14 Mayıs seçimleri yaklaştıkça toplumsal heyecan ve ilgi giderek artıyor.
Nasıl artmasın ki?
Dile kolay, on yılı aşkın bir süredir Türkiye halkları hukuksuzluk ve zorbalık rejimi altında ezildi, bu da yetmezmiş gibi yoksulluk ve işsizlik sorunu altında adeta inim inim inledi.
İşte bu seçimler, yaşanan bu kara günlerin hesabını sormak için tarihi bir fırsat yaratıyor.
Ancak bu fırsatı siyasi bir zafere dönüştürmek için olağanüstü gayret göstermemiz gerekiyor.
Seçmenler üzerinde çalışmak, sandıklara sahip çıkmak ve oyumuzu doğru şekilde kullanmak hepimizin boynunda bir vatandaşlık borcu olarak duruyor.
Kısacası başarabiliriz.
Yani Kemal Burkay’ın “Gülümse” şiirinde dediği gibi
“belki şehre bir film gelir,
bir güzel olur yazılarda
iklim değişir, Akdeniz olur gülümse…”
Bu umutta ve heyecandayız…
Çok açık olan bir gerçek cumhuriyetin 100. yılında bir kez daha anlaşıldı; demokrasisiz cumhuriyet olmuyor, olamıyor ve hatta cumhuriyetin kendisi bile ortadan kaldırılma tehlikesi yaşıyor. Bu tehdidin sayısız örneklerini hep birlikte yaşadık ve bu tehdit henüz ortadan kaldırılabilmiş değil.
Aslında cumhuriyetin demokratikleşmesi ve demokratik cumhuriyeti kazanmak için öncelikle imzaladığımız uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelerin gereğini yasalarımızda ve uygulamalarımızda yapabiliyor olabilseydik bu yolda epeyce yol almış olurduk.
Ancak bu olmadı, engellendi…
Avrupa Birliği (AB) ile “tam üyelik için aday ülke” statüsü seviyesindeki ilişkilerin bugün neredeyse ortadan kaldırılmış olması bunun en açık örneğini oluşturuyor.
Ne AB bakanlığı kaldı, ne ilerleme raporu ne de üyelik müzakereleri ve AB ile ilişkiler yerlerde sürünüyor.
Osman Kavala davasında AİHM kararlarının yerine getirilmemesi nedeniyle Avrupa Konseyi üyeliğimiz bile tehlike altında.
Kısacası AB ile ilişkiler bitirilmiş vaziyette.
Geriye batıyla kurumsal ilişkiler anlamında NATO kalıyor.
Burada da İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine Macaristan’la birlikte sorun çıkaran iki ülkeden biriyiz.
TBMM, Finlandiya için üyelik anlaşmasını onayladı, İsveç bekletiliyor. Sorun İsveç hükümetinin “terör örgütü” faaliyetlerine göz yummuş olması ile Kur’an yakılması eyleminde düğümleniyor. Son olarak İsveç Yüksek Mahkemesi’nin “Kur’an yakmayı insan hakları çerçevesinde” değerlendiren bir karar alması işin iyice tuzu biberi oldu. Şimdilik İsveç hikayesinin nerede biteceği belli değil…
İşin özeti, Batıdan uzaklaştıkça içerde demokrasi ve hak ihlalleri sorunu katlanarak devam ediyor.
Batıdan uzaklaşarak Şanghay Beşlisi’ne yanaşan, Rusya ve Çin gibi ülkelerle sıkı işbirliği içine giren iktidar, Türkiye’yi kendi arpalıkları gibi yönetmek; bunun için de demokrasi ve hukuk adına var olan her şeyi ezmek, ortadan kaldırmak istemekte
Şimdi bu dikta şürekâsı, bu devr-i saltanatları sürdürmek hukuksuzluk rejimini devam ettirmek, dahası ülkenin tüm kaynaklarını kişisel servetleri durumuna getirmek için bir dönem daha oy istemektedirler.
Kararımız net olmalı
Ya bu bezirgan saltanatının devam etmesi için oy kullanacağız ya da yeniden demokrasi kazanmak için umutlu bir başlangıca destek olacağız.
GEÇMİŞTE OLMADI, BELKİ ŞİMDİ
Türkiye halkları benzer bir seçimi 12 Eylül faşist askeri döneminden sonra tecrübe etti. 1991 seçimleri sonrası DYP-SHP, yani iki büyük muhalefet partisi koalisyon hükümeti kurdu ve herkes bu siyasi sonuçtan heyecan duydu.
12 Eylül darbesiyle hesaplaşma beklentisi vardı. Yeni ve demokratik bir anayasa yapılacak, askeri dikta rejiminde geri alınan haklar yeniden elde edilecekti.
Olmadı ve yapamadılar…
Yılların öfkesi sandığa yansımıştı ama özellikle Başbakan Demirel ve partisi böyle bir hesaplaşmayı yapmak istemedi. İşte bu geri duruş, 12 Eylül askeri rejiminin getirdiği anayasayı ve kurumlarını bugüne taşıdı.
Şimdi yine buna benzer karanlık bir siyasi süreçten çıkıyoruz.
Yine mevcut karanlık dönemle yüzleşme ve hesaplaşma yoluna gidemezsek, bu dönemin pisliklerini, 12 Eylül’den kalanların üzerine koyarak yola devam etmek zorunda kalırız.
Ancak bunlar yerine demokratik anayasa, Kürt sorununun meclis zemininde demokratik çözümü, hukuk devleti gibi alanlarda kalıcı adımların atılmasını gerçekleştirebilirsek; bu karanlık dönemlere geri dönmenin yolların kapar ve geleceğe daha umutla bakan bir ülke olabiliriz.
Yüzünü medeniyete yani batıya dönen, onun kurumlarıyla imzalamış olduğu anlaşmalar çerçevesinde taahhütlerini yerine getiren, güvenilir bir ülke durumuna gelmeliyiz. İşte o zaman, hem insan hak ve özgürlükleri alanında hem de ekonomik alanda kalkınan ve ilerleyen ülke durumuna gelebiliriz.
Bölge ülkeleri ile yeniden iyi ve barışçı ilişkilere geri döner, bölgede yeniden yapıcı lider bir ülke rolü oynayabiliriz.
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı içinde olan partiler bu perspektife uzak bir siyasi programa sahip olmadıkları gibi kurulacak hükümet ve meclis grupları da bu sürece destek olacaklardır.
Yine meclise güçlü bir şekilde girmesi beklenen Emek ve Özgürlük İttifakı partilerinin, bu yeni dönemde, özgürlükçü demokrasiyi kazanmak için sorumlu ve yoğun bir siyasi çaba içinde olacağından kimsenin şüphesi bulunmamaktadır.
Amaç, dünyada ve bölgemizde devlet olarak itibarı iki paralık edilmiş, halkı fakirleşen, demokrasi ve hukuk dışı bir siyasi rejime sahip olan Türkiye’yi hiç layık olmadığı bu durumdan çıkarmak, hak ettiği yere, yani saygın bir ülke durumuna getirmektir.
Amacımız, tüm toplumsal ve siyasi enerjimizi demokratik cumhuriyet ideali için harcamak ve bu tımarhaneden hep birlikte bir an önce çıkmak olmalıdır.
Mustafa Paçal: Uzun yıllar sendika yöneticiliği yaptı, sol demokrat siyasetin içinde yönetici ve aktivist olarak çalıştı. Çeşitli sivil toplum kuruluşları içinde yer aldı. Farklı gazetelerde köşe yazıları yayınlandı.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***