Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Bir ütopya denemesi

Bir ütopya denemesi


YORUM | M. NEDİM HAZAR

Aslında ütopya/distopya karışımı bir şey olacak sanırım bu yazı. 

Yakın geleceğe dair bir tahayyülde bulunacağız. 

Elbette kehanet değil bu, sadece “farz edelim ki” başlığıyla bakacağız. 

Bediüzzaman, Mesnevi-yi Nuriye’de, kaderin sınırsız spesifikasyona sahip olduğunu yazar. 

Yazacaklarımın olacağını iddia etmiyorum. 

Ancak kimse olmayacağını da iddia edemez. 

Önce 28 Mayıs günü olacaklara dair bir öngörüde bulunalım. 

Kemal Kılıçdaroğlu Ergenekon tayfasının yönlendirmesiyle, dindarları ve Kürtleri daha da küstürmüştür. 

Bu iki kesimden ciddi bir oran sandığa gitmeyip “ne haliniz varsa görün” demiştir. 

Erdoğan, ilk turda yaptığının aynısını yapıp, yine oyları çalarak, oy oranını yüzde 56’ların bile üzerine çıkarmayı başarmıştır.  

Sinan Oğan’ın kopardığı tüm tavizlere rağmen ulusalcı, ırkçı kesim de sandığa gitmemeyi tercih etmiş, Kılıçdaroğlu, yüzde 40’ı zar zor bulmuştur…. 

Neticede ne kadar gizli/aleni siyasal İslamcı varsa hepsi bayram etmekte, tıpkı Maraş’ta yaptıkları gibi, arabalara binip korna çalmaktadır. 

İlk fırsatta CHP listesinden Meclis’e giren Davutoğlu ve siyasal İslamcı ekibi de Erdoğan’a biat eder. 

Erdoğan Meclis’te 350’ye yakın vekil ile ülkeyi artık tamamen arzu ettiği model ile yöneteceğini düşünmüştür. 

Ne kadar karamsar bir manzara değil mi?

Eminim, “E hani ütopyaydı bu?” diyenleriniz olacaktır. 

Ama bu ütopyanın aynı zamanda distopya içerdiğini de belirtmiştim değil mi?

Buraya geri döneceğiz. 

Şahsen Asr-ı Saadette yaşanan olayların, dünya tarihinin adeta “zip”lenmiş hali olduğuna inanırım. 

Soru şu: Yaşadığımız günler, o dönemin hangi sürecine denk geliyor?

İslam alimi filan değilim. Sıradan bir Müslümanım birikimiyle yaptığım okumalarda, yaşadığımız sürecin Uhud sonrası dönemi denk geldiğini düşünüyorum. 

Hamraülesed Gazvesi’ni bilir misiniz?

Muhtemelen ilk kez duymuşsunuzdur. 

Uhud’da şehid olanların henüz mezarlarına yeni defnedildiği esnada, baş münafık Abdullah B. Ubey’in fişteklemesiyle Müslümanlar, Kureyşlilerin büyük bir ordu ile Medine’ye doğru gelmekte olduğuna, sağ kalan Müslümanları da katledeceklerine inanırlar. 

Müslümanlar yaralıların tedavisini filan bırakarak tekrar silahlanıp Hz. Peygamber’in huzuruna gelirler. 

Tarihçi Belazuri, mazeret bildirip Uhud’a katılmayan bazı Müslümanların bu sefere katılmak istediklerini bildirir. 

Misal Cabir B. Abdullah. Kız kardeşlerine bakacak kimsesi olmadığı için mazeret bildirip Uhud’a gitmemiştir ve çok üzgündür. 

Efendimiz (SAV) İbn Ümmü Mektum’u yerine vekil bırakarak yola çıkar. 

Niyeti, eğer gerçekten Medine’ye doğru gelen bir kureyş ordusu varsa, önlerini kesmek, onları oyalamaktır. 

Bunun için daha sonra pek çok savaşta kullandığı bazı taktikleri de kullanır. 

Örneğin geceleri, her Müslüman onlarca ateş yakarak orduyu kalabalık gösterir. Çöl ortamında kilometrelerce uzaktan Müslümanların binlerce ateşini gören müşrikler tedirgin olurlar. 

Hamarülesed, Medine’nin çok yakınında bir bölgedir. (Yaklaşık 12 km)

Efendimiz, bütün Müslümanları değil, bir grup öncü seçip ileriye doğru yollayınca Kureyş müşrikleri onları şehid ettiler. 

Ancak, Müslümanların kendilerini takip ettiğini anladıkları için, tedirgin olup Mekke’ye dönme kararı almışlardı. 

Ebu Süfyan’ın kini öyle kolay kolay sönecek gibi değildi. 

Bu karara itiraz etti, destek isteyip daha büyük bir güçle Medine’ye saldırma kararı aldı. 

Hz. Peygamber, stratejisinin ikinci aşamasını devreye soktu. 

Ma’bed El Hüzai…

Hicret esnasında Hz. Peygambere yardım eden bu delikanlıyı illa ki duymuşsunuzdur. 

Müslümanlara yardım ediyordu ama kendisi henüz Müslüman olmamıştı. 

Hem Kureyş içinden istihbarat topluyor hem de dezenformasyon ile müşriklerin pek çok yanlış hamle yapmasını sağlıyordu. 

Resulallah (ASM) Ma’bed’i Kureyş ordusuna yolladı. 

Ma’bed, sanki oradan geçiyormuş gibi, Ebu Süfyan liderliğindeki Kureyş Ordusu’na yetişti ve ona Müslümanların büyük bir orduyla onlara doğru geldiklerini söyledi. 

Panikleyen Ebu Süfyan o kadar telaşa kapıldı ki, yolda denk geldiği Müslüman bir kervana bile saldırmadı, sadece tahdit yolladı, “Muhammed’e söyleyin, çok yakında Medine’ye geleceğim!”

Strateji işe yaradı ve Uhud şehidlerinin bedenleri soğumadan ikinci bir Uhud yaşanmasının önüne geçildi. 

Aslında bu süreçte o kadar çok olay vardır ki, hangi birini yazayım bilemedim. 

Mesela Rec’i Faciası. 

İki putperest kabile Adal ve Kare, Müslümanlara gelip, Müslüman olmak istediklerini söyleyip 10 tane Müslüman öğretmen alırlar. Medine’den yeterince uzaklaşınca Kureyşliler ortaya çıkar. Müslümanlar satıldıklarını anlar. 8 çok değerli sahabi oracıkta şehid edilir. 

Kalan iki yaralı Müslümanın hikayesi ise daha hazindir: Hubeyb B. Adiy ve Zeyd B. Desinne. 

Yaralı halde Mekke’ye götürülüp Kureyşlilere satılırlar ve Bedir’de akrabaları ölen müşrikler para verip bu iki esiri aldıktan sonra korkunç işkenceler yaparak katlederler. 

Bi’r-i Maune faciası daha da hüzünlüdür fakat konumuzdan uzaklaşmak istemiyorum. 

Hicret’in üzerinden tam beş sene geçince birkaç gök olayı birden yaşanır. 

Ay tutulması, güneş tutulması ve deprem…

Özellikle müşrikler putperest kültürün etkisiyle çok büyük birilerinin ölümünün işareti olarak görürler bu olayı. 

Söylenti Hz. Peygambere kadar ulaşır. Fahr-i Kainat (SAV) şöyle buyurur: “Şüphesiz ki güneş ve ay, hiç kimsenin doğumu ya da ölümü için tutulmaz. Onlar, Allah’ın varlığını ve kudretini gösteren iki ayettir. Siz, onların tutulduklarını gördüğünüz zaman namaz kılın, dua edin!”

Aynı yıl içinde bu kez de Medine’de yer sarsılır. Hz. Muhammed’in bu olay karşısındaki yorumu da: “Rabbiniz sizi hoşnut olacağı duruma döndürmek istiyor. Siz de O’nun hoşnutluğunu dileyin!” olur. İnsanlara, depremin, yaşantı ve davranışlarını gözden geçirip, kulluklarını düzeltme fırsatı olarak görülmesi gerektiğini öğretir.

Ancak Ebu Süfyan bu işareti Hz. Peygamber’in öldürülebileceği olarak algılar ve orduyu toplayıp Medine’ye doğru yola çıkar. 

Bizim seçim gününü unutmadım ha, bu süreçle ilgisi var diye olayların biraz detayına giriyorum. 

Her neyse…

Ebu Süfyan için münafıkların getirdiği bir haber de kanaatini pekiştirir. 

Herkes Kusva’yı (Ya da Kasva) bilir. 

Maide suresinin Efendimiz bu mübarek hayvanın sırtındayken nazil olduğu rivayet edilir. 

Bu talihli devenin birkaç ismi daha vardır. Ced’a ve Adba gibi. 

Hz. Ebubekir’in satın alıp Hz. Peygamber’e hediye ettiği rivayet edilir. 

Adba’nın önemli bir özelliği ise o coğrafyada çok önem verilen deve yarışlarında hiç yenilmemesidir. 

İşte Hicret’in beşinci senesinde yaşanan güneş ve ay tutulmaları, akabinde iki deprem sonrasında Adba ilk kez bir yarışta geçilir. 

Ebu Süfyan bunu çok büyük bir işaret olarak algılar. 

Pek çok müşrik ona hak verirler. 

Kur’an-ı Kerim Ahzab (Hizipler) suresinde bu süreci anlatır. 

O dönemde de ittifaklar kurulmuştur. 

Allah, Medine’ye Ebu Süfyan liderliğinde gelen orduyu “Ahzap” olarak tanımlar. Yani hizipler, ittifaklar…

Uhud’un üzerinden iki yıl geçmiştir.

Uhud’un siyasi neticelerinden biri de Müslümanların sadece Kureyş’teki müşriklerle değil, Hayber ve Medine’deki Yahudilerle ilişkilerinin önce limoni ardından epey gerilimli döneme girmiş olmasıdır. 

Öte yandan Uhud sonrası yapmak istedikleri baskınları korkuları nedeniyle yapamayan Ebu Süfyan için yeterli manevi işaret ve alametler de belirmiştir!

Herkesin bir fiyatı olduğunu bilen ve herkesi satın alabilen Ebu Süfyan, Hayber yöresindeki hurma mahsullerine karşılık Gataban ve Fezare kabileleriyle anlaşır. Bir ittifak oluştururlar. 

Kısa sürede bu ittifaka Esed, Süleym, Kinane ve Sakif kabileleri de katılır. 

Ebu Süfyan, Hz. Peygamberi Dumetülcendel’de tuzağa çekmek ister. 

Hz. Muhammed (SAV) ani bir kararla buraya gitmekten vazgeçer ve yolun yarısından geri döner. 

Medine muhasara altına alınmaya başlamıştır bile. 

Bir direniş ve savunma savaşı için hazırlanmaya başlar Müslümanlar. 

Çünkü Uhud’dan epey ders çıkarmışlardı. Kuşatma altında kalmak açık arazide çarpışmaya tercih edildi ve ittifakla şehrin içeriden savunulması kararlaştırılmıştı. 

Yiyecek ve içecek ihtiyacını karşılayacak her şey mevcuttu. Şehrin özellikle üç tarafı yoğun biçimde bahçeler ve bunları birbirinden ayıran çit ve alçak duvarlarla çevrilmişti; ayrıca aralarında uzanan yollar çok dardı. Düşmanın bu engelleri aşması zor olup küçük askerî birliklerle bile durdurulması mümkündü.

Ancak Ebu Süfyan liderliğinde müşrik ordusu devasa kalabalıktı. 

Bunun üzerine hendek stratejisine geçildi. 

Pek çok kaynak bu fikrin Selman-i Farisi’den çıktığını yazıyor. 

5,5 km uzunluğunda, 9 metre genişliğinde ve yaklaşık 5 metre derinliğinde hendek kazmayı başarmıştı Müslümanlar. 

Ve muazzam bir sabır imtihanı başladı. 

Müşrik ordusunun, 

12-15.000 kişi arasında olduğu yazılır kaynaklarda. 

Müslümanlar ise en fazla 3 bin kişidir. 

Tam bir direniş ve strateji savaşı başladı. 

Ebu Süfyan her türlü entrikayı yapıyor, önüne gelen herkesi satın alıyordu. Kureyş’in tüm hazinesinin kontrolü elindeydi çünkü. 

Ebu Süfyan, Medine’nin arkasını tutan Yahudileri de satın alınca, bir gün atını hendeğe doğru sürdü ve (günlerdir yağmur yağmaktaydı) kalkanlarının altında bekleyen Müslümanlar ve peygamberine şöyle seslendi: “Sizi elimden kim kurtaracak?”

Müslümanlar kendilerinden, hatta peygamberlerinden şüphe edecek eşiğe gelmişlerdi. 

Ayet şöyle anlatıyor: 

“Sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara 214)

Bir başka muhteşem ayet: 

“Onlar size yukarınızdan ve aşağınızın altından gelmişlerdi, gözler de dönmüştü, yürekler ağızlara gelmişti, Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz. İşte orada inananlar sınanmış ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı. Münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, Allah ve Rasûlü bize sadece kuru vaatlerde bulundu, diyorlardı…” (Ahzab /10-12)

Ve o anlarda yaşanan bir hadise kitaplara şöyle yansıyacaktı: 

“Habbâb b. Eret (r.a) şöyle der: ‘Biz Hz. Peygamber’e (s) dedik ki:

‘Ey Allah’ın Resulü! Bizim için Allah’tan yardım istemeyecek misin? Bizim için Allah’a dua etmeyecek misin?” Bunun üzerine Resulallah (sav) buyurdu ki:

“Sizden önce geçenlerden birinin başının ortasına testere konur ve ayağına kadar kesilirdi de bu onu dininden döndürmezdi. Demir taraklarla taranır, etiyle kemiği ayrılırdı da bu onu yine dininden döndürmezdi.” Sonra Peygamber (sav) buyurdu ki: “Allah’a andolsun ki, Allah Teâlâ bu dinin hâkim olmasını arzu etmektedir, öyle ki yolcu San’a’dan bineğine binecek, Hadramût’a kadar gelecek, Allah’tan başkasından ve koyunları için de kurttan başkasından korkmayacak. Ne var ki siz çok acele davranan bir topluluksunuz.” (İbn Kesir)

Evet, keşke tarihçiler bu dönemi layıkıyla detaylandırıp, belgesel/dizi ya da sinema filmi yapsalar, keşke!

Evet dönelim bizim ütopyaya. 

Distopya kısmında kalmıştık. 

Saray ve ittifakı tarihte görülmemiş bir satın alma ve baskı gücü ile adeta tüm ülkeyi kuşatma altına almış durumda. 

Ulusalcısından Milli Görüşçüsüne, Ülkücüsünden Hizbullahçısına kadar herkesi satın almış ve hizipler oluşturmuş. 

Ve hatırlayın depremden sonra kaç kere söylemişlerdi: 

“Hepsini not ediyoruz, teker teker hesabını soracağız!”

Muhtemelen seçimi kazanınca hesap sorma planı yapıyorlar. 

Açık hava hapishanesine dönen Türkiye’yi tamamen cehenneme çevirmek için son hamlelerini yapmayı planlıyorlar. 

Ve Ebu Süfyan kibriyle haykırıyorlar: 

“Sizi elimizden kim kurtaracak?”

Hendek Savaşı, şubat ayı zamanlarında yaşandı. 

Suudi Arabistan’da yağmurun sürekli yağması çok nadir bir olaydır. 

Ebu Süfyan atını ileri sürüp, tehdidini ettikten sonra, hava öylesine soğur ve bir fırtına yaşanır ki, hendeğin sularla dolduğunu, pek çok müşrik askeri ve hayvanının bu hendekte can verdiklerini yazıyor tarihçiler. 

Ve Ebu Süfyan tırıs geri gitmiştir. 

Kim bilir belki de benzeri bir hikaye yaşanır. 

AKP ve Erdoğan ve onun gizli açık ortakları ülkeyi tamamen talan edecekken, öyle bir ekonomik kriz başlar ki, adeta bir tsunami gibi büyür ve sarayı vuracak dalgaya dönüşür. 

Oysa muhalefet bu iki seçimi kazanmış olsa, belki de ağır faturayı ödeyemeyecek ve daha Erdoğan ve çetesine hesap soramadan tekrar onların gelmesine sebep olacaktı. 

Olabilir mi, bilemem!

Ama ütopya işte, insanın zihnine geliyor bir şekilde!

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version