Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İsrail’e taviz vermeyen Abdülaziz’den Erdoğan’a

İsrail’e taviz vermeyen Abdülaziz’den Erdoğan’a


YORUM | YÜKSEL DURGUT

Amerikan Başkanı Franklin D. Roosevelt 20. yüzyılın en etkili başkanlarından birisi olarak bilinir. Politikalarını takdir ettiğini söylediği Suudi Arabistan’ın kurucusu Kral Abdülaziz bin Suud ile II. Dünya savaşından kısa süre sonra Süveyş Kanalı’na demir atmış ABD kruvazöründe bir araya gelir. 

Kral Abdülaziz bin Abdurrahman bin Faysal el-Suud, ilk kez bir ABD başkanı ile görüşmek üzere ülkesini terk etmişti. II. Dünya Savaşı sona ererken jeopolitik gelişmeler petrolü dünyanın aranan en önemli yeraltı kaynağı haline getirmişti. Başkan Roosevelt de ülkesi adına bu kaynağa odaklanmıştı. Ajandasında gizli bir konu daha vardı. 

Roosevelt, Kral’ın kişiliğinden etkileşmişti. Abdülaziz’in ikiyüzlülükten hoşlanmadığını bilmekteydi. Hükümdarı anlaşabileceği bir muhatap olarak gören Başkan, Kral’ı güvenilir ve iş yapabileceği birisi olarak düşündü. Abdulaziz de Franklin D. Roosevelt ile 1945’te yaptığı bu görüşmeden etkilenmişti.

İngiltere petrol arama yarışında Amerika’dan geri kalmamıştı. Birleşik Krallık Başbakanı Winston Churchill, Kral’a içinde lavabosu bulunan, klimalı bir Rolls Royce hediye etmişti. Başbakan’ın hediyesine karşılık Kral, Churchill’in anılarında bahsini ettiği hayatında içtiği en leziz su olarak adlandırdığı zemzem suyunu hediye etmişti. 

Kral, petrol kaynaklarını Amerikalılara açmaya zaten karar vermişti. Roosevelt bu karardan ziyadesiyle memnun olmuştu. Kendisi ve ülkesi adına bu karar büyük bir zaferdi. Başkan, bu kararın ardından Amerikan politikasının saplantısı haline gelen başka bir konuyu ele alma zamanının geldiğini düşündü. Bu konu gündeme gelmeden ve bir çözüme ulaşmadan hiçbir Amerikalı başkanın ne Kongre ne de Beyaz Saray’daki koltuğunda rahat oturması mümkün değildi. 

Roosevelt son olarak Filistin meselesini ve Siyonistlerin kutsal topraklarda bir Yahudi devleti kurma arzusunu Kral ile görüşmesinde gündeme getirdi. Başkan, Avrupa’daki Nazi zulmünden kaçan Yahudilerin Filistin’e yerleşme konusunda duygusal bağlarının olduğunu ve tekrar zulme uğrama korkusundan dolayı Almanya’da kalamayacaklarını dile getirdi.

Birdenbire, Abdulaziz’in değişen yüz ifadesine Roosevelt şaşırmıştı. Hâlâ kibardı ve yüzünde öfke yoktu ama Amerikan başkanına dönerek şöyle dedi: “Araplar Avrupa’daki Yahudilere ne zarar verdiler? Bu insanların evlerini ve hayatlarını çalan Hristiyan Almanlardır. Bırakın bunun cezasını Almanlar ödesin.”

Roosevelt, “Arap misafirperverliğine ve Siyonizm sorununu çözmede Kralın yardımına güvendiğini” söyleyerek baskısını arttırmıştı. Ancak İbn Suud bu konuda kararlı olduğunun altını çizerek, “Bunun cezasını düşmana ve zalimlere ödet.” dedi. 

Roosevelt, Yahudilerin yeni vatan talebi ile ilgili ölümünden bir hafta önce 5 Nisan 1945 tarihinde İbn Suud’a yazdığı mektupta, “Hem Araplarla hem de Yahudilerle tam istişarede bulunmadan hiçbir karar alınmayacağını” yeniden tekrarladı. 

Kral Abdülaziz’in, Başkan Roosevelt’in yüzüne kıvırmadan sarf ettiği sözlerin üzerinden yaklaşık 80 yıl geçti. Geçen bunca zamanda ne kraliyet soyundan gelenler ne de herhangi bir Arap lider, krallıklarının kurucusunun Beyaz Saray’ın sakinine söylediği gerçeği ifade etme cesaretini gösteremedi.

Suudi Arabistan henüz İsrail’i tanımadı. Ancak Suudiler taviz vermeseydi, Arap halkının Umman’dan Fas’a kadar batının hegemonyası altına girmesi bu kadar hızlı gerçekleşmezdi.

Bu 80 yıllık sürecin en acı tarafı, Arap şeyhlerinin İsrail’in genişlemesine karşılık direnmemesidir. Diplomasilerde verdiklerin kadar aldığın tavizlerde çok önemlidir. Bunu orta doğu bölgesinde hiçbir lideri gösterememiştir. Buna Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dahildir.

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önce “Ben bu görevde bulunduğum sürece İsrail ile ilgili hiçbir zaman olumlu bir şey düşünemem.” dediği Kudüs ile şimdi yeniden diyalog kurmak için çaba gösteriyor. Erdoğan, 2014 yılında İsrail’e yönelik yaptığı bir açıklamada “İsrail bir defa dünyada barışı tehdit eden bir ülkedir. Ortadoğu barışını tehdit eden bir ülkedir. Hiçbir zaman barış yanlısı olmamıştır. Zulmetmektedir.” ifadelerini kullanmıştı. 

Modern tarihin en büyük siyasetçilerinden Mısır’ın 3. Cumhurbaşkanı Muhammed Enver Sedat’ın, Sina’nın Mısır’a geri verilmesi karşılığında İsrail’i tanıması, diplomasi alanında kazanılan zaferin en güzel örneklerindendir. 

Şimdilerde İsrail, kendilerine ait olmayan, Arap dünyasının liderleri tarafından hediye edilen bu toprakların 75. yıldönümünü kutluyor.  İsrail hükümetinin resmi internet sitesinde bu zafere yönelik şu ifadeler yer alıyor: “Uzun tarihler boyunca İsrail Topraklarına dönme özlemi, Yahudilerin yaşamının odak noktası olmuştur. Bağımsızlık Günü, Yahudi halkının yaklaşık 4000 yıl önce kendine özgü dinini ve kültürünü geliştirmeye başladığı topraklarda Yahudi devletinin yenilenmesinin bir kutlamasıdır.”

14 Mayıs 1948’de, yeni Yahudi devleti, Filistinlilerin İngiliz Mandasının toprakları olarak bildiği bölgede resmen kuruldu.

Filistin ulusunun varlığının, İsrail’in resmi bir bakanı tarafından inkâr edilmesine de şaşırmamalı. Fransa’daki bir konferansta konuşma yapan İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, ne Filistin tarihi ve kültürünün ne de Filistin halkının var olmadığını üzerine basa basa açıkladı. Bakan ayrıca Batı Şeria ve Ürdün’ü İsrail’in parçası olarak gösteren bir harita da sergiledi. 

Başkan Joe Biden, Orta Doğu’ya gerçekleştirdiği son ziyarette Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas ile de bir araya gelerek ‘İki devletli bir çözümü’ gündeme getirdi. Bugün çoğu Arap liderin iki devletli bir çözümden bahsetmesi düşmanlık konusudur. 

Orta Doğu, I. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa’nın bölüştüğü sömürü toprakları altına girdikten sonra II. Dünya Savaşıyla birlikte Amerikan hegemonyasına geçiş yaptı. Son zamanlarda bölgedeki Suudi Arabistan-İran yakınlaşmasıyla dengeler değişmeye başladı. Şimdi Ortadoğu’ya yeni dengeleri, bu iki ülkenin yakınlaşması belirliyor.

Çin’in bölge ülkeleri ile samimi ilişkileri de Ortadoğu tarihinde daha önce görülmemiş olay olarak siyasi tarihteki yerini aldı. Çinliler düne kadar, batıda Tian Shan dağları ve güneyde efsanevi İpek Yolu dışında, dünyayla herhangi bir bağlantısı olmayan topraklara sıkışıp kalmış bir medeniyete sahipti. Bu uçsuz bucaksız kara parçasında Çin halkı, kolektif ve bireysel yaşamın tüm yönlerine hükmeden kendi felsefesini ilerletti. Kendi yaşam biçimlerini tek yaşam sistemi olarak gören Çinliler, bunun dışında kalan uygarlıkları hor görüyordu.

Çin’in Orta Doğu coğrafyasındaki yükselişini birkaç konu başlığı ile daha önce yazmıştım.

Bugüne kadar bölgede, özellikle de kana bulanan Doğu Akdeniz tarihinde ne Orta Doğulu ne de Batılı güçlerin sözü geçti. Çin’in bölgeyi nasıl kontrolü altına alacağını zaman gösterecek. Ancak net olan konu, Batı’nın uzun yıllardır süren bölgedeki hegemonyası sona eriyor ve bunun İsrail için ne tür sonuçlar doğuracağını bekleyip göreceğiz.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version