Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Her zaman sürgün

Her zaman sürgün


YORUM | ALPER ENDER FIRAT

Sezen Aksu ne diyordu şarkıda:

Bir yabancı selamın ile hüzünlere daldım,

Kendi ellerimle ben, beni kederlere saldım.

Nuh Mete Yüksel’in ölümü de beni işte öyle hüzünlere saldı. Yani bugün kimimiz hapiste, kimimiz gaybubette, kimiz sürgünde, kimimiz takip altındayız ya da nefret söylemine maruz kalıyoruz ya, sanki başımıza ilk defa böyle bir şey geldi gibi düşünüyoruz. Oysa bugün yaşadıklarımız yıllardır süre gelen bir kinin, nefretin devamından ibaretti. Ölümüyle aklımıza gelen Nuh Mete Yüksel ismi, bizim hayat boyu nasıl nefret söylemi, taciz ve töhmet altında bırakıldığımızı hatırlattı. 

Şimdi hepsini unuttuk ama geçmişte Türk gazetelerinin belirli periyotlarla irtica kampanyaları olurdu. Seksenli, doksanlı yıllarda bir düğmeye basılmış gibi bir anda ülkeyi irtica ele geçirir, toplum her an karanlığa gark olacak gibi olurdu. Tamamı masa başında kurgulanmış ve gerçeğe dayanmayan haberler, zinde güçlerin ülkede hep nüfuz sahibi olmasını sağlardı.

O dönemde gazete olarak en önemli işimiz yalan haberlerin gerçeğini ortaya koyup konuyu aydınlığa kavuşturmaktı. Onlar ısrarla kurgusal olarak yalan ve iftira dolu yazılarla hizmet hareketini gizli gizli silahlanan örgüt gibi göstermeye çalışıyorlardı. 

Burada hiç unutmadığım bir hatıramı anlatmak istiyorum. 90’lı yılların başında Zaman Gazetesinin İzmir bürosunda çalışırken yine Cumhuriyet Gazetesinde ‘İrtica kampında silah sesleri’ başlığıyla bir haber yayınlanmıştı. Bir yaz kampında öğrencilere zorla namaz kıldırıldığı falan anlatılıyordu ve hiç unutmuyorum ‘silah sesleri, hu hu seslerine karışıyordu’ diye başlıyordu. Haberin yayınlandığı gün, yazan muhabirle bir programda karşılaşmış ve ona silah seslerini ve hu hu seslerini bizzat duyup duymadığını, bizzat duymadıysa bilgiyi nereden aldığını sormuştum. Muhabir Ümit O. bu soruyu cevaplamak yerine, konuyla hiç alakası olmayan mevzular anlattı. Kendisinin inançlara nasıl saygılı olduğunu, herkesin istediği şeye inanabileceğini, herkese ne kadar saygılı olduğunu ama tanıdığı bir başörtülünün farklı zamanlarda farklı davrandığını, böyle yapmasının ne kadar yanlış olduğunu falan anlattı. Ben soruyu tekrar ettim, silah sesi duydun mu? Duymadığın ya da ispat edemediğin bir şeyi yazmanın ne kadar etik olduğunu sordum. Yine verdiği cevapların konuyla hiç ilgisi yoktu. Onunla yaşadığımız diyaloğu gazetede olduğu gibi yazıp yayınladım.  

Otuz yıl önceki olayı böyle uzun yazmamın nedeni bazı çevrelerin bizi hep eli silahlı bir örgüt olarak görmek ve göstermek arzusununun yeni bir şey olmadığını anlatmak içindi. 

Yıllarca yaptıkları haberlerde silah ve cemaati hep aynı cümle içinde kullandılar. Seksenli, doksanlı yıllardaki haberlerde elimizde hep satır, bıçak, silah vardı ve bunları kıtır kıtır kesecektik. 

Hele 28 Şubat ve sonrasındaki kampanyaları nasıl unutabiliriz. 17 Ağustos 1999 depreminden tam iki ay önce 17 Haziran’da Ali Kırca’nın düğmeye basmasıyla başlatılan kampanya ve sonrasında yaşadıklarımız neredeyse bugünün aynısıydı. İthamlar, iddialar, iftiralar, nefret söylemleri tıpatıp benziyordu. O vakit sadece tutuklanmamıştık, mallarımız da müsadere edilmemişti. Onun haricinde yapılanların, söylenenlerin bugünden bir farkı yoktu. 

Devlet içinde bir şebeke hizmet hareketi var olduğundan beri iftira atarak onunla uğraşmayı en önemli görevi bilmişti. Cemaatle, silahı-şiddeti yan yana getirebilmek için yıllarca yapmadıkları plan, atmadıkları iftira kalmadı. 

17 Haziran 1999 tarihinde yine cemaate özel kampanya başlatmış ve nihayetinde Nuh Mete Yüksel ile ete kemiğe bürüyüp DGM’de dava açmışlardı. Yıllarca iftara için kullanılan medya organları bu kez Nuh Mete’nin akla ziyan iddialarını dillendiriyordu. Sabah, Cumhuriyet, Posta, Hürriyet, ATV gibi medya organları bugün olduğu gibi iftiranın merkeziydi. 

Devlet içinde on yıllardır fasılasız cemaatle uğraşan bir şebeke var ve yıllarca başaramadığı şeyi din tüccarı hırsız bir güruhla ittifak edince kendince başardı. İttifak sayesinde hayal edip de uygulamaya cesaret edemedikleri ne kadar zulüm varsa hepsini uygulama fırsatı buldular. 

Bu şebekeye AKP koçbaşılık etse de muhalefet içinde de ciddi yapılanmaları var. Bugün muhalif gibi görünen isimlerin, AKP’den bile daha çok 15 Temmuz tiyatrosuna sarılmalarının sebebi, arayıp bulamadıkları gerekçelere ulaşmış olmalarıdır. 

Yukarıda Cumhuriyet Gazetesi örneğinde anlattığım gibi, yıllarca yazıp da kimseyi inandıramadıkları iftiraları, İslamcı görünen hırsızlar eliyle kitlesel linçe dönüştürdüler. 90’lı, 2000’li yılların müfterilerinin o yüzden AKP gemisinin batmasından ödleri kopuyor. Onlar, AKP batınca bugüne kadar söyledikleri bütün iftiraların da batıp, zir-ü zeber olacağının gayet farkındalar. 

Muhalefetteki yapılanmaları ve varlıkları, onların AKP’den sonra bu iftiraları devam ettirebilmelerini mümkün kılmadığı kanaatindeyim. 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version