Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Muhammet Yakut meselesi

Muhammet Yakut meselesi


YORUM | M. NEDİM HAZAR

Gazeteci olmanın en çok karşılaşılan neticelerinden biri, “Sen gazetecisin bilirsin?” denilerek gök kubbe altındaki her bir şey hakkında soruya muhatap olmaktır. 

Bir süredir ülke kamuoyunu meşgul eden ve adeta ortalığı toza dumana katan “Deliler delisi” isimli Muhammet Yakut meselesine girmek niyetinde hiç değildim. 

Şöyle diyeyim:

Biz Sedat Peker’i mafya, organize suç örgütü lideri filan diyerek dediklerine mesafeli dururken, Yakut’un neredeyse hiçbir şey anlatmadığı, bol bol küfürlerle süsleyerek milletin üzerine boca ettiği şeylerin ciddiye alınır bir tarafı olmadığını düşünüyordum. 

Yanlış anlaşılmasın, bazı meslektaşlarım gibi “Aslında sarayın adamı, ekonomik meseleleri unutturmak için magazin konuşuyor” demek istemiyorum elbette. 

Bunun simetrisi olan “Peker’den sonuç alamayan derin devlet şimdi de bunu cepheye sürdü” tezine de çok katılmıyorum. 

Ancak…

Mesele düşük profilli bir yer altı kabadayısının atıp tutmaları şeklinde izah edilecek kadar basit de değil. 

Yani bence…

Meseleyi daha basite indirgersek, anlaşılmasının daha kolay olacağını düşünüyorum.

Bu sebeple zamanda biraz geri gitmemiz gerekiyor. 

Çok değil, 20 yıl filan. 

Bugünlerde hepsi şirinlik muskası olarak lanse edilen Ergenekoncu tayfanın, ille de Gülen cemaati olmak üzere ülkedeki tüm dindar kesimleri kendilerine birinci derecede düşman ilan ettikleri dönem. 

“Hepsini stadyumlara dolduracağız, çoluk çocuk acımayacağız, ağaç kabuğu kemirteceğiz, kazığa oturtacağız” diye estikleri vakit. 

“Gülen ve AKP’yi bitirme planı”nın karanlık odalarda konuşulduğu günler. 

Tayyip Erdoğan, 28 Şubat süreciyle beraber ulusalcıların kurdukları kirli rant düzenini bozacak adımlar atmaya başlamıştı. 

Bugünü ta o zamandan mı planladı, yoksa gelişen şartlar mı Erdoğan’ı zalim bir canavara dönüştürdü, emin değilim. 

Tayyip Erdoğan’ın karakter, yetenek ve zekâ olarak o kadar uzun menzilli plan yapabileceğine hiçbir zaman inanmadım, inanamadım. 

Okeye dördüncü olabilecek çapta birinin bir ülkeyi nasıl böyle esir aldığına hala aklım ermiyor ya neyse. 

Günah ve suç enteresan bir sosyoloji ile gelişir. 

Her günah bir büyüğünü, her suç daha kötüsünü beraberinde getirir. 

Leke bir kez bulaştı mı insan ruhuna, gittikçe yayılır ve sonunda tüm her yeri kaplar!

Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde başladığı “ufaktan aşırmalar”ın giderek kurumsal bir yapıya büründüğünü muhtemelen AK Parti kurucu ekibi tam olarak bilmiyordu. 

Elbette “Yüzde on” gibi dillere düşmüş bir kötü namı vardı Erdoğan’ın ama kurucu kadroya baktığımızda aslında en çapsız ve yeteneksizin Erdoğan olduğunu görmek, onun baskın renk olamayacağı ihtimalini akla getirdiği için kimse karamsar olmadı sanırım.

Sonra işlenen günahlar ve suçlar birer birer büyüdü. 

Hırsızlık o kadar büyüdü ki, en başta yakın çevresi rahatsızlık duydu. 

Ve birer ikişer saf dışı bıraktı Erdoğan kendi arkadaşlarını. 

Abdüllatif Şener ile başlayıp en son Mustafa Yeneroğlu’na uzanan son derece zengin bir liste oluştu. 

Bugün geriye bakıldığında Ak Parti’nin kurucu kadrosundan Erdoğan dışında neredeyse hiç kimsenin kalmadığını görüyoruz. 

Sizi bilmem ama ben Binali Yıldırım’ın başına bu kadar çok trafik kazası gelmesini bile başka türlü yorumluyorum. 

Hele hele 15 Temmuz akşamı yaşadıklarını öğrendikten sonra. 

Ve ille de Hakan Fidan’ı şikayet etmek için saraya gittiğinde, “O işleri karıştırma” diye azar işitmesini okuduktan sonra. 

Neyse uzatmayacağım. 

Büyüyen günahlar, artık çuvala sığmayan mızraklara dönüştü. 

Suçlar adeta kartopu gibi büyüye büyüye öyle bir noktaya geldi ki, Erdoğan suçüstü yakalandığı 17-25 operasyonlarından sonra, bir canavarı özgür bıraktı. 

Kendine göre başka çaresi yoktu. 

Ergenekoncularla işbirliği yaparak cemaati dümdüz edebilmek adına ülkenin tüm dikişlerini attırdı.

Aslında bu işbirliği karşılıklı çıkar işbirliğiydi. 

Ortaklığın iki tarafı da “önce cemaati halledelim, bunları halletmek çok kolay olur” düşüncesindeydi. 

Erdoğan TSK’yı, emniyeti, adaleti, medyayı, kısacası tüm devleti birer birer bitirdi. 

Ve 15 Temmuz ile ülkenin tabutuna son çiviyi de çaktı. 

Nihal Olçok “mıy mıy” edip geveliyor ama Erol Olçok’un sniper ateşiyle katledilmesinin bile bir tür hesaplaşma olduğunu düşünüyorum.

Ülke yaklaşık 10 yıldır iki ortaklı…

Bir yanda Ergenekon ya da ulusalcı veya Avrasyacı klik. 

Diğer yanda siyasal İslamcı kimliğiyle ön plana çıkan Tayyip Erdoğan ve tarihin en büyük talancı kavmi. 

Ortak düşmana operasyonu büyük bir başarıyla yaptılar. 

CHP’sinden HDP’sine kadar tüm siyaset bu tuzağa düştü, Erdoğan’ın hikayesine hizmet etti. 

Kılıçdaroğlu’nun en büyük günahlarından biri Yenikapı’ya katılıp ülkenin diktaya gidişine payanda olmasıydı. 

Derken derken, her iki tarafın da istediği olmadı. 

Erdoğan nispeten kendi rejimini konsolide etti ama Ulusalcılar da hemen pes etmedi. 

Sedat Peker olayına bu çerçeveden baktım ben. 

Yalnız burada önemli bir noktayı kaydetmek isterim. 

Bu tür durumlarda hiçbir eleman bilinçli ve kör göze parmağım şeklinde kullanılmaz. 

Ortam hazırlanır ve eleman kendi özgür iradesiyle bunları yaptığına inanır. 

Sedat Peker için de böyleydi. 

Saray rejimi sonunda Peker’i susturmayı bildi. 

Karşı tarafın yeni hamleye ihtiyacı vardı. 

Kimsenin kimseyi yönlendirmesine, kışkırtmasına filan gerek yok. 

Bir mağduriyet oluşturup, belgelerle desteklerseniz kişi kendi özgür iradesiyle ve intikam aşkıyla yapacağını yapar.

Muhammet Yakut belki kendisini yönlendirenlerden haberdar bile değil. 

O, 5 milyon dolar zarara uğratılmanın verdiği öfkeyle esip gürlüyor. 

Ergenekon tayfası ise son kozunu oynuyor artık. 

Erdoğan’ı doğrudan yıkacak olan tek konu: 15 Temmuz. 

Serdar Akinan’ın akıllara ziyan analizini önemsemeyin, sallıyor. 

O helikopterde IŞİD’çiler filan yoktu. Tam tersi Tanrıverdi ve ulusalcı şebekenin keskin nişancıları vardı. 

Bu işin açıkça söylenmesi Erdoğan rejiminin üzerine koyduğu tüm sistemi yerle bir edebilir. 

Yakut, muhtemelen tüm bunların farkında bile değil. 

15 Temmuz’a takılmasının sebebi ise, o noktaya değindiği an büyük reaksiyon alması. 

Sebebinin hakkında hiçbir fikrinin olmadığından eminim. Bin türlü mevzunun üzerinden geçerken, kazara dokunduğu bir tuşun muhatabını zıplattığını görünce o tuşların etrafında gezinmeye başladı. 

Hangi taraf kazanır, bir fikrim yok…

Erdoğan hain de ilan edilebilir, Ergenekoncular da dahil, büyük bir kanlı planla kendi rejimini tamamen oluşturur ve demokrasiye ülke olarak elveda denir. 

Bilmiyorum hangisi olur. 

Acı olansa şu:

Her iki senaryo da maalesef karanlık bir tünele çıkıyor!

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version