Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İnsan yiyen canavar

İnsan yiyen canavar


1915 Ermeni Soykırımı ve sonrasında Türk devletinin sönümlenmeyen yok etme güdüsü

YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN

Geçmişleriyle nesnel ve açık yüreklilikle hesaplaşamayan topluluklar gelişemezi ilerleyemez, daha iyi işleyen politik sistemler kuramaz ve hepsinden daha önemlisi, geçmişte yaptıkları hatalardan ders almadıkları için aynı yanlışları tekrarlarlar. Türkiye böyle bir toplum maalesef ve bunun suçunu sadece devlette veya hükümetlerde aramamak gerekiyor. Özellikle içinde yaşadığımız yüzyılda bilgi herkesi elinin altında, bilgisayar ekranıyla bir tık arasında, ulaşılması gayet kolay bir yerde aslında. Hani 1970’lerdeki veya 1980’lerdeki gibi birilerinin tekelinde ya da bir kütüphanenin tozlu ve kimsenin uğramadığı raflarında değil! Bugün insanlar bilmiyorlarsa, bu bilmeyi istemediklerindendir. Ben buna sanal olarak kafanın devamlı kumda gömülü tutulması diyorum. 

Ermeni Soykırımı 1915’te meydana geldi. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı milyonlarca Ermeni, sadece kimliklerinden dolayı hedef haline getirildi, devlet gücüyle göçe zorlandı, toplu olarak katledildi, işkenceye, kötü muameleye, tecavüze, gaspa uğratıldı. Bu yaşananlar her bakımdan uluslararası soykırım koşullarına tekabül ediyor. Sadece Türkiye’nin yarım ağızla kabul ettiği zorunlu göç olgusu bile soykırımdır. Bir yerli halkın binlerce yıldır yaşadıkları öz yurtlarından topluca koparılıp uzak diyarlara sürülmesi ve etnik homojenleştirici bir politika, tümüyle soykırımdır. Fakat Ermeni soykırımı sadece zorunlu göçten ibaret değil. Toplu katliamlar, göç koşullarından kaynaklı ölümler, yolda çetelerin saldırısına maruz kalan insanların çektikleri eziyetler, tecavüzler, tüm vatandaşlık haklarından mahrum edilerek tümüyle katillerin inisiyatifine terk edilen insanların başına gelen her şey, o dönemki Osmanlı hükümetinin sorumluluğu altındadır. Dahası, Ermenilere yönelik bu dehşet verici politikanın mimarları, ideolojik ve reel politik nedenlerle Ermenilerden arındırılmış bir Türkiye kurma gayretindeydiler. 1900’lerin ikinci on yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun gerek iç gerekse dış politikasını belirleyici olarak etkileyen ideoloji, Osmanlıcılık veya İslamcılık değildi, (Pan)Türkçü ideolojiydi. İttihatçı elitlerin çok büyük bir çoğunluğu devletin kozmopolit ve çok kültürlü bir yapıdan mono-etnik bir yapıya dönüştürülmesini doğru buluyordu. İmparatorluk topraklarının homojenleştirilmesi için Türkleştirmeye ağırlık verdiler. 

Ermeniler ve Rumlar, bu dönemde halen birçok bölgede çoğunluğu veya hatırı sayılır bir nüfusu oluşturuyordu. Dahası, Türkçeyi anadil olarak konuşmayan Müslümanlar (Anadolu’da Kürtler ve diğer azınlıklar), Ortadoğu’da Araplar, Kürtler ve Süryaniler, Balkanlarda Arnavutlar ve Boşnaklar, bazı bölgelerde Kafkas Müslüman halkları (Çerkezler, Dağıstanlılar, Çeçenler) vardı. Türkleştirme bunları kapsarken, Hristiyan nüfusun tümden sınırların dışına itilmesi veya “imhası” genel politik yaklaşımın merkezini oluşturacaktı. 

Ermeniler ve Rumlardan kurtulmak için bahaneler gerekiyordu. Osmanlı-Rus savaşı bu bahaneyi altın tepsi içinde sundu. Rus güçleriyle işbirliği yapan Ermeni çetelerin Ermeni nüfusunun yüzde kaçını temsil ettiği veya oluşturduğu ile kimse ilgilenmedi. Ya da Doğu Anadolu’da olan bu olayların karşısında neden Batı Anadolu’daki ya da Orta Anadolu’daki Ermeniler de zorunlu göçe tabi tutuldu, sorgulanmadı. Ermenilerin başına gelenleri sorgulamamak genel geçer yaklaşım oldu. Bu kuralı ihlal edenler tecrit edildi veya dışlandı. Başlarına gelmeyen kalmadı. 

Ermeniler nereye gittiler? Milyonlarca Ermeni’nin yaşadığı Anadolu’da nasıl oldu da bir anda Ermeniler yok oluverdi? Kimse ilgilenmedi. 

Ermenilerin başına gelenlerle ilgilendirtmedikleri kadar, “kötü Ermeni” algısı oluşturmak için ellerinden geleni yaptılar. Ermeni adeta bir küfür halini aldı. “Af edersin Ermeni” söylemiyle vücut bulan bir nefret objesi oldu Ermeniler. 

Aile geçmişini araştıran birçok Türkofon, aile ağacında Ermeni nenelere rastlasa da, çoğunlukla toz kondurmamaya gayret ediyor ve başını öteki tarafa çevirmeyi seçiyordu. Bunların yanında Türk ailelere evlatlık verilen (veya cariye gibi muamele gören ve sürekli tacize uğrayan) Ermeniler ve onların soyundan gelen Türkleşmiş bireyler de zaman zaman medyada yer buluyordu. Dahası Türkiye’de tutunabilmek için mecburen Ermeni veya Rum kimliğini gizlemek zorunda kalmış binlerce insan olduğunu öğrenecektik. Ünlülerinin adını duyabilirdiniz, tanınmayanlarıysa öyle arada ölüp giderlerdi, arkasında bir avuç gözü yaşlı aile bireyi bırakarak. Soyadlarını veya adlarını değiştirenler, vaftiz gibi veya cenaze törenleri gibi dinlerinin gereğini yapamayan, hatta Müslüman gibi davranmak zorunda kalıp Cuma namazlarına falan giden Ermeniler, yaşadıkları baskıları ve zulümleri anlattıklarında ülkedeki “solcu” ve “ilerici” okuryazar kitle de dâhil bin bir dereden sular getirdiler. Toplumun beyni öyle bir yıkanmıştı ki, insanlar çıkıp “bu insanlara yapılan resmen kepazelik” veya “senin derdin bizim de derdimizdir kardeşim” diyemiyordu. Ermeniler atalarının başlarına gelen korkunç soykırımı bile dillendiremiyor, öyle sessizce, belki ucundan kendilerine o dönem yardım etmiş kaymakamları, askerleri falan överek, ancak satır aralarından soykırıma göndermede bulunabiliyorlardı. 

***

Türkiye ne zaman medenileşecek? Ne zaman ilerleyecek? Ne zaman demokratikleşecek? Ne zaman insanı merkezine koyan bir siyasal sistemi inşa edebilecek? 

Türkiye ne zaman Türk-üstünlükçü ırkçılığı tümüyle dışlayacak? Ne zaman kimlik siyasetini terk edecek? Ne zaman ırka veya etnisiteye değil, coğrafyaya, toprağa, üzerinde yaşanan vatana atıfta bulunan, insan hakları ve demokratik normlar ve değerler merkezli bir civic bir kimlik geliştirebilecek? 

Türkiye ne zaman Ermeni soykırımını, Rum soykırımını, Süryani soykırımını, Alevi katliamını, 6/7 Eylül Pogromunu, Varlık Vergisi’ni açıkça kabullenip “hata yapmışız” diyecek, özür dileyecek, mağdurlara veya ardından gelenlere tazminat ödeyecek? 

Türkiye ne zaman tarihine etnik/ırki bir pencereden yaklaşmayı terk edecek? Ne zaman birilerden fethettiği topraklar üzerinden bir üstünlükçü ve fetihçi jargonu kullanmayı bırakacak? Ne zaman “biz bu toprakların yerlileriyiz, Anadolu’nun yerlilerinin torunlarıyız” diyebilme büyüklüğünü ve aklını ortaya koyacak? 

***

Bakın milyonlarca insana zulmedildi 1915’te ve ardından gelen yıllarda. İnsanlar canlarından oldu. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, erkekler – memleketten kardeşlerinizdi, öldüler! Onlardan kalan evlere, işlere, altınlara, hayvanlara, mala-mülke çöktüler. Kız çocuklarını iyi olanlar evlat edindi, birçokları cariye yaptı veya evlendi. Bu insanlar anne-babalarını öldürenlerin koynuna girmeye zorlandılar. Dilleriyle, dinleriyle, kültürleriyle irtibatları baltalandı. Sustular, susturuldular. Bu suskunlukları esnasında sessizce öldüler. Adları nüfus kütüklerinin birinde ya Ayşe, ya Fatma, öylece duruyor. Çocukları annelerinin, torunlar anneanne ve babaannelerinin Türkçe konuşurkenki aksanını, kullandıkları bazı değişik kelimeleri falan hatırlıyorlar. 

Bu arada devletin ders kitapları 100 yıldır olanların olmadığını size anlatıp duruyor. Dünyanın bir ucunda, soykırımdan bir şekilde kurtulmuş olanları, gittikleri yerlerde yaşadıklarını, gördüklerini, tanık olduklarını anlattı, bunlar kayıt altına alındı. Bu bilgiler ve belgeler, fotoğraflar, yazışmalar, tanık ifadeleri, yabancı devlet raporları ve birçok başka belge ve bilgi, tarih çalışmalarına, biyografilere, romanlara, belgesellere, filmlere konu oldu, olmaya da devam ediyor. Buna karşılık Türkiye sadece Osmanlı arşivlerini açtığı bilgisini yayıp duruyor. Bazen zorunlu göçü, bazen “mukatele tezini” savunuyor. Çoğu zaman tutarsızca “atalarımız hiçbir zaman böyle bir şey yapmadı!” veya “Türkler soykırım yapmaz!” falan diyor. Ama bunlar aynı ABD’ye veya Avrupa ülkelerine çuvallarca “FETÖ” belgesi göndermek kadar ciddi çalışmalar! Devlet aynı devlettir! 

Bu devletin genlerinde soykırımcılık var. Daha eskilere giderseniz, köle pazarlarında satılan gayrimüslim kızların cariye oluşunu, devşirilen Rum, Sırp, Bulgar çocuklarının ve annelerinin feryatlarını bulacaksınız. Yağma, gasp, tecavüz, zorla din değiştirme, yerinden yurdundan etme gibi olgularla övünülmesi gerektiğine şartlandırılan nesiller, bugün Ermenilerin 1915’te başına gelenlere kayıtsız kalınca şaşırıyor musunuz sahi siz? Tarihiyle hiçbir zaman eleştirel ve insani değerler bazında hesaplaşmamış bir toplumun başka türlü davranması düşünülebilir mi? Bugün eleştirilen, diktatörleşen, zalimleşen yöneticilerin bu toplumdan çıktığına bir anomali olarak bakma saflığından ne zaman vazgeçeceksiniz? 

***

Almanya’nın NAZİ’lerden ve NAZİ ideolojisinden arındırılması en çok Alman halkının yararına oldu. Türkiye’de arınmaya bir kez de bu açıdan bakmanızı öneriyorum. Bu karşınızdaki ceberut devletin tek kurbanı siz misiniz zannediyorsunuz? Bu yazıda çok giremedim, ama sadece Kürtlerin 1980’lerden bu yana başlarına gelenlere bakmanız bile yetmeli, sağlıklı ve nesnel bir değerlendirmede bulunmak için. Bu devletin davranışında bir örüntü görmüyor musunuz? Bu yapılanların sürekliliği tesadüf olabilir mi? 

Ermenilerin hakkına hukukuna sahip çıktığınızda, kendi hakkınıza ve hukukunuza da sahip çıkmış olacaksınız. Hiç kimse bu iş kolay olacak demiyor. Tamirata kendinizden başlamadıkça, kolektif düzelme asla gerçekleşmeyecek. Samimiyetle, içtenlikle, tüm kalbinizle o yollarda sefil-perişan olan gariban Ermenilerin acısını hissetmediğiniz sürece, ne manevi olarak ve de nesnel olarak (başka insanların nazarında) bir inandırıcılığınız olmayacak. Yapı söküm başlamadan bu devleti adam edemeyeceksiniz. Canavar insan yiyor. Onun kimi yediğine kimi yemediğine odaklandığınız sürece, o canavarın kurbanı olmaktan kurtulamayacaksınız. 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version