Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Maruzat

Maruzat


YORUM | M. NEDİM HAZAR

Bir itiraf ile başlayayım: 

30 yıldan fazladır günlük gazetelerde makale yazarım. Okurlarımla aramda enteresan bir bağ oluştu tabii olarak. 

Bazı zamanlar farkına bile varamadığım bir cümlenin yıllarca okurun belleğinde durup, bir gün karşıma çıkınca, “9 sene önce şöyle şöyle yazmıştınız ama o iş böyle böyleydi!” dediğini hatırlarım. 

Malum, özellikle seçim öncesi hiç de hazzetmediğim halde kendimi bile zehirleyecek kadar siyasete daldım. 

Amacım, ülkenin gittiği bataklığa karşı uyarmak için son bir çırpınıştı. 

Elbette çok işe yaramayacağını biliyordum ama ola ki sorulursa “ben elimden geleni yaptım” diyebilecektim artık. 

Necip Fazıl “ver cüceye onun olsun şairlik” diyor ya, siyaseti bu anlamda yazanlara emanet ettim ve ardıma bakmadan kaçtım.

Bugünlerde karşılaştığım her okurum, “siyaset yazmayacaksın ha, unutma” diye hatırlatmada bulunuyor. 

Ve doğal olarak Hz. Bediüzzaman’ın meşhur cümlesi dile getiriliyor. 

Bediüzzaman Hazretleri nedense en çok seçim meydanlarında çokça dile getirilir. Onun adını, eserlerini ve talebelerini dillerine dolayanların samimiyet durumları bir yana, Üstad’ın mevzu bahis konuda en çok dillendirilen cümlelerinden birisi “euzu billahi mine’ş-şeytani ve’s-siyase”dir. 

Hazret-i Üstad’ın, bu cümlesini şüphesiz –yine İslam terminolojisiyle bakarsak- “kim dedi, kime dedi, ne için dedi, hangi anlamda dedi, ne zaman dedi vs.” bağlamında değerlendirmek durumundayız.

Ne ki, her cümlesi derin anlamlar ve sadece sarf edildiği ortam/zaman ile değil, ileriye matuf dönemler için de mana barındıran bir alimden bahsediyoruz. Dolayısıyla vurguyu hem kendi bağlamında değerlendirmek hem de ‘bugüne dair ne gibi hikmet damıtabiliriz?’ şeklinde perspektif oluşturmak durumundayız.  

Cümleyi kendi bağlamında ele aldığımızda, haricen ve siyaseten bu sözlere sığınanların çekiştirip, eğip bükmesinin aksine, anlam ve kasıt belli, hatta kesindir. Bediüzzaman bu cümlesiyle, kulluğun ve müminliğin tabii neticesi olarak bir istiazede bulunmaktadır. Üstelik –neredeyse- bir eşitleme yaparak meselenin ciddiyetine yapılan bir vurgu da mevcuttur: Şeytandan sığınır gibi, siyasetten de Allah’a sığınmak! 

Demek ki, siyasetin böyle bir yönü mevcuttur, hatta yakın ihtimaldir. 

Hele ki, sözün sarf edildiği zaman dilimi içerisinde… 

Şüphesiz, kelamın görünür anlamının bir arka planı ve derinliği de mevcuttur. Ve eğer bu sözü samimi olarak kullanıyorsak, bu arka planın peşine düşmeli, bunu yaparken de öncelikli olarak kullanıldığı bağlam parametrelerini iyi analiz edebilmeliyiz. 

Şanslıyız ki, Risale-i Nur’un sair bahisleri kadar zorlu ve zahmetli bir derinleştirme araştırması olmayacaktır bu, zira bizzat eserin müellifi meseleyi son derece sarih şekilde izah etmiştir. 

Dolayısıyla bu sözün konjonktürel olarak malzeme yapılması, hele hele haset, kin, kıskançlık gibi kötücül karakterlerin samimi fikriyatlarını setretme amacıyla kullanılması hiç de mümince bir tavır değildir.  

Cümlenin muhatabına bakarak sözün kasıt ve anlamını çıkarmak da kolaydır, -eğer sui niyetliyseniz- bağlamından koparmak da…

Hazret-i Üstad, bu tespiti hassaten siyaseti körü körüne tarafgirlik, bağnazca politize olma ve bir çıkara/menfaate dönüştürmeyi gaye-i hayal yapanlara söylemiştir. 

İster profesyonel anlamda siyaset üreten kesim olsun, ister bizzat Risale-i Nur rahle-i tedrisinden geçen talebeler olsun fark etmiyor; cümlenin, siyaseti yukarıda bahsini ettiğim şekilde anlayanlar için kullanıldığı kesindir.  

Mevzu bahis istiaze, yıkılışıyla dünyada bir herc ü merce sebebiyet veren Osmanlı Devleti’nin bakiyesi üzerinde kavramların birbirine girdiği, doğru ile yanlışın aynı askıda tutulduğu, felsefenin putlaştırılıp, ideolojinin yeryüzünü esir almaya başladığı, her türlü fikri hezeyanın ve kişilerin –tabiri caizse- tanrısallaştırıldığı bir dönemde yapılmıştır.  

Modernitenin dayattığı tercihler ile kavramlar iğdiş edilmiş, öncelikler alt üst olmuş bahtsız ve koyu karanlık bir dönemdir bu.

Tarafgirlik zehri milletin damarlarına zerk edilmiş, insaf yerine acımasızlık, anlayış yerine inatlaşma, merhamet yerine öfke ve nefret yerleşmiştir. 

Tenkitler ve tebrikler ‘Hak’ uğruna değil, siyaseten yapılmaya başlanmış, Bediüzzaman ise bu dehşetli bozulmayı bizzat örnekleriyle müşahede edip, böylesi sert bir uzaklaştırma cümlesi kurmuş, kalın bir kırmızı çizgi çekmiş, ciddi bir tenzilde bulunmuştur. Hutbe-i Şamiye’deki şu cümle yeterince açıktır zaten: “Dinin bir hakikatini bin siyasete tercih ederim.” 

Mesele budur…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version