaşamanın getirdiği sıkıntılar, bazı durumlarda mortgage taksitlerinin kiranın altında olması, ev kiralarının istismara dönüşmesi, kiracı ve ev sahibi olmanın toplumda statü farkı oluşturması, mortgage borcunun vergiden düşülebilmesi, mortgage ile alınan evin çoğu insan açısından belki de tek tasarruf aracı olması gibi sebepler mortgage sistemiyle ev almayı ihtiyaç hâline getirebilir. Batılı toplumlarda mortgage sisteminin bu kadar çok yaygınlaşmasının sebebi de insanların ona duyduğu bu gibi ihtiyaçlardır.
Peki, ihtiyaçların da zaruretler gibi kabul edileceği prensibinden hareketle mortgage sistemiyle ev sahibi olmanın caiz olacağına dair mutlak bir fetva verilebilir mi?
Bu konuda fetva veren şahıs ve heyetler olsa da şu sebeplerden ötürü ihtiyaçtan hareketle mortgage’a dair mutlak ve genel bir fetva verilmesini, bu konuda kapının ardına kadar açılmasını doğru bulmuyoruz. Birincisi, zaruret ve hacetler subjektif olup şahısların durumuna, zaman ve mekâna, mevcut konjonktüre göre farklılık arz edecektir. Dolayısıyla her bir şahsın durumunun müstakil olarak değerlendirilmesi veya her bir şahsın kendi durumunu değerlendirip bu konuda kanaat-i vicdaniyesiyle karar vermesi daha doğru görünüyor.
İkinci olarak, bu konuda genel bir fetva verildiğinde istisnai olarak ve ruhsat kabilinden verilen bir hükmün asıl hüküm yerine geçmesi kuvvetle muhtemeldir. Bugüne kadar bunun birçok örneği yaşanmıştır. Üçüncüsü, böyle bir fetva helâl alternatif arayışlarının önünü tıkayacak, meşru finansman yöntemlerinin geliştirilmesine engel olacak ve Müslümanları karz-ı hasen gibi yardımlaşma kanallarından uzaklaştıracaktır. Dördüncüsü de hacetlerin haramları helâl kılıp kılmayacağı ulema arasında ihtilaflı bir konu olduğu için, böyle bir fetva faiz konusunda ihtiyatlı davranma ve faiz şüphesinden uzak durma prensiplerine aykırı düşecektir.
Önümüzdeki hafta genel bir değerlendirmenin ve bazı tavsiyelerin yer aldığı yazı ile mortgage konusunu noktalayacağız.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***