YORUM | MAHMUT AKPINAR
Türkiye’de 1909’dan bu tarafa devlet üzerinde ittihatçı, ulusalcı, seküler bir derin vesayet vardır. Demokrasiye, siyaset kurumuna darbe yapan, muhtıra veren, ordu ve yargı üzerinden balans ayarları veren bu zihniyettir.
Ulusalcı, ittihatçı vesayet bürokraside, yargıda, TSK’de hep etkili olsa da nüfusun yüzde birine bile tekabül etmez. Toplumsal desteğini Kemalist tabandan, ulusal sol ve sağ kesimlerden alır, onları dolgu malzemesi olarak kullanır. Vesayetçi, seçkinci kadrolar yıllarca ülkeye Kemalizm üzerinden ayar verdiler. “İrtica” yaygarasıyla, “İran olacağız!” söylemiyle korku saldı, operasyon yaptılar. Geldiğimiz noktada İran rejimiyle kuzu sarmasılar.
100 yıldır etkin, millicilik taslayan bu yapı maalesef gücünü hep millete karşı kullandı. Başına “milli” sıfatı koydukları kurumlarla öncelikle millete operasyon yaptı, halkı fişledi, gerektiğinde ezdi, sindirdiler. Milletin iradesine, demokratik değerlere, hukuka ve adalete asla saygı duymadılar. Halkı “sürü” kendilerini “efendi” gördüler.
1980’lerden sonra bu kesimin derin operasyonlarına, irtica manipülasyonları, fişleme çabalarına, tasfiye planlarına cemaat engel oldu. Zira cemaat beyaz Türklerin ancak çoban ve hizmetçi olarak görmeye tahammül ettiği kesimlerin çocuklarını kırsaldan, varoşlardan alıp eğitiyor, hayatın her alanında etkin kılıyordu. İşte bu Anadolu çocukları son 30-40 yılda derin ittihatçı operasyonları deşifre etti, kurulu düzenlerine çomak soktu. Bu nedenle “baş düşman” ve hedef oldu. Kendi ifadeleriyle 28 Şubat’ı öncelikle cemaate karşı planladılar. Zira toplumsal mühendislik çalışmalarını, psikolojik harekat planlarını ifşa edip, başarısız kılıyorlardı. 28 Şubat‘tan arzuladıkları sonuçları alamamalarının sebebi buydu. Defoları yoktu, başarılıydılar ve vesayetçi kesimlere teslim olmuyorlardı. Bunlar Ergenekoncuların oyunlarını bozuyordu. Bürokraside, medyada, sosyal hayatta demokrasinin garantisi, sigortasıydılar. Hedef alınmasının en temel sebebi de bu oldu zaten.
Vesayetçi zihniyetin oyunları deşifre olduğu, halk tepki verdiği için 28 Şubat’ta arzu ettikleri zararı veremediler. Ama 1000 yıl sürecek diye meydan okudular. Cemaatin hayattan ve kamu kurumlarından seküler iktidarlar eliyle sökülüp atılmasının halkta dirence sebep olduğunu gördü ve strateji değiştirdiler. Cemaati ancak dindar zarfında, dini söyleme sahip birilerinin bitirilebileceğine kanaat getirdiler.
Bu amaca matuf, Erdoğan’la baştan anlaşıldığı yönünde Ali Bulaç, Abdürrahim Karslı ve Erol Mütercimler’in teyit ettiği tez var. Kanaatimce bu yöndeki kararlılık ve çaba Erdoğan-Büyükanıt arasında Dolmabahçe’de Mayıs 2007’de yapılan sır görüşmeden sonra hızlandı. Erdoğan önce partide, sonra ülkede tek adam haline getirildi. Medyayı, bürokrasiyi yargıyı mutlak kontrol edebileceği adımlar attı. 2015 Haziran seçimlerinde seçimi kaybettiği halde “Cemaati bitirme!” misyonu gerçekleşmediği için Baykal’dan Bahçeli’ye herkes seferber oldu ve düşmüş, kaybetmiş Erdoğan’ı tutup kaldırdılar.
Erdoğan’a ve Ergenekon’a Allah’ın lütfu olan 15 Temmuz ile Cemaati tasfiye ettiler. Ergenekon açısından Erdoğan’ın temel misyonu bitmişti. Ama Erdoğan kendi derin, karanlık yapılarını kurma çabasındaydı ve epeyce mesafe almıştı. Ergenekon Erdoğan’ı da tasfiye etmek için onun siyaseten zayıflamasını, halk desteğini kaybetmesini bekleyecekti. Son yıllarda sosyolojik desteğini yitirdi, halkta bıkkınlık ve yılgınlık var.
Kanaatimce Sedat Peker’in ve son dönemde Muhammed Yakut’un çıkışı AKP’deki erozyonu artırmaya, Erdoğan’ın gidişini hızlandırmaya yönelik Ergenekon operasyonları. Bir açıdan Erdoğan sonrasına dair dizayn çabaları, alan mücadelesi. Sedat Peker, Veli Küçük’ün yetiştirdiği nitelikli bir etki elemanı, suç makinesi. Manipülasyon aracı olduğunu Peker kendisi itiraf etti: “kanlarında duş alacağız, bayrak direklerine asacağız!” ifadesini “o dönem toplumda korku atmosferi oluşturmak için söyledim” dedi. Peker o zaman Ergenekon için Erdoğan’ın yanında savaşıyordu. Erdoğan’ın güçlü olması ve Cemaati bitirmesi gerekiyordu. Cemaat tasfiye edildi, Erdoğan’ın misyonu bitti. Erdoğan’ın kalması için gerekçe kalmadı. Ayrıca toplumsal desteğini epeyce kaybetti, sorgulanır hale geldi. Şimdilerde pek çok odak, kesim Erdoğan sonrası kurulacak Türkiye üzerine odaklanıyor ve oyun planını ona göre kuruyor.
Çok kimse Erdoğan gidince demokrasi, hukuk, parlamenter sistem gelecek diye ümitli. Bundan çok emin olmamak lazım. Erdoğan gitse dahi gelenlerin yürüyüşünü görmek, demokrasi, hukuk, insan hakları, çoğulculuk konularında yeni iktidarı denetlemek gerekiyor. Halkta bu denetimi yapacak yeterli demokratik bilinç ve kültür yok. Lakin bazen yaşanan felaketler toplumlar için öğretici olur. Ümit ederiz ki son 10 yılda yaşananlar toplumda demokratik bilinci güçlendirmiştir.
14 Mayıs sonrası nasıl bir Türkiye ile karşılaşabiliriz?
Bu konuda başlıca üç ihtimal var:
- En kötü ihtimal, Erdoğan’ın tekrar kazanması. Eğer Erdoğan bir şekilde seçimi çalarsa Türkiye, kırıntısı olan hukuk ve demokrasiyi de kaybeder, mutlak diktatörlüğe dönüşür. Bu durumda demokrasinin, hukukun, adaletin ruhuna fatiha okumak gerekir. Türkiye İran’ın sünni versiyonu olur.
- İkinci kötü ihtimal: İYİ Parti ve CHP içindeki Ergenekoncu damarların etkin hale gelip iktidar üzerinde vesayet kurup Türkiye’yi eski karanlık dönemlere çekmeleri. Ergenekoncuların operasyonel kabiliyeti, manipülasyon becerisi Erdoğan’dan çok daha fazla ve sofistikedir. Erdoğan da kendisini geliştirdi ama Ergenekon’da 110 yıllık tecrübe var. İYİ Parti ve CHP üzerinden kendilerine alan açmaya çalışacaklardır. Ordu, yargı, bürokrasi ve medyadaki elemanlarını aktive edip alana süreceklerdir. “İrtica” söylemlerinin yeniden hortladığını, yeniden katı laikçi söylemlere yönelindiğini görebiliriz. Ellerine fırsat geçerse Erdoğan’dan acımasız olabilirler. Erdoğan milyonlara zulmetti ama toplu katliam yapmadı. Ergenekoncu paşalar “Türkiye’den 10-15 milyon eksilse bir şey olmaz” demişlerdi. Öte yandan artık Ergenekoncuları durdurabilecek, planlarını bozacak kadrolar da yok.
- Üçüncü ihtimal: Millet İttifakının iktidara gelmesi ve bütün demokrat, hukukun üstünlüğüne inanan insanların (Alevi/Sünni, Türk/Kürt, dindar/seküler) çoğulcu bir demokrasi için ısrar ve mücadele etmeleridir. Bunca yaşananadan sonra herhangi bir kesimin devleti domine etmesine, vesayet kurmasına müsaade edilmemesidir. Bu noktada Millet İttifakının zayıf noktası İYİ Parti ve CHP içindeki Ergenekoncu kadrolardır. Kılıçdaroğlu bunlarla epeyce mücadele etti ve tasfiye etmeye çalıştı ama İYİ Parti içinde bu kadrolar oldukça etkin ve baskın. Akşener’in masayı devirmesinde bunların etkili olduğu biliniyor. Bu kesimin hayali ülkeyi 1930’lara döndürmek.
Millet İttifakı seçilirse Norveç olmayacağız. Demokratların gerçek bir demokrasi inşası için iktidarı denetlemesi gerekecek.
Kötünün kötüsü ihtimal ise seçimi kaybeden Erdoğan cenahının koltuktan kalkmamak için ülkeyi ateşe vermesidir. Bu nedenle 14 Mayıs akşamı çok önemli. Muhalefet sandığa ve seçmen iradesine sahip çıkmakla kalmamalı, en hızlı şekilde sonuçları halka ilan edip oldu bittilere, karmaşaya fırsat vermemelidir. Seçim gecesi çıkacak kaos ve kargaşanın iç savaşa dönüşme potansiyeli yok değil.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***