YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Hidayet Karaca kararını okurken aklıma gelen ilk yazı başlığı ‘Sen de mi AİHM?’ oldu.
Tabii ki ‘Sen de mi AİHM” derken yaptığım atıf, Sezar’ın en yakın arkadaşı Brütüs tarafından sırtından hançerlenmesi olayında Sezar’ın tarihe geçen “Sen de mi Brütüs?” sözü.
Özü itibariyle her iki olayda da ‘ihanete uğrama’ hali söz konusu.
Brütüs en yakın arkadaşı Sezar’a ihanet etmişti, AİHM’de üzerine yemin edilen hukuk kurallarına ihanet etti.
Konunun ayrıntılarına hakim olmayanlar “AİHM, Karaca’nın tutukluluğunu haksız buldu ve Türkiye’yi mahkum etti, bu neyin tepkisi” diyebilirler.
Detaya boğmadan anlatayım;
Öncelikle AİHM’in yaptığı Erdoğan rejimi ile işbirliği halinde olmaktır. Çünkü Gülen Cemaati’ne yönelik soykırım uygulamalarını gördükleri halde bugüne kadar çok ağırdan aldılar.
Hatta önlerine yığılan onbinlerce dosya sonrası Ankara’ya akıl verip OHAL komisyonu kurulmasına öncülük ettiler.
Yoksa OHAL komisyonu adalet arayışından filan çıkmadı.
Türkiye’deki zorlu süreçleri bitirip bir şekilde AİHM önüne gelen dosyalarda ise kiraz seçer gibi ‘elinin beğendiği’ dosyaları aldı. Aynı davada yargılanan, aynı iddianameye muhatap aynı işi yapan kişilere farklı tarife uyguladı.
Yasal olarak tutukluların dosyasını ivedilikle görüşmesi gerekirken Karaca başta olmak üzere Mustafa Ünal, Mehmet Baransu ve Mümtazer Türköne gibi isimlerin dosyalarını geciktirdi.
Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın dosyalarını bir yılda, Cumhuriyet yazarlarının başvurularını 3 yılda, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak ve Atilla Taş’ın başvurularını dört yılda karara bağlayan AİHM Hidayet Karaca’nın dosyasını 8.5 yıl sonra açıklayabildi.
İzahı var mı? Yok, alenen ayrımcılık yapıyorlar.
Sadece bu durum bile AİHM için utanç vesikası olarak yeter. Ama skandallar serisi burada bitmiyor.
Hidayet Karaca ile ilgili kararın ihlal ve tazminat içermesi önemli fakat çok eksik. Çünkü AİHM’nin ne dosyaya hakim olduğu ne de davayı yeterince incelediği görülüyor. Dahası siyasi karar verdiği ve bu kararın Erdoğan rejimi lehine yatkınlık gösterdiği ortada.
Öyle olmamış olsa esastan girmesi gereken konularda ‘ne şiş yansın ne kebap’ modunda olmazdı. Öncelikle AİHM Hidayet Karaca’nın tutukluluğuna sebep olan faaliteyleri basın ve ifade özgürlüğü kapsamında görmemiş.
Bu tam olarak Erdoğan’ın “Onlar gazeteci değil, cezaevinde gazetecilik faaliyetinden kimse yok” mantığına denk geliyor.
Ayrıca tutukluluk için makul şüphe vardı demişler.
Hükümetin Tahşiyecilerle ilgili argümanlarını da dikkate almış AİHM. Nitekim yargıç Orland’ın yazdığı muhalefet şerhi de buna dikkat çekiyor.
Erdoğan rejimi zaten AİHM kararlarını uygulamıyor ama karar uygulansa bile Karaca serbest kalamayacaktı. Çünkü Karaca’nın 2015’te yaptığı başvuru hüküm öncesi dönemi ilgilendiriyor.
Davada karar çıktıktan sonra Karaca’nın avukatları iç hukuk yollarını bitirip bu yılın başında yeni bir başvuru daha yaptılar. Eğer bu başvuru da Karaca lehine sonuçlanırsa o zaman tahliyesi gündeme gelecek.
Peki şimdi ne olacak?
Her şeye rağmen AİHM kararı hukuksuzluğu tescil açısından önemli bir kazanım. Ancak yeterli değil.
Hidayet Karaca’nın avukatları dosyayı AİHM Büyük Daire’ye götürebilirler.
Benzer bir durum Erdoğan rejiminin rehin tuttuğu Selahattin Demirtaş’ta da yaşandı. Demirtaş’ın başvurusunu inceleyen Büyük Daire ihlal kararı vermişti.
Hidayet Karaca’da da benzer bir sonuç gelecektir ama ne zaman? Zaten 8.5 yıl geçmiş ve kadar süreceği belli olmayan bir süreç daha var.
KARACA’NIN SUÇU NEYDİ?
Karaca’nın yargılandığı davaya dair TR724 yazarları Mehmet Tahsin ve İlker Doğan ayrıntılı analizler yazdılar.
Bu yüzden onları tekrar etmeyeceğim. Ancak izninizle şu soruyu sormak istiyorum. Özellikle de gazeteci meslektaşlara.
Sahi Karaca’nın suçu neydi?
Hidayet Karaca ne yapmış olabilir ki müebbet hapse ya da binlerce yılı bulan astronomik hapis cezalarına çarptırıldı?
Karaca’yı çok yakından tanımalarına rağmen yıllardır sesini çıkarmayan sözde meslektaşlar adına cevabı ben vereyim; Karaca’nın tek suçu Gülen Cemaati mensubu olup Erdoğan rejimine biat etmemesiydi.
Maalesef Karaca hakkında yazılar yazan, manşetler atıp yayınlar yapan sözde gazetecilerin de davaları izlemediği için sürece dair tek bildikleri Saray’ın dayattığı iddialar.
Oysa ki rejimin adaletsiz yargılamalarını bile izleseler rezaleti görür ‘yok artık’ derlerdi.
Kastım sadece Karaca’ya işkenceye varan uygulamalar, aç ve susuz bırakmalar, hücrede tutmalar, anayasaya aykırı olarak emekli maaşına bile el konması değil.
Karaca’nın davalarının temelinin tümden çürük olması.
Çünkü Tahşiye davası özü itibariyle Fethullah Gülen’i ABD’den isteyebilmek için uydurulmuş bir kumpastan başka bir şey değil.
Uzatmamak adına detaylara girmeyeceğim ama merak eden varsa Berat Albayrak’ın e-maillerinde olan yazışmalara bakabilir. Milyonlarca dolar para akıttıkları Robert Amsterdam’ın e-maillerinde izleyecekleri yol ve amaçları açıkça yazıyor.
Erdoğan, Hidayet Karaca’nın şahsında Cemaatten intikam alıyor. Nitekim Karaca’nın gözaltına alındığı tarih de 17 Aralık operasyonunun yıldönümüydü. İlk günden bu yana zulüm üstüne zulüm yapıldı Karaca’ya. Daha emniyet nezaretinde tutulurken ilaç içmesi için su bile vermediler.
İlerlemiş yaşına rağmen elleri kelepçeli şekilde hem de iki kelepçeli olacak şekilde şehir şehir dolaştırıldı. Elleri kelepçeli olarak Silivri’den Ankara’ya götürüldü, Sincan Cezaevi’nde aç bırakıldı.
O kadar yıldır hücrede tutuluyor. Babasının cenazesine bile katılmasına izin vermediler. Emekli maaşına bile haciz koydular ki bu da kanunsuzdu.
Hukuksuzca milyonlarca liralık para cezaları kestiler.
Kısacası Perinçek’in tabiriyle ‘Siyasetin köpeği’ haline gelen yargı Karaca’ya zulmetmek için elinden geleni ardına koymuyor.
İddiaların hukuki olup olmadığının bir önemi yok.
Karacaya kendini savunma imkanı bile vermediler. Avukatlarını tutukladılar ki birisi de Bugün Gazetesi yazarı, eski savcı Gültekin Avcı’ydı.
10 metrekarelik hücresinde takip edemediği davalarla boğuşuyor. Hukuken delil olamayacak bir Youtube kaydından onlarca yıl hapse mahkum edildi.
2014’te tutuklanmasına rağmen 2016’daki 15 Temmuz olaylarından bile sorumlu tutuldu. En tuhafı-komiği ise Şike Davası’ndan binlerce yıl hapis cezası verilmesiydi.
Gerek Ankara Çatı Davası gerekse de Şike Davası aynı gizli tanığın ifadelerine dayanıyordu.
İşin garibi ‘Adanalı Parsadan’ olarak bilinen Tamer Barış Terkeşli’nin çeşitli isimlerle verdiği gizli tanık ifadelerinin yalan olduğu mahkeme aşamasında ispatlanmıştı.
Dahası AKP yargısı bile Terkeşli’nin yalan beyanlarıyla dolandırıcılık yaptığına hükmetti.
Düşünün, rejimin en gözde tanığı mahkeme kararıyla kesinleşmiş bir dolandırıcı. Yaptığı dolandırıcılık ise dönemin ruhuna uygun. Gözüne kestirdiği işadamlarından yüklü miktarda haraç isteyen, alamazsa haklarında ‘fetöcü ifadesi’ veren Terkeşli bugün konuştuğumuz davaların temel dayanağı.
Tutuklanmasına gerekçe yapılan Tahşiye Operasyonu’nun talimatını veren bürokratlar AKP’den siyasete atıldı ve milletvekili, bakan oldu.
Soruşturmayı yürüten savcılar terfi üstüne terfi aldı. Yılmaz bugün Adalet Bakan Yardımcısı.
Tahşiye Örgütü’ne yönelik yazılar yazan gazeteciler Erdoğan’ın uçağında, sarayında, Havuz medyasının baş köşelerinde.
Hidayet Karaca ise Silivri’nin soğuk bir hücresinde.
Bütün bu süreçleri bilip, şahit olup 8.5 yıl sonra gelen AİHM kararına isyan etmemek mümkün mü?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***