YORUM | M. NEDİM HAZAR
Size şaşırtıcı bir gerçeği söyleyeyim:
Savaş dönemlerinin siyasetin bilimselleşmesi ve uzmanlık alanı haline gelmesini tetikleyen etkilerinden biri de Hitler Almanya’sında kullanılan profesyonel propaganda tekniklerinin keşfi ve şiddetli bir teknik bilimsellikle kitlelere uygulanmasıdır.
Geçtiğimiz asrın başlarında ve ortasında yaşanan iki savaş, politik propagandanın bu yaygın kullanımı ilerleyen yıllarda reklam ve halkla ilişkiler alanının teknikleriyle birleşerek yapılmaya başlanan modern seçim kampanyalarının uygulanışına sebep olmuştur.
Propagandanın bir iletişim modeli olduğunu tespit eden Fransız filozof Jean-Marie Domenach, “Politika ve Propaganda” kitabında meseleyi çok detaylı bir şekilde ele alır.
20. yüzyılın başlarında propagandanın Hitler Almanya’sında kullanılışından oldukça farklı yaklaşım ve tekniklerle ama yine politik ülküleri gerçekleştirmek adına, Sovyetler Birliği’nde Lenin tarafından kullanıldığı görülmektedir. Propagandanın bu pratik kullanımları literatüre de “Lenin türü propaganda” ve “Hitler türü propaganda” kavramlarını kazandırmış.
Lenin’in temel stratejisi şöyle tanımlanır:
‘Propagandanın amacı, bir tek kişiye ya da küçük topluluklara birçok düşünce aşılarken, kışkırtıcı bir tek düşünceyi büyük bir insan kitlesine aşılamaya çalışmaktır’
Gelelim günümüze ve ülkemize.
İktidar partisinin artık genlerine işlemiş güç odaklı bir strateji, hemen her alanda hakimiyet kurmuş durumda.
Algıyı yönetmek için kreatif bir şey üretmekten de acizler mi bilmiyorum, lakin ellerindeki güç ile en iyi yaptıkları şey sönümlendirme.
Hoşlarına gitmeyen bir gelişme ya da durum olduğunda bir karşı strateji yerine hemen baskı ve güç ile olayı kontrol edilebilir hale getirebileceklerine inanıyorlar.
Evet, medyanın yüzde 90’ını elinde tuttukları bir ülkede bu kısmen işe yarayabilir.
İşte görüyorsunuz, seçim için tamamen tükenmiş bir partiden ancak strateji olarak Kürt ve cemaat düşmanlığının yanı sıra beton övgüyü çıkabiliyor.
Bir gün “Bu ekonomik sıkıntıları da biz hallederiz” diyen Erdoğan aradan 24 saat geçmedin “kim demiş ekonomik sıkıntı var diye? Hepimiz mutlu ferah yaşıyoruz işte!” diyor ve buna engel olabilecek bir kuşu, kurum, danışman filan da hak getire.
Daha da fenası bir tane aklı başında adam çıkıp, “Yahu reis sen böyle sallıyorsun ama bu millet her gün çarşıya pazara çıkıp alışveriş yapıyor. Et ve ekmek kuyruğuna giriyor, bu palavraları yeme ihtimalleri kalmadı” diyemiyor.
Biliyorum yazının şimdiye kadar olan kısmında iktidarın ve tükenmişliğinin resmini çizdiğimi görüyorsunuz ama ben bunları başka bir şeyi anlatmak için yazdım.
Tayyip Erdoğan siyasi ömrünün belki de en aciz dönemini yaşıyor.
“Höt zöt” ve zorbalıkla kitleleri hizalayabileceğini düşünüyor.
Ancak, Demirel’in dediği gibi; tencere iktidar yıkar.
Şahlanma, uçma, kanatlanma palavralarıyla en azından seçim alamayacağını kendi partisi de biliyor ama bunu ona söyleyebilecek cesarette biri kalmamış etrafında.
Peki Erdoğan’ın bu perişan hali karşısında muhalefet ne yapıyor?
Önce bir hakkı teslim edelim; başta Kılıçdaroğlu ve Akşener olmak üzere, 6’lı Masa bugüne kadar takdir edilecek bir politika izlediği.
Şahsen, “bin kere dağılırlar” dediğim bir süreci düşe kalka bu noktaya kadar getirdiler.
Dile kolay 6 partinin birbiriyle alakasız dünya görüşünde olan insanlarının oturup iki küsür bin maddelik bir yol haritası çıkarması (o zaman da yazmıştım) bir yenilenme, tamir hamlesiydi.
Merak ve sabırsızlıkla beklenen seçim sath-i mailine girildi.
Yine söyleyeyim Tayyip Erdoğan’ın bu seçime nasıl izin verdiğini hala anlayabilmiş değilim.
Ha, bundan sonra başka akıl almaz olaylar olur ya da böyle bir plan devreye girerse bilemem.
Ancak, kendi iktidarını zerre miktar riske atmayacağına inanıyordum.
Ama öyle olmadı.
Ki, bu durum beni kötü bir siyasi gözlemci olduğumu gösteriyor.
Tamam iktidar, muhalefete muazzam bir imkan sundu.
14 Mayıs seçimleri elbette büyük bir fırsat.
Ancak başta CHP, olmak üzere muhalefet partilerinin seçim kampanyasına baktığımda, bugüne kadar gösterdikleri performanstan, zekadan, akılcı hamleden eser yok maalesef.
Ne demek “Hakkını alacak!”?
Ne demek “Ben Kemal geliyorum”?
Sizin en büyük üstünlüğünüz neredeyse ülkedeki tüm eğilimleri içeren koalisyonunuz. Yani siz Türkiye’yi temsil eden tek koalisyonsunuz.
Bunu neden vurgulamıyorsunuz seçim kampanyanızda.
Tamam “Birleşerek Kazanacağız” dediniz ve çok da güzel bir motto buldunuz.
Bunu geliştirsenize ya!
Dağınık, savruk ve zeka yoksunu sıradan sloganlar, afişler ile seçmende en ufak bir heyecan hissi oluşturamıyorsunuz.
Yoksa farkında mı değilsiniz?
Türkiye yirmi yıldır adım adım karanlık bir çukurun tam eşiğine getirildi.
14 Mayıs son fırsat, köprüden önce son çıkış.
Ya özgürlük ya dikta!
Başka alternatif kalmadı, üçüncü bir yol yok, bunu hala anlamadıysanız, iktidara gelseniz ne olur ki?
Az buçuk reklamcılık yaptım ben.
Belki onlarca siyasi kampanya yürüttüm.
Siyasette en çirkin kip “Cek-cak”tır.
En uzak durulması gereken cümle yapısını -enteresandır- hem iktidar hem muhalefet kullanıyor.
Bir tane işten anlayan profesyonele danışmıyorlar mı?
Karanlık bitiyor.
Zulüm sona eriyor.
Güzel günler çok yakın..
Ne bileyim binlerce farkı cümle ve konsept üretilebilir.
“Türkiye hakkını alacak!” nedir yahu?
Bugüne kadar çalıp, çırpamayanlara mı geldi sıra?
Böyle muğlak, insanın aklına bin türlü fesat getiren cümle seçim sloganı olur mu?
Yıllar boyu defalarca bir araya gelip, ekonomiyi, adaleti, eğitimi vesaire konuşan, tartışan muhalefetin seçim stratejisi için hiçbir şey üretmemesi garip değil mi?
Yoksa çok gizledikleri, herkesi büyüleyecek bir kampanyaları var da bayram sonrasına mı bırakıyorlar?
Göreceğiz…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***