YORUM | YÜKSEL DURGUT
Avrupa askeri tarihinin son 400 yılına ışık tutan Avusturya’nın başkenti Viyana’daki Arsenal Sarayı’nın şimdilerde kapıları bir savaş müzesi olarak halka açık. Sarayın etrafı, ‘Güç’, ‘Dindarlık’, ‘Bilgelik’, ‘Cesaret’, ‘Sadakat’, ‘Fedakârlık’ ve ‘Akıl’ erdemlerini temsil eden heykellerle çevrili.
Sarayın ana giriş kapısını geçtikten sonra duvarda yazılı şu sözle karşılaşıyorsunuz: “Savaşlar müzelere aittir” anlamına gelen “Kriege gehören ins Museum” ifadesiyle müzenin galerileri, son bin yılda Avrupa’da yapılan hemen hemen her savaştan etkilenen Avusturya’nın askeri tarihini sergiliyor.
Avusturya’dan sadece 1000 kilometre ötede, Hollanda’nın güneyindeki Overloon Savaş Müzesi de 50 milyon kişinin hayatını kaybettiği İkinci Dünya Savaşı’nın tarihini anlatıyor. Overloon’un çevresinde 1944 yılında Amerikan Sherman tankları ile Alman Panther tanklarının dahil olduğu büyük ve kanlı bir savaş yaşanmıştı. Overloon Savaş Müze yönetimi de slogan olarak, “Savaş bir müzeye aittir” anlamına gelen “Oorlog hoort in een Museum” sloganını benimsemiş.
Avusturya ve Hollanda, İkinci Dünya Savaşı’nda karşıt taraflardaydı. Her iki ülke yıllar sonra küllerinden yeniden doğmanın en güzel örneklerini ortaya koydu. Savaşın müzeye ait olduğu, barışın rakibe karşı kazanılan zaferden çok daha değerli olduğunu tüm dünyaya hatırlatıyorlar. Bu yüzden de hem Overloon’daki hem de Viyana’daki Arsenal Sarayı duvarında yazılı olan savaşın bir müzeye ait olduğu ifadesi binlerce yıl Avrupa’da akıtılan kardeş kanına nispet eder gibi yeniden nasıl ayağa kalkılarak güçlü birer devlet olunduğunun açık birer örneğidir.
Hollandalılar ve Avusturyalılar da dahil olmak üzere Avrupalılar 70 yıldır birlikte el ele vererek, çalışarak kazandıklarının meyvelerini topluyorlar. Her iki ülke gibi Avrupalı ülkeler demokratik reformları tamamlayarak halkına iyi, gelişmiş, müreffeh bir yaşam sunuyor. Vatandaşlarına aklınıza gelebilecek her türlü olanağı sağlıyorlar. IMF’ye göre, Hollanda’nın kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) 61.100 $ iken, Avusturya’nınki de 56.800 $ ile çok geride değil.
Ukrayna savaşı beraberinde Avrupa Birliği için büyük zorlukları da getirdi. ABD ve Çin arasındaki rekabetin kızışmasıyla ortaya çıkan sorunlar da Avrupa kıtasında hissedilmeye başlandı. Yine de Avrupa kıtasının en büyük özelliği halkı için barışı korumaya, insan haklarına ve refaha sıkı sıkıya bağlı kalmaya odaklı bir yönetimi kabul ediyor. Bu yüzden de dünyayı kasıp kavuran olaylar halka yansıtılmadan devletler tarafından üstleniliyor.
Avrupa kıtası, değişen ittifaklar arasında bin yıl boyunca kardeş katliamı savaşlarına maruz kaldı ve sonunda savaşların, kavgaların sorunlarını çözemediğini, aksine beraberinde gerilemeyi ve karmaşıklığı getirdiği sonucuna vardı. Bu yüzden de olumsuzlukları bir kenara bırakarak kötülükleri müze duvarlarının içerisine hapsetmeyi başardılar. Bu başarılarının sonucu olarak da halkın en büyük kazanımı ‘kalkınma ve özgürlük’ oldu.
Büyük savaşlardan çıkan ülkeler yeniden ayağa kalkarak büyük ekonomik başarılara imzalar attılar. Japonya bu ülkelerin arasındaki en güzel örnektir. Başarısızlıklarının arkasına saklanmayan liderler, refah düzeyinin artması için dürüstlük ilkelerinden asla ödün vermiyorlar.
Gelişmemiş ülkeler bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından bile her zaman savaş içerisinde olmuştur. Mesela, bağımsızlıkları sonrası Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan savaşlarda 1 milyon kişi hayatını kaybetmiş, 10 milyon kişi de yaşadıkları yurtlarından sürgün edilmiştir. Ne 1948, 1965, 1971 ve 1999 savaşları ne de barış girişimleri iki ülke arasındaki gerilimi sona erdirebilmiştir.
Çinli askeri stratejist Sun Tzu’nun dediği gibi artık günümüz savaşları, “Düşmanı savaşmadan boyun eğdirmektir.” Şimdilerde ise Rusya’nın Türkiye ve ABD seçimlerinde yaptığı gibi bilgi savaşları ve siber saldırılar ile düşmana boyun eğdiriliyor. Yaşanılan coğrafyanın atmosferine kapılarak insanın özgürlüğünü kontrol altına alan ‘Coğrafya kaderdir’ kültüründen kurtulamayan Türkiye de buna bir örnektir.
Ne yazık ki Türkiye’de son seçimin demokratik ilkelerden yoksun olduğu daha seçim tarihinin belirlendiği günden itibaren gün yüzüne çıktı. Demokratik bir hak olan seçime bile savaş nidası ile giren kitleler seslerini yükseltti. Partilerin sunduğu vaatler seçim maratonu boyunca gerçekleştirilen kutuplaştırma söylemlerinin gölgesinde kaldı.
Türkiye seçimlerinin ortaya koyduğu kutuplaşmanın sadece yüzde 50 ile sınırlı kalmadığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. Bu seçimler, demokrasi özlemi çekenler ile Ortadoğu’nun kavgasını içinde barındıranların mücadelesinden daha ileriye gitmiyor.
Batının talebi özgürlüklerden ödün verilmeden -ifade ve basın özgürlüğü ilk sırada yer alıyor- seçimlerin gerçekleştirilmesi. Seçimlerin adil olmayan bir ortamda yapılması, muhalif politikacılarla gazetecilerin hapis ya da sürgünde olduğu gerçeğini de ortaya koymaktadır. Orta doğunun talebi ise ‘demokrasiden uzak tek adam rejiminin babadan oğula geçen hanedanlık yoludur.’ Bu yolda yürümek isteyenler Erdoğan’ın eteğine sıkı sıkıya sarılan siyasiler ve aveneleridir.
Cemaatin esamesinin okunmadığı Türkiye’de ortaya çıkan sonucun şimdiki asıl sorumlusu kim? 17/25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet skandalları öncesinde her kesimden grup, Gülen cemaatinin Erdoğan’ı desteklediği yönündeki iddiaları bu seçim sonuçlarıyla birlikte bir kere daha çürütülmüş oldu. Bu kavganın parçası olmayan on binlerce insan sürgün edildikleri için oy kullanamadılar.
Cihan Haber Ajansı’nın seçim sonuçlarında ne kadar çok aranan bir kurum olduğunu televizyon ekranlarında verilmeye çalışılan sonuçlar ile gördük. Şimdi ise camianın kontrolünde ne bir gazetesi ne televizyonu ne de bir ajansı var ki seçimlere yön verebilsin. Muhalif olarak görülen bu insanları sadece medya sektöründe değil her alanda yok edilmeye çalışıldı.
Erdoğan’ın kazandığı yüzde 49,5 oranındaki oyun, rakipleriyle adil ve eşit koşullar olmadan yapılan bir mücadeleyle elde edildiği gerçeğini tüm dünya biliyor. Türkiye’de şeffaf, kapsayıcı ve güvenilir bir seçim sonucu olmadığı ortada. Ancak 14 Mayıs seçim öncesinde ülkeyi kan gölüne çevireceklerini söyleyen trollerin paylaşımları, Süleyman Soylu’nun miting meydanlarından tehditkâr söylemleri ülkedeki herkesi psikolojik olarak gerdi. Zaten istedikleri de bu gerginlik ortamıydı ve bundan faydalandılar.
Orta doğu ülkesi Türkiye’de savaş müzeye değil, bir ülkeye aitdir. Daha 6 sene önce kanlı bir şekilde sona eren 15 Temmuz’un faillerinin bile bulunamadığı gerçeğini hatırlamalı. Erdoğan Türkiye’sinin kavgasının bir müzeye hapsedilmesi için halkın gerçekleri öğrenebileceği özgür bir medyaya ihtiyacı olduğu gibi gerçek hukuk sistemine de geçmesi gerekmektedir.
Türkiye’de yaşayan Amerikalı gazeteci Suzy Hansen, Türkiye seçimine yönelik verdiği röportajında şunu söylüyor: “İnsanlar sadece umutlandı, hepsi bu.”
‘Savaş yoksa barış da yok’ ilkesi üzerine kurgulu Ortadoğu kültürünün yerini Avrupalıların asırlar önce ‘Savaş müzelere aittir’ öğretisini kabullenmesi ne zaman gerçekleşecektir merak ediyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***