Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İlahiyat profesörlerine açık mektup 

İlahiyat profesörlerine açık mektup 


YORUM | VEYSEL AYHAN

Soracaklarım öncelikle şu değerli hocalarımıza: 

Ali Erbaş, Mehmet Görmez, Ali Bardakçıoğlu, Süleyman Ateş, Hidayet Şefkatli Tuksal, Nuriye Özsoy, Hayrettin Karaman, Hayri Kırbaşoğlu, Mehmed Said Hatiboğlu, Ömer Özsoy, Bekir Karlığa, Mehmet Akif Koç, Mehmet Okuyan, İsmail Kara, İsrafil Balcı, Abdulaziz Bayındır, Mustafa Öztürk, Şaban Ali Düzgün, Mustafa Çağrıcı, İhsan Eliaçık, Vehbi Başer, Mustafa İslamoğlu ve Ahmet Taşgetiren gibi isimlere…

Hayatlarını Kur’an sayfaları arasında yaşayan bu insanlar her türlü eleştiriye açık olduklarını farklı platformlarda ifade etmelerine binaen müsamahalarına sığınarak bazı sorular sormak istiyorum.

Bildiğimiz ve inandığımız gibi “Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı…” (Abese: 34-36) dehşetli bir gün gelecek.

O korkunç günde hepimiz hesaba çekileceğiz. Tüm cemaat mensupları hesaba çekilecek. Ama siz de titrlerinizden arınmış halde hesaba çekileceksiniz.

O gün şöyle bir diyaloğun içinde yer alma ihtimali hiç aklınıza geldi mi?

“Ey âlim insan! Sana yüklenen ilim ve bulunduğun mevkiinden dolayı vermen gereken hesaplar var.

Şu sorulara cevabın var mı?

-Yaşadığın dönemde yüz binlerce kadın-erkek; hasta-yaşlı senin gözlerinin önünde zindanlara atıldı. Bazıları hücrelerde hastalandı, öldü. Yüzlerce bebek zindan betonlarında emekleyerek büyüdü. Bunlar senin gözlerinin önünde oldu, doğru mu?

– Doğru.

 

– Peki bu insanların suçu neydi?

– Bunlar darbe yaptı, devlete isyan etti. O yüzden bu cezaları hak etmişlerdi.

– Hayır, yüz binlerce tutuklu insan ne darbeye karıştı ne de devlete isyan etti. Bunlar öğretmendi, ev hanımıydı, mühendisti, hakimdi, savcıydı. Bunlar mı darbe yaptı?

– Doğru ama darbe yapanlar bunların içinden çıktı.

– Şu ayet Kur’an’da 12 defa tekrarlanır. “Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez.” Bunu bilmiyor musun?

– Biliyorum.

– Peki o zaman niçin tek kelime ile yapılan zulümlere itiraz etmedin? 

– Onların içinde çok kızdığım ve nefret ettiklerim vardı. İçlerinde gerçekten suçlular da vardı. Öfkem onlaraydı.

– “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın.” (Maide:8) ayetini bilmiyor muydun?

– Biliyordum.

-Yani bazılarına öfkelendiğin için yüz binlerce insana yapılan zulmü meşru gördün? 

-…

– Sen de pek çokları gibi milyonlarca insanı “fetö” sözüyle itham ettin. Bu sözün anlamını biliyor musun?

– Biliyorum.

– O cemaat içinden tanıdıkların vardı. Bunlar içinde bir terör fiiline bulaşmış bizzat tanıdığın biri var mıydı? 

-Hayır yoktu. Tanıdıklarım iyi insanlardı, terörist değillerdi.

– Ama sen ayrım yapmadan “fetö” yaftasıyla milyonlarca insana “terörist ve hain” dedin. Her televizyon veya youtube programında hiç yüksünmeden tekrar ettin. 

– Peki şimdi ne olacak?

– Milyonlarca insanın her biri için mahşer yerinde seni bir dava dosyası bekliyor. Onlara dağıtacağın bir tazminatın var mı?

-…

Böyle bir diyalog ihtimali bir kenarda dursun. Ahirette ne olur bilemeyiz.

Ama bir ilahiyatçı, merhamet taşıması beklenen bir mümindir. 

O halde bir mümin kabulüyle soruyorum.

300 bin insan Saray KHK’larıyla işinden atıldı. Bu insanlara özel sektör siyasi korkularla iş vermedi. Hemen hepsi medeni ölüme mahkûm edildi.

Geliri olmayan tutuklulara yardım etmek isteyenler bile gözaltına alınıyor. Dün 8 kadın bu yüzden gözaltına alındı.

Sizden bazınızın dini argümanlarla tahkim ettiği iktidarın zulmünden kaçarken Meriç ve Ege’nin sularında 34 insan hayatını kaybetti. Bunların içinde bebekler de vardı.

Onların fotoğraflarına bakarken ne hissediyorsunuz?

Tutuklu KHK’lı öğretmenin 16 Yaşındaki oğlu Bahadır, yaşadıklarını kaldıramadı, geçen yıl intihar etti. OHAL sürecinde benzeri 100’ü aşkın intihar yaşandı.

Tüm bunların müsebbibi Erdoğan’la çoğunuzun direkt veya indirekt iletişim imkânınız var.

Çok mu zordu kalkıp “Bu yaptığınız zulümdür. Tamam, darbe yapanı bulduysanız cezalandırın ama bu kadınların ve bebeklerin suçu ne!” demek.

Tek kelime etmediniz. Tek bir tweet bile atmadınız. Hiçbir yapılana muhalefet şerhiniz olmadı.

Ahmet Burhan Ataç, 8 yaşında kanser hastası bir çocuktu. Adım adım ölüme gidiyordu. Sizin sessizliğinizi onay ve fetva kabul eden yargıçlar aylarca onun, annesine kavuşmasına izin vermedi. Ve Ahmet Burhan hicran içinde vefat etti.

Down sendromlu Ayşe Asude 1,5 yıldır cezaevinde olan annesinden ayrıydı. Annesinin suçunu merak ettiniz mi?

İtirafçı beyanı şuydu: “Beyaz Lale derneğinde gördüm, sohbet veriyordu, Kuran okuyordu.” 

6 yaşındaki kanser hastası Yusuf Kerim’in hastalığının son evresine kadar annesine kavuşmasına engel oldular.  Annesi Gülten Sayın’ın suçu neydi biliyor musunuz?

Erdoğan’ın açılışını yaptığı Bank Asya’ya para yatırmak ve bir öğrenci yurdunda çalışmak.

Bu adaletsizlikler hiç mi yüreğinizi sızlatmadı?

Gökhan Açıkkollu bir tarih öğretmeniydi. 13 gün gözaltında işkence gördü ve bünyesi buna dayanamadı, vefat etti. İroniye bakın ki 1,5 yıl sonra beraat edip görevine iade edildi. 

Tedavisi ihmal edilen KHK’lı polis Mustafa Kabakçıoğlu, hücresinde plastik sandalyenin üzerinde başı arkaya düşmüş, tırnakları morarmış, elleri bacaklarının üzerinde oturur vaziyette can verdi.

Binlercesinden bir örnek: Hâkime Ayşe Neşe Gül. 2016 ‘dan beri tutuklu. Hala hücrede. 

Bu kadın ve emsali darbe mi yaptı? 

Hiçbir şeyden habersiz komutanlarının emriyle otobüse binen harbiyeli kız öğrenciler Nagihan Yavuz, Nimet Ecem Gönüllü, Şuheda Sena Öğütalan darbe mi yaptı?

Ama siz havuz medyasının iftiralarını “nas” kabul edip zulümlere kulak tıkadınız.

Bu sessizliğinizle tahliye olmaları gereken ağır kanser hastaları içeride gün be gün ölüme yürüyor.

Yaşananlar hiç mi vicdanınızı kanatmıyor?

Ey hayatları Kur’an sayfaları arasında geçen ilahiyat âlimleri!

Kur’an’da sizin bildiğiniz, bizim görmediğimiz bu zulme izin veren bir ayet mi var? 

Değilse niçin yıllardır susuyorsunuz? 

Bu suskunluğunuzla zulüm katlanarak devam ediyor?

Daha dün Konya’da saçma sapan iddialarla 19 kişi gözaltına alındı. Yargıçlar ve emniyet müdürleri Saray’a yaranıp terfi almak için zulüm yarışında.

Siyasi iktidar sadece cemaate zulmetmiyor. Kürt kentlerini yerle bir etti. Binlerce siyasi ve sivil Kürt var hapishanelerde. Saray, halk iradesini yok sayıp belediyelere kayyum atadı. Oy hesabıyla halkı kutuplaştırdı. Kürt siyasi lider, rakip olmasın diye zindana atıldı, mitinglerde açıkça idamı istendi. Ve siz bunlara da sessiz kaldınız. 

Ne olurdu İslam’ın onur ve haysiyeti hürmetine öne atılıp şöyle haykırsaydınız: “İktidarda kalmak için Kürd’ü Türk’e, Kürdü Türk’e düşman etmeyin. Alevi-Sünni ayrımcılığı yapmayın!”  Ama demediniz.

İktidarın din istismarına da itiraz etmediniz. Camiler miting alanına döndü. Gayretkeş imamlar AKP’nin propaganda memuru oldu. Rüşvet ve haraç artık adetten. Hatta tüm bunlar ses kayıtlarıyla ortaya çıktı. Dine iliştirilen ahlaksızlık ve yolsuzluklarla milyonlarca insan dinden soğudu, Müslümanlıktan nefret etti. Yolsuzlukları ortaya çıkardığı için yüzlerce polis ve emniyet müdürü 9 yıldır zindanda.

Ne olurdu, “yolsuzluk hırsızlık değildir.” demektense “dinde hırsızlık ve yolsuzluk yoktur.” diyebilseydiniz. Diyanet eliyle peygamber cübbesini Saray’a protokol halısı yapmasaydınız!

Peygamberimiz daha nübüvvet gelmeden yirmi yaşlarında iken zulme karşı çıkmış, sonraki yıllarda iftiharla beyan ettiği üzere Hılfu’l-fudûl’a katılmıştı. 

Bu karşı çıkışı bir insan olarak yapıyordu. Hılfu’l-fudûl akdini hatırlayalım.

“Allah’a andolsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi, ister kötü; ister bizden, ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz, süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız.” 

Kritik cümle “İster iyi, ister kötü; ister bizden, ister yabancı”

O devirde yaşasaydınız Hılfu’l-fudûl’a katılır mıydınız bilmem. Ama bugün kendinizi Kur’an’la test edebilirsiniz:

 “Ey iman edenler! Bizzat kendinizin, anne-babanızın ve yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun…” (Nisa 135)

Muhterem hocalarım; Ali Erbaş, Mehmet Görmez, Ali Bardakçıoğlu, Süleyman Ateş, Hidayet Şefkatli Tuksal, Nuriye Özsoy, Hayrettin Karaman, Hayri Kırbaşoğlu, Mehmed Said Hatiboğlu, Ömer Özsoy, Bekir Karlığa, Mehmet Akif Koç, Mehmet Okuyan, İsmail Kara, İsrafil Balcı, Abdulaziz Bayındır, Mustafa Öztürk, Şaban Ali Düzgün, Mustafa Çağrıcı, İhsan Eliaçık, Vehbi Başer, Mustafa İslamoğlu ve Ahmet Taşgetiren.

Bunları sizin bir şeyler yapmanız için yazmadım. “Diri diri gömülen kız çocuğunun…”(Tekvir:8) hesabının sorulduğu gün, Meriç’te veya Ege’de ölen bebeklerin de hesabı sorulacak. Yüz binlerce masumun da hakkı aranacak. Bu konudaki sessizliğiniz sizi kimlerle beraber eder, en iyi siz takdir edersiniz. Harekete geçmeniz ve bir şeyler yapmanız kimseyi değil nihai olarak hamiyet-i diniyenizi ve vicdanınızı ilgilendiren bir konu. 

Papa 12. Pius, 19 yıl papalık yaptı. O ve kardinalleri Hitler’in tüm soykırımı sürecine şahit oldu. Ama yaşananlara tek kelimeyle bile itiraz etmediler. Tarih şimdi onları lanetle yargılıyor.

Zulme sessiz kalmak yönüyle onlara benzemenin sizi ürpertmesi dileğiyle.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version