YORUM | MAHMUT AKPINAR
Anadolu yarımadası coğrafi konumu itibariyle her türlü canlı için göç güzergahında olmuştur. Kıtalar arası göçmen kuşlar doğayı tahrip etmemize rağmen hala Türkiye’de konaklar. Anadolu insanlık için de göç yolları üzerinde bir kavşaktır. On binlerce yıl bu topraklar göçlere, tehcirlere, işgallere muhatap olmuş, beşerî dokusu sürekli değişim yaşamıştır. Her dönemde bünyesinde çok farklı etnik yapıdan, dilden, dinden, kültürden insanları barındırmıştır. Anadolu sadece kıtaları birleştirmez, batıyla doğunun köprüsü, İbrahimi dinlerin çıkış ve yaşam alanı, çok çeşitli kültürün, inancın, felsefenin havzasıdır. İnsanlığın ilk yerleşimi burada olmuş, ilk para burada kullanılmış, tarım burada yapılmış, ilk devletler arası anlaşma burada imzalanmış, kuvvetle muhtemel yazı ve tekerlek burada bulunmuştur. İnsanlığın ortak değeri olan pek çok icada, keşfe, inanca, felsefeye, medeniyete analık yapmıştır Anadolu. Bu özellikleri nedeniyle de hiçbir dönemde tek düze, homojen olmamıştır.
Roma ve Bizans döneminde Anadolu çok dinli, çok dilli ve çok kültürlüydü. 1071’den itibaren çok kültürlü dokuya Türkler de eklenmiş ama çeşitlilik, renklilik hiçbir zaman yerini tekdüze, homojen nüfusa bırakmamıştır. Keza Selçuklu ve Osmanlı devletleri de çok etnikli, çok dinliydi, farklılıkları yok etme çabasına girişmediler. Münhasıran İstanbul’un fethinden sonra çok kültürlülük, çok kimliklilik Millet Sistemi’yle resmi koruma altına alındı. Osmanlı devleti kendi çağında etnik ve dini farklılıklara en fazla saygı gösteren, onlara özerk alanlar ve haklar veren devlettir. Bu durum İttihatçıların iktidara geleceği ve devleti mutlak kontrol edeceği 1909 yılına kadar büyük oranda devam etmiştir. 100 yıl öncesine kadar, hatta 6-7 Eylül 1955 olaylarına kadar başta İstanbul, İzmir, Bursa, Mardin, Diyarbakır, Elâzığ, Malatya olmak üzere pek çok kentimiz çok dilli ve çok kültürlüydü.
İttihatçıların devleti kontrol etmesiyle birlikte Türkçü, ulusalcı söylemler ve uygulamalar öne çıktı. Cumhuriyetin en önemli ajandası ise ulus devlet inşa etmekti. Rejimin “makbul ve muteber” kabul ettiği kesimlerin dışında kalan sosyal, dini, etnik gruplar baskıya, dışlamaya ve asimilasyona maruz kaldılar. Sekülerizm, pozitivizm ve Türklük, inşa edilecek yeni ulusun öne çıkan özellikleriydi. İlk yıllarda İslam’ı tamamen silmeyi hedeflediler, tutmadığını anlayınca kendilerine göre bir İslam tanımı geliştirme ve Diyanet’le İslam’ı denetim altında tutma yolunu tercih ettiler.
Tekçi ulus inşa politikaları 1950’lere kadar katı şekilde devam etti. Çok partili dönemde ise Türkiye’yi Kemalist kodlarda tutmak için darbeler yapıldı, muhtıralar verildi, sosyal projeler, derin operasyonlar icra edildi. Cumhuriyet rejimine ve onun derin kodlarına göre Kürtler tehditti, zaten pek az kalmış olan gayrimüslimler tehditti, Aleviler tehditti, Süryaniler, Dürziler, Ermeniler tehditti. Arap olmak Kemalistler açısından hala aşağılanma sebebi. Kemalist rejim sözde çağdaş ve batıcıydı ama demokratik batı değerlerini de tehdit görüyor, batıyla teması olanı kolayca “ajan”, “hain” ilan ediyordu. Mustafa Kemal’in “yurtta sulh, cihanda sulh” sözünün aksine devlete egemen Kemalist elitler her baktığı yerde “düşman” görüyor, habire suni tehdit üretiyordu. “İç düşman” ilan edilen kesimleri sindirmek için derin ve kirli, türlü operasyonlar yapıldı. Maraş, Çorum, Taksim, Madımak katliamları, 1980 öncesi sağ-sol çatışmaları, kontra terör adı altında işlenen cinayetler, köy boşaltmalar, Kürtlere yönelik ağır baskılar, 28 Şubattaki ihlaller ve en son Cemaatin soykırıma maruz bırakılması ülkede toplumsal yarılmalara neden oldu. Devlet üzerinde vesayeti olan derin, karanlık güçler toplumsal ayrılıkları sürekli kaşıdı, yaraları açık tutmaya çalıştı. Bu durum uzun sürünce halkta kamplaşmalara, ayrışmalara sebep oldu.
AKP hırsızlıktan yakalandıktan sonra ultra nasyonalist ulusalcı kesimlerle ve MHP ile iş birliği yaparak herkesi düşman gören, ötekileştiren hastalıklı devlet anlayışını çok daha kötü bir noktaya taşıdı. 15 Temmuz sonrası kurulan rejim bütün kanlı, kirli, karanlık ve çıkarcı unsurların koalisyonuydu. Erdoğan’ın siyaset tarzı, ayrıştırıcı dili, sokak ağzıyla konuşması, sürekli birilerini hedef göstermesi bu tarihi yaraları deşti, sosyal yarılmayı kanamalı hale getirdi.
Kemal Kılıçdaroğlu sakin ve güven veren kişiliğinin, yapıcı, birleştirici üslubunun yanında Türkiye’deki yaralı ve ötekileştirilmiş kesimleri temsil ediyor. Dersim’in bir köyünden, fakir bir aileden çıkmış ve bütün ötekileştirmeleri aşarak önemli başarılar elde etmiş. Erdoğan’ın aksine kin ve hınçla hareket etmiyor. Toplumun bütün kesimlerine kucaklayıcı yaklaşıyor, Türkiye Cumhuriyeti kanatları altında herkesime yer olduğunu söylüyor. Ezilmişlerin, dışlanmış ve ötekileştirilmiş kesimlerin bileşkesi olan Kılıçdaroğlu CHP genel başkanı olarak CHP’nin geçmişte yaptığı hatalarla da yüzleşmekten gocunmuyor. Dindarlara da kucak açıyor, onları da anlamaya çalışıyor.
Kılıçdaroğlu’nun devleti ve toplumu temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamına gelmesi Türkiye için önemli bir şans olabilir. Umarız seçilir ve umarız Türkiye tekrar parlamenter sisteme döner. Ülkeyi çoğulcu, demokratik, hukukun üstün olduğu bir noktaya taşır. Herkesi kucaklayan, makul ve dengeli bir kişiliğe sahip Kılıçdaroğlu ülkedeki laik-dindar, Kürt-Türk, Sünni-Alevi, sağ-sol gerilimlerine paratoner olabilecek ve sosyal yarılmalara çözüm üretebilecek, taraflara güven verecek bir lider. Dikkat ederseniz Kılıçdaroğlu’nu sevmeyen, itiraz eden iki kesim var: Nasyonalist Kemalist kesim ve İslamcı istismarcılar. Zira bu iki kesim de kendisini ülkenin “mutlak ve gerçek sahibi” sanıyor. Diğer unsurları, görüşleri kendisine mecbur ve mahkum görüyor. Kemalizm yıllarca laiklik, irtica, bölücülük gibi kavramlar üzerinden Kürtleri, dindarları, azınlıkları dışladı, ezmeye çalıştı. İslamcılar ise inanç ve yaşam tarzları üzerinden toplumu ayrıştırdı.
Kılıçdaroğlu eğer başta CHP içinde hala etkili ve güçlü olan Ergenekoncu, ulusalcı, tekçi yapıyı aşabilirse, çevresinin ve iktidarının onlar tarafından sarılmasını engelleyebilirse, ülkedeki sosyal yarılmaların tedavisi, ayrışmaların, ötekileştirmelerin bitirilmesi için şans olabilir. Ülkeye huzur ve barış içinde çoğulcu bir toplumsal düzen için fırsat sunabilir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***