Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Otel odaları (1)

Otel odaları (1)


YORUM | M. NEDİM HAZAR

Mülksüzleşme inanç insanının en önemli özelliklerindendir. 

Ebu Süfyan’ın çöktüğü mal mülk ile beraber eviydi Hz. Peygamber’in. 

Ancak bir Nebi için mülksüzlük çok önemliydi. Bir daha asla ikamet etmedi o evde…

Hane-i Saadet yetiyordu ona. O kadar ki, “Namaz kılacağı zaman ayaklarımı toplamak zorunda kalırdım” diyor Aişe validemiz. 

Hz. Bediüzzaman’ın hayatı da çok farklı değildi. 

Şöyle ilginç bir hatıra vardır hatta. 

Ömür boyu hapisle yargılanmaktadır. Hakim göz korkutmak için, “Seni idam mı edelim yani?” diye çıkışınca, elindeki bir çaydanlık, birkaç bardak ve kaşıktan ibaret olan sepeti göstererek, “bütün dünya hayatı bu sepetten ibaret olan birini ölümle mi korkutmaya çabalıyorsunuz?” diye çıkışır. 

Özellikle otel odalarının Hz. Bediüzzaman’ın hayatında önemi farklıdır. 

Pek çok din alimi, hoca, tarikat şeyhi kendine ait tekkede, medresede yerleşik hayat yaşarken Bediüzzaman sürekli hareket halindedir. Sürekli seyyahtır.

Hadi şimdi Hz. Üstad’ın hayatının kesiştiği bazı otelleri birlikte inceleyelim. 

(Not: Bu bilgiler çeşitli yayınlanmış yazılardan derlemedir)

Hz. Bediüzzaman’ın henüz “Molla” olduğu dönemler. 

Birinci Cihan Harbi’nin hemen öncesi. Yıl 1907, İstanbul…

Bir imparatorluğun bakiyesi olan şehirde muazzam bir geçiş dönemi yaşanıyor. 

Toplum bir yandan köklerinden koparılırken, diğer yandan Said Nursi gibi alimler tekâmül ile soysuzlaşma arasındaki farkı anlatmaya çabalıyorlar. 

Fatih’teyiz….

Yüz odalı Şekerci Hanı…

Kim tarafından yapıldığı bile belli olmayan bu han, önünden yürüyüp geçenlerin bile tarihi şahitliğinden hala haberdar olmadığı tarihi bir binadır. 

En önemlisi ise  bağrında Hz. Bediüzzaman gibi bir şahsiyeti ağırlamıştır. 

Garip, sessiz, vakur bir taş bina. 

Meşhur Molla Said bir süre burada ikamet etmiş ve nice büyük bir alim olduğunu geçmiş ve gelecek asırlara duyurmuştur. Ve kapısındaki o acayip yazı: “Burada her suale cevap verilir, fakat sual sorulmaz.” 

Bu cümle birçoklarının damarına dokunur, pek çok kişinin Hz. Üstad hakkında “kibirli” yargısı taşımasına sebep olur ve hatta bazıları deli gözüyle bakar…

 “Dehri” lakaplı, İstanbul alimleriyle yaptığı münazaralarıyla tanınan bir zat bu yazıdan haberdar olur.

Ve hiç tereddüt etmeden Şekerci Hanı’na gelir ve Üstad’ın karşısında durur…

Zihninde pek çok soru hazırlamıştır ve birbiri peşi sıra soru yağmuru başlar. 

Fakat iş planlandığı gibi gitmez…Çünkü, sorduğu bütün suallere doyurucu cevaplar almış, ikna olmuştur. 

Nihayet münazara sonunda Dehri’yi bir telaş sarmıştır… “Ya şimdi Bediüzzaman da bana bir soru sorarsa ne yaparım?” diye düşünür…

Oradan uzaklaşmak için hemen müsaade alır…

Tam kapıdan çıkacağı sıradır…

Bediüzzaman: “Siz Hoca mısınız? Yoksa talebe mi?” diye sorar…

Dehri oldukça telaşlanır…“Efendim, ben talebeyim” diye cevap verir…

Hocalığı da Dehri’liği de bırakır…

Ve süratle Şekerci Hanı’ndan ayrılır…

Yolda evine dönerken, ona neden Bediüzzaman dediklerini idrak etmiştir.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version