Mehmed S. Kaya
Etnik gruplar arasındaki farklılıkların ve benzerliklerin farkında olmak için önemli nedenler vardır. Göçmen sorunu, Ukrayna savaşı ile birlikte Avrupa’da en çok tartışılan konudur. Göç tartışması, ulusal ve yerel aidiyetlerin önemini öne çıkarmıştır. Tartışmalarda kimlik, sadakat ve güvenilirlik ile ilgili sorular öne çıkıyor. En önemli soru da göçmenler kültürel mirasımızla özdeşleşebilir, onu savunabilir ve yönetebilir mi?
Bu sorular Türkiye’de tartıştırılmazsa da fazlasıyla geçerli. Anadolu zengin kimliklere, kültürel mirasa, tarihe, değişik dillere ve yaşam geleneklerine sahiptir. Ne yazık ki Balkanlar, Kırım ve Kafkasya’dan gelen göçmenlerin, Anadolu’nun bazı yerli halk gruplarının en büyük düşmanı olarak göründüklerine tanık olduk, oluyoruz. Bu, ulusal anlatıların zayıflamasına, yerel kimlik ve yer aidiyeti için bir kaynak olarak yerele ve kültürel mirasa artan bir odaklanmanın gelişmesine neden oldu.
‘MUHACİR TÜRKLER’ İNKARCILIKTA NİÇİN ÖN SIRALARDA YER ALIYORLAR?
Kürt ve diğer azınlık düşmanlığı, Balkan, Kırım ve Kafkasya göçmenleri (çoğu Kürt bu grupları muhacirler diye tanımlar) arasında çok yaygındır. Birkaç yıl önce, Balkan, Kırım ve Kafkasya kökenli muhacirler arasında Kürtlere karşı ırkçı tavırların yoğun olduğunu gösteren bir KONDA araştırmasını okumuştum. Bu beni biraz gerilere götürdü. 1990’lı yıllarda muhacir kökenli siyasetçiler –Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Meral Akşener – iktidar dönemlerinde Kürtlere Atatürk iktidarından bu yana en büyük zulmü çektirdiler. 1990’larda yaşanan korkunç devlet teröründen kaynaklı yaklaşık 17 000 “faili meçhul” Kürt katledildi, milyonlarca Kürt topraklarından göç ettirildi. 3 milyon Kürt İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin ve diğer şehirlere kaçmak zorunda kaldı.
Dikkatimi çeken soru şu: Niçin, 1990’lı yılların siyasi mimarları arasında bu düzeyde yetkili, Anadolu kökenli bir Türk ya yoktur ya da azdır? Bu gerçek, yani muhacir kökenliler neden yerli bir halk olan Kürtlere karşı çok daha Türk milliyetçisi ya da vatan bekçisi kılıfına giriyorlar? Bu güncel örneklerle de açıklanabilir. Maraş depremi döneminde DP yardımcısının- o da bir Kıbrıs kökenli muhacir – Barzani Vakfı’na karşı gösterdiği tepki ve ihbar gibi. Veya CHP milletvekili Gürsel Tekin’in “Cumhurbaşkanlığı hükümeti modelinde HDP’li bakanların olabileceğine” yönelik görüş açıklaması sonrası muhacir ağırlıklı İYİ Parti’den gelen milliyetçi tepkiler gibi.
Muhacir devşirme “Türkler”, inkarcılıkta niçin ön sıralarda yer alıyorlar? Örneğin 1915 Ermeni soykırımının tanınması önerisi başta Akşener, Uysal ve diğer devşirme “Türk” siyasetçiler tarafından reddedilmiştir. Bir gerçeği reddetmek ister yalan, ister sadece gerçek dışı olsun, inandırıcı olmadığını söylemek anlamına gelir. Batı’da, soykırım teriminin yalnızca fiziksel öldürmeyi değil, aynı zamanda insan gruplarının – sosyal, politik ve kültürel yaşam biçimleri de dahil olmak üzere – ruhlarına yönelik saldırıları ifade ettiğine dair geniş bir anlayış vardır.
Balkanlar’dan, Kırım’dan, Kafkaslardan gelen ve Anadolu’ya yerleşen ‘devşirme Türklerin,’ yerli Türklerden daha fazla Türk milliyetçisi olduğu izlenimi Kürtler arasında yaygındır. Birkaç ay önce İstanbul Büyükçekmece’de bir İYİ Parti stant görevlisine partinin Türklük bakışını sordum.
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu görevli.
Türkçeyi ilk okula başlarken öğrendim. O zaman ne olacak?
Ben 17 yaşımda iken Norveç’e yerleştim. Kızım Norveç’te doğdu, o zaman ne olacak?
“Kızın Norveçli olduğunu mu söylüyor?”
“Evet.”
“O zaman yalan söylüyor. Kendini Türk olarak tanımlamalı”
Bu tanım bana, İyi Parti’nin lideri Meral Akşener gibi Balkanlar, Kırım ve Kafkasya ülkelerinden gelen siyasetçileri hatırlattı. O halde Yunanistan’ın Makedonya bölgesinden Türkiye’ye göç etmiş muhacir bir ailenin çocuğu olarak Türkiye’de dünyaya gelen Akşener’in, Türk değil Makedon olarak tanımlanması gerektiğini düşündüm. Eğer İyi Parti temsilcisinin görüşünü esas alırsak. İYİ Parti siyasetçilerinin politikası, Türkiye’nin nostaljik bir resmini, resmi ideolojiye (Atatürkçülüğe) uygun olarak çizmek ve ardından bu resmin, Suriye’den gelen göçmenler ve «bölücü» Kürtler tarafından yok edilmek istendiği iddia etmek.
Türk’ten daha Türkçü olma tutumu günümüz ve yakın geçmişteki politikacılar Meral Akşener, Ümit Özdağ, Mehmet Ağar, Mansur Yavaş, Sinan Oğan ve diğerleri gibi muhacir kökenli siyasetçiler arasında hızla tescillenebilir. Recep Tayyip Erdoğan da bunlara eklenebilir. Bu siyasi tablo Balkan muhacir kökenli olan Kenan Evren, Süleyman Demirel, Tansu Çiler, Cavit Çağlar, İlker Başbuğ, Alparslan Türkeş ve ta Mustafa Kemal’e kadar uzanmaktadır. Bunlar gerçekte olduklarından farklı görünürler.
TÜRK MİLLİYETÇİSİ OLUYORLAR AMA NORVEÇ, İSVEÇ MİLLİYETÇİSİ OLMUYORLAR!
Etnisitenin savunulması, milliyetçiliğin meşruiyetinin temeli olarak algılanıyor. Milliyetçiliğin temel unsurları ise kişinin ait olduğu grubun, yere (toprak) dile, kültüre, geleneğe ve tarihe kök salmasını gerektirir. Oysa Balkanlardan gelen göçmenlerin büyük çoğunluğu Slav, Arnavut veya Boşnak kökenlidir. Batılı kaynaklara göre Osmanlı Balkanları işgal edince Hristiyanlıktan İslam’a geçenler en verimli topraklarla ödüllendirildi. Bunlar Osmanlı yenildikten sonra Türkiye’ye Türk olarak değil, Müslüman olarak göç ettiler. Bu yaşananlar beni aşağıdaki soruların cevabını yaşadığım ülkede araştırmaya yöneltti: Balkanlar ve Kafkasya kökenli göçmenler Norveç’te ve İskandinavya’da aidiyet söz konusu olduğunda nasıl davranıyorlar? Balkan göçmenleri sadece Türkiye’de mi milliyetçi oluyorlar yoksa göç ettikleri diğer ülkelerde de mi milliyetçi oluyorlar?
Norveç ve İskandinavya’da on binlerce Boşnak, Arnavut, Sırp, Makedonyalı vs yaşıyor. Kafkas ülkelerinden de önemli bir grup var. İskandinavya’daki Balkan kökenli göçmenler, Türkiye’deki kardeşlerinin tam tersi görünüyor. İskandinavya’daki Balkanlar ve Kafkasya kökenli göçmenler, dünyanın diğer bölgelerinden gelen diğer göçmen grupları gibi kültürel geçmişlerini, kimliklerini ve doğdukları ülkenin geleneklerini hararetle savunuyorlar. Hiçbiri kendilerini Norveç, İsveç veya Danimarka milliyetçisi olarak tanımlamıyor.
Türkiye’ye gelen göçmenler yerlilere uyum sağlamak yerine yerlilere hükmetmeye başladılar. Bu süreç, göçmenlerin yerlilere uyum sağlamak zorunda kaldığı Avrupa ülkelerinde ki göçmenlerin tersidir.
Türkiye’de yaşanan göçmen kökenli Türk milliyetçiliğine benzer küçük bir deney, birkaç yıl önce Norveç’te yaşandı. Norveç’teki birkaç İranlı göçmen Fremskrittsparti de siyasi olarak aktif olmaya çalıştı. Bu parti oldukça sağcı popülist milliyetçidir ve göçe, özellikle de Müslümanlara karşı çıkar. İranlılar kendilerini ülkenin ve Norveç kültürünün ve kimliğinin en önde gelen savunucuları olarak sunmaya çalıştıklarında, bu parti içindeki Norveçlilerden büyük bir tepki aldılar:” Tepkiler, İranlı politikacıların Norveç’i savunmaları inandırıcı değil. Doğup büyüdüğünüz kültürle gurur duymalısınız. Norveçliler daha önce de kendilerini savunmayı başardılar, şimdi ve gelecekte de bunu yapacaklar” şeklinde özetlenebilir. Bu tepkilerden sonra İranlı siyasetçiler konumlarını değiştirmek zorunda kaldılar.
TÜRK MİLLİYETÇİSİ YAPAN NEDENLER
Yerli halk; ülkelerine sonradan gelmiş, göç etmiş ve vatandaşlık hakkı almış muhacirlerin yerli halka baskı uygulama hevesini anlayamaz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı almak, yerli halklara karşı durma hakkını meşrulaştırmaz. O halde muhacir kökenli siyasi aktörlerin başını çektiği milliyetçiliğin, Kürt ve diğer azınlıklara baskı ve eziyet etmeye mahkum göründüğü bu tuhaf durumun nedeni nedir? Muhacirler Türkiye’de neden asıl kimliklerini fazlasıyla telafi etmeye son derece istekliler?
Onları Türkçülüğe çeken neden nedir?
Yerli halklar ve göçmenler arasındaki çatışmalar dünya literatüründe bilinmeyen bir olgu değildir. Örneğin tarihte Avusturalya’nın yerli halkı Aborjinler ve İngilizler arasındaki ilişki, Yeni Zelanda ve Avrupalıların Maori yerli halkı, Avrupalıların yerli halkın toprakları olan Avustralya ve Yeni Zelanda’yı önce işgal edip sonra sömürgeleştirdiklerini herkes biliyor. Yerli halkı baskı altına almak, yerinden etmek veya yetkilerini elinden almak, onları kölelere/hizmetkarlara dönüştürmek, ancak ideolojik bir ırkçılığın pratikten önce gelmesi durumunda mümkündü ve mümkündür.
KURULUŞ AYRIMCILIK ÜZERİNE İNŞA EDİLMİŞ
Kürtlerle yaşanan bu siyasi çatışmanın bir geçmişi, bir arka planı var. Bu nedir? Kürt kimliği ve aidiyetine dayatmalar kimler tarafından, ne zaman ve nasıl yapıldı? Kürtler neden kendi kültür ve kimliklerine uygun bir şekilde yaşamıyorlar? Burada da tüm oklar Mustafa Kemal dönemini işaret ediyor. Yani bu soruların cevabı Cumhuriyetin kuruluşunda yatıyor. Çünkü Kemalist cumhuriyet ayrımcılık ilkesi üzerine inşa edilmiş. Etnik Türk grubu temel alınmış.
Mustafa Kemal’in öncülüğünde iki aşamadan kısaca bahsedeceğim. İlk aşama 1924 anayasası idi. Bu anayasa ile Türkler kendilerini korumuşlar ve kendilerine ayrıcalıklar tanımışlar. Kürtleri ise bu anayasa ile baskı altına alarak, dillerinin, kimliklerinin gelişmesini engellemişler, bir kesimi yerinden etmişler veya yetkilerini elinden alarak, onları kölelere/hizmetkarlara dönüştürmüşler. Mustafa Kemal – bugünkü yöneticiler gibi – Kürtlerin temel haklarına müdahale etme hakkını kendinde buldu. Bir halkın dili, kültürü, kimliği hatta varlığı yasaklandı ve bunların gelişmesi engellendi. Mustafa Kemal’in bu yaklaşımı aynı zamanda etnik grupları birbirine kışkırtmak ve böylelikle iktidarını pekiştirmek amaçlı idi.
Mustafa Kemal, hararetle Türkleri tek tip olarak idealleştirmeye hevesli olsa da, ülke tekdüze olmadı. Ülke birkaç farklı etnik gruptan oluşuyor. Neyse ki insan düşüncesi, eylemleri ve davranışı yalnızca resmi yasalar tarafından yönlendirilemez. Düşüncemizi, davranışlarımızı, eylemlerimizi dikte eden kültürel ve geleneksel
kurallarla da donatılmışız. Resmi olarak tanınmasa da bir kültüre, bir kimliğe aitiz ve bunu içimizde taşıyoruz, farkındayız ve yaşamak istiyoruz. Mustafa Kemal yerine Anadolu kökenli biri olsaydı Kürtleri bu kadar ezmezdi diye düşünüyorum. Çünkü Anadolu’da insanlar tarih boyunca ya birlikte ya da yan yana yaşayarak birbirleriyle temas halinde olmuşlar ve birbirlerini etkilemişlerdir. Bu, ortak duygular, inanç, yakınlık ve anlayış geliştirdikleri anlamına gelir. Bu da kişinin komşularına karşı zalim olmasını zorlaştırır. Mustafa Kemal gibi dışarıdan gelenler için Kürtlere ve diğer azınlıklara karşı zalimce davranmak, onları tanımadığı, onlarla yaşamadığı vb. için daha kolay geldi.
İkinci aşamada ise Mustafa Kemal, Kırım ve Balkan göçünü orduya, bürokrasiye, eğitime ve diğer devlet kurumlarına en önemli insan kaynağı olarak kullandı. Böylece Balkan ve Kırım muhacirlerine ayrıcalıklar tanıdı. Bir grup insanı diğer gruplara tercih ettiğinizde, aynı zamanda gruplar arasında düşmanlık yaratırsınız. Muhacirlerde bu ayrıcalıkları etkili bir şekilde kullandı. Hem siyasi kariyerlerini hem de geleceklerini büyük ölçüde en keskin Kürt karşıtlığı üzerine kurdular. Bunu Kürtlere karşı kullandı. Böylesi uygulama bunlara Kürt düşmanlığı teşvik etti. Muhacirler de anladılar ki, Kürtlere ne kadar nefret beslerler ise o kadar fırsatlar ve ayrıcalıklar elde etmiş oluyorlar.
Kürt karşıtlığı muhacirler arasında hala çok yüksek görünüyor. Sürekli olarak avantaj elde etmeye çalışıyorlar ve siyasi ilişkiler çoğu zaman sadece bu amaç için kullanılıyor. Örneğin, Meral Akşener’in açıklamalarının neredeyse tamamı Atatürk’e atıfta bulunur ve Atatürk yönetiminin yeni bir resmini çizdiği izlenim edinirsiniz. Akşener, Türkiye’nin şu dönemde kuvvetle duyduğu demokrasi, hukuk, adalet düzeni sanki Atatürk’ün idealleriymiş gibi konuşuyor ve bu idealleri yeniden inşa etme vaadini veriyor. Oysa Atatürk yaşadığı dönemin en katı otoriter liderlerinden biri idi. Tek parti sistemi her şeyi anlatıyor. 1921 Koçgiri Kürt isyanını acımasızca bastırması, Karadeniz’de Türk komünistleri katletmesi, 1925 Sünni Kürt isyanına ve 1937 de Dersim’e uyguladığı zulüm demokrasi, hukuk ve adalet anlayışı ile açıklanamaz vakalardır.
Türk kökenli olmayanların önderlik ettiği çeşitli milliyetçi gruplar, Türklüğün en güvenilir koruyucusunun kim olduğuna dair birbiriyle yarıştırılıyor. Örneğin Zafer partisi lideri ile İyi Parti lideri arasındaki «Türkçülük» yarışması gibi.
Bu milliyetçi politikalar devam ettiği içindir ki giderek daha fazla Kürt, Türkiye’nin Türki cumhuriyetlerinden insanları nasıl sıcak karşıladığını ve kendilerinin reddedildiğini ve kötü davranıldığını görüyor. Hatta Afgan mültecilere kendilerinden daha iyi davranıldığını görüyorlar. Gazetelerde depremle bağlantılı olarak kamuoyunun bilgilerinin Kürtçe değil; Peştu dahil yedi dile bölündüğünü okuduğunuzda, sadece hayal kırıklığına uğramıyorlar. Kendilerine soruyorlar: Kürtlerin bu derecede yok sayılmasının sebebi nedir?
KUTSALLAŞTIRILAN MİLLİYETÇİ DEVLET
Türk ve Batı milliyetçiliği arasındaki temel fark, Batı’da milliyetçilik kapsayıcıdır, çeşitli azınlıkları barındırır; Türk milliyetçiliği ise Avrupa milliyetçiliğinin aksine, ulusal azınlıkları kapsamamıştır. Mustafa Kemal’den günümüze Türk milliyetçiliği azınlıklar açısından oldukça dışlayıcı görünmektedir. Azınlıkların yok edilmesi, Türk milliyetçi ideolojinin baskın stratejisi olmuştur. Bu strateji CHP’den MHP’ye kadar geniş bir alana yayılmıştır. Bunun nedeni, Türk devletinin kuruluşunda kutsal bir varlık olarak tanımlanmış olmasıdır. Dolayısıyla Batılı modern demokrasilerde olduğunun tersine, devlete karşı bireyi değil, bireye karşı devleti korur.
Türkiye’de övülen, Batılı anlamda milliyetçilik değil fakat kutsallaştırılan milliyetçi devlettir. Devlet, kendilerini Türk olarak tanımlayanların manevi ve fikri ortaklığını temsil eder. Kültürel çoğulculuk, etnik grupların eşitliği ve insan onuru gibi mutlak değerlere dayanmayıp, milleti oluşturan özdeş yapı taşları olmaları temelinde birbirlerine eşit olan Türklere, yani bir tek etnik gruba dayanır ve bu anlamda evrensel olmayıp mutlak surette etnosantriktir. Bu eşitliğe dahil olmayanlar, yani yakın zamana kadar resmen dağ Türkleri olarak adlandırılan Kürtlerle, etnik kökenlerini inkâr etmeyen diğer kültürel azınlıklar dışlanmakta, kendilerini Türk olarak görmedikleri için aşağılanmaktadır.
Örneğin, Kürtler, temel demokratik hakları olarak kendi dillerini kullanabilmeyi ve Türk devlet yapısı içinde kültürlerine saygı gösterilmesini talep ettikleri zaman bu; toplum nizamına, yani kutsal Türk devletine yönelik bir tehdit ve düşmanca bir eylem olarak, asla müsamaha gösterilmeyecek bir meydan okuma olarak algılanmakta, önce terörizm ve bölücülük olarak damgalanmakta, sonra da en şiddetli bir biçimde cezalandırılmaktadır.
AKŞENER, KÜRTLERİ MEŞRU AKTÖR OLARAK TANIMAYI REDDEDİYOR
Muhacirler niçin yerli halkı – yani Kürtleri – meşru görmemeye çabalıyorlar? Yerli halklara nefret etme şımarıklığı o kadar ileri bir boyuta ulaşmış ki Çillerin eski içişleri bakanı ve şimdiki İyi Parti lideri Meral Akşener, yerli halkları temsil eden HDP için, “HDP’nin olduğu masada biz olmayız, bizim olduğumuz masada da HDP olmaz. Bu hassasiyetimiz devam edecek” diyebiliyor.
Bu söylem Kürtleri dışlamayı hedefliyor ve şüphesiz1924 yılında kurumsallaşan ayrımcılığın bir devamı olarak görülüyor. Göçmen ağırlıklı milliyetçi partiler, yalnızca etnik Türklerin kültürel ve politik bir yönelime sahip olduğuna inanıyor. Azınlıkların buna hakkı yok. Akşener Kürt’ün adını bile işitmeye tahammül edemeyen ciddi boyutlarda Kürt fobisi sahibi. O zaman Kürtler şu soruyu sormakta haklı değiller mi: Akşener’in ailesi ve diğer muhacirler Anadolu’ya göç etmeden önce de HDP’ye oy verenler burada oturuyordu. Niçin aramıza geldiniz? Siz geldiniz diye Kürtler memleketinden gidecek mi?
Çoğu Türk, devşirme siyasilerin Kürtlere yönelik nahoş görüşlerine karşı çıkmıyor. Ama bazıları bu siyasetçilerin çabalarından memnun ve Türkler adına iş yapmalarının rahatlığı yaşıyor ve belki olumlu buluyor. Buna karşılık, devşirme siyasilerin Kürtlere karşı milliyetçi görüşleri, Kürtler arasında -bilhassa sosyal medyada – hararetli tartışmalara neden oluyor. Kürtler için milliyetçilik- genellikle milliyetçiliğin Balkan versiyonu olarak adlandırılır – acımasız görünüyor. Çünkü yüz yıldır siyasi, kültürel, ekonomik olarak ağırlıklı olarak devşirme Türk milliyetçileri tarafından tanımlanan bir dünyada yaşadılar.
Akşener bir yandan kendini Türkiye’deki 85 milyonun sözcüsü ilan ederken, diğer yandan Kürtlerin Türklerle eşit temelde eşit haklar talep ettiği meşru taleplerini reddediyor. Bu büyük çelişki nasıl izah edilebilir?
Batı Avrupa ülkelerindeki birçok göçmen yüksek siyasi konumlar elde etti. Bazıları, örneğin Fransa, Hollanda, Belçika, İngiltere, İskandinavya, vb. hükümet düzeyinde temsil ediliyor, ancak hiçbiri temsil ettikleri ülke için milliyetçi görünmüyor. Ve hiçbiri yönettikleri ülkelerde ulusal azınlıklara (yerli halklara) karşı değil. Tam tersi, ulusal azınlıkları hararetle destekliyorlar.
1919 da vaat edilen “Halklar arası dostluk” ve ortak bir «Türk-Kürt kültür beşiği» oyununun sona ermesinin üzerinden 100 yıl geçti. Bilindiği gibi amaç yeni bir ortak demokratik cumhuriyet değildi, ayrı bir Türk imparatorluğu kurmaktı. Tamamen anlaşılır bir jeopolitik, değil mi?
Yüz yıl sonra da değişen bir şey yok. Türk milliyetçiliği, AKP-MHP koalisyonu döneminde Kürtlere karşı kendini yeniden yücelten, dışlayıcı bir ideolojiyle eş anlamlı hale geldi. Demokratik ve insani standartlara göre Kürt dili, kültürü ve kimliğini yasaklayan zihniyet aşırı bir ideoloji olarak değerlendiriliyor ve aynı zamanda bu zihniyet insanlık düşmanıdır ve bu yasaklar dönemi boyunca altında yatan niyet, şiddet ideolojisinin uygulamasıdır.
Milliyetçilik, hala Türkiye’deki etnik ve kültürel azınlıkların kendi bağımsız örgütlerini kurmalarını engelleme aracı olarak kullanılmaktadır. İyi Parti’nin de içinde yer aldığı Millet ittifakı bunu tersine çevirebilir mi? Yani Kürtleri de kapsayan demokratik bir toplum için vaat verebilir mi? Bugün veya gelecekte Kemalist cumhuriyeti yönetenler, cumhuriyetin kurucularının torunları cumhuriyeti değiştirmeli, atalarını mahkum etmeli ve Kürtler ve diğer Türk olmayan halklardan özür dilemeli. Bu azınlıkların tüm haklarını gasp etmek geçmişte de, bugün de kabul edilemez ve zulümdür. Zarar verici etkileri bugün hâlâ sürüyor. “Atalarımızın bu dayatmasını reddediyoruz” denilmelidir.
Mehmed S. Kaya: Bingöl’ün Solhan ilçesinin Keşkon mezrası doğumlu. Lillehammer Inland Norveç Üniversitesi’nde profesör. Uluslararası alanda bir dizi bilimsel çalışmaları yayınlandı. En son çalışması ‘The Zaza Kurds of Turkey’. Bu çalışması 2018 tarihinde ünlü I. B. Tauris Yayınevi tarafından Londra’da yayınlandı. En son bilimsel makalesi ise ‘Turkey’s vain struggle to create a homogeneous nation’, Washington merkezli ünlü Middle East Policy dergisinde yer aldı.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***