Şiir atına kanat olan şairle yük olanı birbirinden ayırmak gerekir. İlki için “şair” tanımını kullanmak mümkünken ikinciler için “şiir yazarı” demek daha doğru olacaktır. Modern Türkçe şiirde her iki gruptan da çokça sayıda örnek bulmak mümkün.
Örneğin sesi, sözcüğü, imgeyi şiirin temel birimi olarak işleyen ve dilden bir başka dil yaratan çaba ve emek “şaire” aittir. Şiire zekâ ve düşünceyi son derece titiz biçimde incelterek taşıyan çaba ve emek de öyle. “Şiir yazarı” da benzer çabayı, çalışmayı gösterir; emek harcar elbette. Ama “şairin” kendiliğindenliği, doğallığı, “şiir yazarının” yapıtlarında aynı yoğunlukta yoktur. Şiirdeki doğallığın kurgusallıkla çelişen bir durum olarak değerlendirilmemesi gerektiğini düşündüğümüzü de kaydedelim.
Garip dalgasının, yürürlükteki ve ancak etkisini yitirmiş şiir anlayışını tasfiyeye yönelik girişimiyle başlayan yenilik, yalnızca biçimsel boyutta olmamıştır. Şiirin yapısal niteliğinde de büyük ölçüde değişiklik getirmiştir. Şiirde zekâ ve düşünceyi öne çekmesi, çıkarması, sahneyi onlara bırakması gibi. Tüm eleştirilere karşın Garip’in tutunabilmesi, kalıcılaşabilmesi de mizahındaki, muzipliklerindeki düşüncenin akışındaki doğallığı sayesinde olmuştur diyebiliriz. Zamanla doğallığını yitirmiş Garip taklitleri çoğaldıkça, yenilik dalgası da etkisini kaybeder.
Garip şiirinin üç öncü ismi, kurucu şairleri bilinir: Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat ve Orhan Veli. Ancak dalganın etkisinde şiire başlayan ve daha sonraki dönemlerde kendi yollarını çizen başka birçok şair vardır. Metin Eloğlu örneğin… İlk kitabıyla Garip dalgasının içinde yer almakla birlikte yelpazeyi genişletecek potansiyeli yüksek bir isim olduğunun ipuçlarını da verir.
Bugün adı fazla anılmasa da o dönemde etkili olan Orhon Murat Arıburnu’nu da bir başka Garip yelpazesinde yer alan şairlerden biri olarak hatırlatmak gerekir.
Salâh Birsel (14 Kasım 1919-10 Mart 1999) de Garip dalgasının yükselmesinde, bilhassa başlangıcında etkili olmuş şairlerden biridir. Gerçi Turgut Uyar, Salâh Birsel’in Garip dalgasının dışında kaldığını söylüyor. Ancak aradan geçen yıllar ölçüleri de, görüşleri de değiştirebiliyor. Daha nesnel konuşma imkânı sağlayabiliyor. Uyar, hem Garip hem de Salâh Birsel’le ilgili görüşlerini gözden geçirme imkânı olsa büyük ihtimalle başka şeyler söylerdi. Turgut Uyar’ın Kasım 1979’da Elele dergisinde, yayımlanan yazısında Salâh Birsel ve şiiriyle ilgili değerlendirmesi şöyle: “Salâh Birsel, yazınımızda asıl ününü ozan olarak yapmıştır. Gerçekten de aşağı yukarı aynı yıllara rastlamalarına karşın, Orhan Veli hareketinden etkilenmeyen incelikli, iğneli, özgün bir şiir kurmuştur. Bugün de Salâh Birsel adı nerede geçerse geçsin, hemen bir ozan gelir akla.”
Uyar sözü Birsel’in deneme türünde de ne kadar başarılı bir yazar olduğuna getiriyor ve diyor ki: “Salâh Birsel, ayrıca son derece yetkin, titiz ve çok geniş açılı bir deneme yazarıdır. Ele aldığı konuları, kökeninden başlayarak şaşılacak ayrıntı, örnek ve gözlemlerle geliştirir. Bu ayrıntıları, alıntıları, nereden, nasıl bulduğuna ve konusu etrafında nasıl bütünlediğine akıl erdiremezsiniz. Örneğin, Nâzım’ın, Ahmet Haşim’in, Necatigil’in şiirlerinden, Tevfik Fikret’in Aşiyan’ından söz edeceği bir yazıya, Roma imparatoru Neron ve Asya Prokonsül’ü Vetus’la başlar. Salâh Birsel’in bizce en önemli özelliği, şiirleri ve deneme yazıları arasındaki kişilik bütünlüğüdür. Şiirlerindeki o ince alaylı iğneleme havasını, denemelerinde de aynı incelik ve ustalıkla sürdürür. Şiirlerinde olduğu gibi, denemelerinde de asık yüzlü değildir. Örneğin kitaba ad veren denemesine şöyle başlar:
Charles Chaplin’in annesi, parasızlıktan davulu yırtılsa da, cumartesi oldu mu. bir penilik şebboy almadan eve gelmezmiş.”
İlk şiiri Aralık 1937’de yayımlanan Salâh Birsel’in ilk kitabıysa “Dünya İşleri” adıyla 1947’de okurla buluşur. Kitaptan bir örnek okuyalım. “Bulut Geçti başlıklı şiir:
Sen şimdi kocanın evinde oturursun
Ve saçların artık eskisi gibi değil
Geceleri yemekten sonra
Çorap söküğü dikersin
Belki de ellerin soğan kokar
Senin kocan bir suratı çirkin adam
Ağzı açık uyur
Ve senin vücudun bozulur çocuk doğurdukça.
Şairin, alıntıladığımız şiirin aile karşıtı düşünceler içerdiği gerekçesiyle yargılanmış olduğunu da ifade edelim.
Salâh Birsel’in sonraki yıllarda yayımlanan şiir kitaplarını da hatırlatalım: “Hacivat’ın Karısı” (1955), “Ases” (1960), “Kikirikname” (1961), “Haydar Haydar” (1972), “Varduman” (1993), “Yalelli” (1994), “İnce Donanma” (1995), “Rumba da Rumba” (1995), “Yaşama Sevinci” (1995), “Çarleston” (1996), “Baş ve Ayak” (1997), “Sevdim Seni Ey İnsan” (1997) ve “Nardenk” (1998)
KURTULMUŞ ŞİİR BAHÇESİ
Turgut Uyar’ın yazısında değindiği ve alıntıladığımız bölümde de adı geçen “Kurutulmuş Felsefe Bahçesi”, şairin 1979’da yayımlanan deneme kitabıdır. Bu adlandırmayı biraz değiştirerek onun şiirleri, şiir toplamı için “kurtulmuş şiir bahçesi” tanımını yapacağız. Çünkü Birsel’in dilinde, kurtulmuşluk olarak tanımayabileceğimiz bir “kazanılmış özgürlük” söz konusudur. Bunu dilin; kalıplardan, kurallardan, alışkanlıklardan, söyleyiş konformizminin sağladığı rahatlığın verdiği rehavetten kurtulmuşluk ya da kurtarılmışlıkla kullanımına bağlayarak açıklayabiliriz.
Onun şiirde zekâya, düşünceye herhangi bir bastırmaya gitmeden ve olabildiğince incelikli ve yergici biçimde yer vermesi en bilinen özelliği olmuştur. Salâh Birsel’den bir şiir daha aktaralım. Okuyacağımız şiirin başlığı “Şiirler Şiiri”:
Yazdığım şiirler içinde benim
Bir tanesi öyle içten, öyle güzel
Jale mutlak siz de beğenirsiniz
Bir yeri var hele bütün yazılanlara bedel.
Sizsiniz Jale o satırlarda adı geçen
Beyhan sizsiniz, Güzin siz
Siz eskiden benim şiirlerime
Hep birden girerdiniz.
Siz ki keskin kokuydunuz dünyadan
Yeşildiniz parlaktınız tizdiniz
Siz aşkın kuvvetiydiniz
On sekizinde ve baharda.
Öncülerinin bile Garip dalgasından hızla uzaklaştığı ellili yılların ikinci yarısından itibaren o da başka bir şiire yönelir. Daha doğrusu şiirini güncellemenin ve geliştirmenin arayışına girer. Çünkü artık gündemde İkinciyeni şiiri ve dalgası vardır. Yeninin baskısını hissetmeyen şairin gelişmesi mümkün değil. Şöyle de diyebiliriz: Şair olup da yeniden etkilenmeyen yoktur. Bu etkilenmeyi aşmanın arayışına girmeyen şairse şair olarak kalamaz, kalamamıştır.
Salâh Birsel, yalnızca İkinciyeni dalgası karşısında değil, sonraki dönemlerde de şiirini güncellemeyi sağlayabilmiştir. Can Yücel, Metin Eloğlu gibi isimlerin yanı sıra Salâh Birsel de modern Türkçe şiirde yerginin, mizahın yıldızını parlatan ve düşünce, zekâ, ironi şeridinin açık kalmasını sağlayan şairlerden biri olarak hâlâ önemini ve güncelliğini korumaktadır.
Refik Durbaş’ın “yüzü bir şiirin yüzü” dediği Salâh Birsel’i, modern Türkçe şiirde “yerginin sarı kanatlı şiir atı” olarak saygıyla selamlıyoruz.
Şairin son dönem şiirlerinden, Behçet Necatigil ödülünü de aldığı kitabı “Varduman”da yer alan “Eski Leyla” başlıklı şiirden iki betik sunalım:
Şiire kalktınız mı hiç telgraf direklerinde
Biraz daha üzgün biraz daha karanfil
Ellerimi koşturup KÜLTÜR-PARK’ta
Ya ki gelsin ya ki gelmesin
Güvercinlerin dellosu idim
Bir yüreğimi kopardım üç turunç
Eski Leyla onların içinde
Olacak şey değil heykeller
Eğer kalabalık eğer teklik
Topuyla kimsesizdim
Onunla, onun şairliğiyle ilgili son sözü Edip Cansever söylesin:
“Şu özelliğini hemen belirtmek isterim ki mizah, yergi, ince alay, taşlama, humour öğelerine karşın, bir sis gibi, güz bahçelerinde, yol kenarlarında yakılan yaprakların yavaştan tüten dumanları gibi bir hüzün, hatta zaman zaman bir üzünçlülük tüter şiirlerinde. Gizem, büyü ya da tersine, bir sert söyleyiş’le yakalanmış abartılı sese rastlanamaz Salâh Birsel’de. O, nasılsa öyle olmayı, estetik planda dile getiren bir şairdir. Bu yüzden olacak, şiirlerinde sanki’lere, gibi’lere pek yer vermediği dikkatten kaçmaz.”
GEÇMİŞE GÜZELLEMENİN TİPİK ÖRNEĞİ
Geleceği olmayanın ya da gelecek umudu kalmayanın yapacağı geçmişe güzelleme düzmektir denir. Modern Türkçe şiirin kuruluş sürecinde şair olarak yıldızı parlayan Yahya Kemal, şiirde geçmişe güzelleme yapmak konusunda tipik bir örnek oluşturur.
Cumhuriyetin tüm imkânlarından “oburca” yararlanmış bir şair olmasına karşın şiirinin omurgasını, metruk bir bina gibi büyük bir gürültüyle çöken Osmanlı’ya övgünden, güzellemeden oluşturmuştur. Üstelik de bunu, kuruluşunu Osmanlı’nın çöküşünden kalan enkazı küreyip eski düzeni tasfiyeye dayandıran cumhuriyetin sağladığı imkânları sonuna kadar kullanmaktan da sakınmadan yapmıştır. Ne yaman çelişki değil mi? Kısaca Yahya Kemal, şairliğini ve şiirini, en küçük birimine kadar geçmişin güzellemesine dayandırmış, adamış bir şair olarak almıştır tarihteki yerini. Bu konuda söylenecek çok şey var elbette. Belki başka bir yazıda, daha geniş biçimde değinme imkânımız olur. Sözü geçmişten, geçmişe güzelleme yapmaktan açınca, ister istemez hatırladığımız bir isim oldu Yahya Kemal.
GEÇMİŞ SADECE ZAMAN KİPİ DEĞİL
Girişten de anlaşılacağı üzere geçmişten söz edeceğiz, ama güzelleme amacıyla değil.
Unutmamak, unutturmamak amacını içeren bir yaklaşımla geçmişi anmak başka bir şey. Geçmişten bugüne gelememek, orada takılı kalmaksa çok başka. Hatırlamak, yaşanmışı irdelemek, değişik boyutlarıyla gözden geçirmekle çözümlenmeden, sorgulanmadan geçmiş zamandan bir kesitin ya da dönemin güzellemeyle, övgüyle anlatısını kurmak aynı şey olabilir mi?
Niye mi bu kadar üzerinde durduk geçmiş olarak adlandırılan zaman kipinin? Çünkü geçmiş sadece bir zaman kipi değil.
TÜYAP İZMİR KİTAP FUARI YİRMİ BEŞİNCİ KEZ
Yirmi beşincisi düzenlenen TÜYAP İzmir Kitap Fuarı başladı. Fuarı düzenleyen kuruluş, her yıl İzmir’de de edebiyata, şiire katkısıyla ön plana çıkan bir ismi, onur konuğu olarak seçerek duyuruyor. Bu bağlamda, yirmi beşinci kez düzenlenen TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nın bu yıl onur konuğu olarak şair Veysel Çolak’ın ismi duyuruldu. Fuar programında yer alan bilgiye göre Çolak’ın şairliği, şiiri ve yapıtlarıyla ilgili, ziyaretçilere açık olarak çeşitli etkinlikler gerçekleştirilecek. Bir hafta süresince açık kalacak fuarın programında başka birçok imza günü, söyleşi gibi etkinlik de yer alıyor.
ONİKİEYLÜL KOŞULLARINDA KİTAP FUARI
Özel ve ticari bir kuruluş olan TÜYAP tarafından ilk kitap fuarı Onikieylül koşullarında 1982’de İstanbul’da, Taksim’de düzenlenir. Seksenli yıllar boyunca sonbahar aylarında her yıl yinelenir. Fuar, bu yıllarda ticari bir faaliyet olmaktan çok kültürel etkinlik niteliğindedir. Düzenlenen imza günlerinde, söyleşilerde okurlarla yazarlar buluşur. Ayrıca, ne de olsa kitapların yasaklandığı, toplatıldığı, yakıldığı askeri darbeyle kurulan Onikieylül rejiminin ilk on yılının baskı koşullarında, kitap fuarı düzenlemek okurlar ve ziyaretçiler tarafından yasaklara karşı bir başkaldırı olarak değerlendirilir ve önemsenir. Kitap odaklı kültürel bir etkinlik olarak sembolikleşir.
Taksim’den sonra kapılarını okurlara ve ziyaretçilere bir süre İstanbul Tepebaşı’nda açan TÜYAP kitap fuarı, daha sonra, her şeyden önce, kolay ulaşılabilen yerini kaybeder. İtirazlara ve eleştirilere rağmen şehrin merkezinden çepere sürülen fuarın, kitapla okurun, ziyaretçilerle yazarların, şairlerin buluştuğu bir şenlik olma havası da kalmaz. Bu arada, yıllar içinde başka kuruluşlarca da kitap fuarları düzenlenmeye başlanır. Ama katılım ve etkinlik bakımından en geniş kapsamlı kitap fuarı organizasyonlarını gerçekleştiren TÜYAP olur. O nedenle hem süreklilik kazanmıştır hem de bilinirliği daha fazladır.
ŞENLİK ŞİİRDİR FESTİVAL REKLAM SLOGANI
İkibinli yıllarla birlikte kitap fuarları, başlangıç yıllarındaki içeriğinden de niteliğinden de uzaklaşır. Daha çok ticari kaygıların ön plana çıktığı festival ya da panayır ortamına dönüşür. Yazarların, şairlerin katıldığı etkinlikler de daha çok reklam ve tanıtım kampanyasını andırır niteliğe bürünür.
Şenlikle festivali de ayırmak gerekir. Nedeni şu: Şenlik şiirse festival reklam sloganıdır.
İstanbul’daki TÜYAP kitap fuarının başına gelen İzmir’de de yinelendi. Daha önce Kültürpark’ta düzenlenen fuar, artık şehrin merkezinden, başta ulaşım olmak üzere ziyaretçiyi, kitapseverleri zorlayan birçok yıldırıcı, çelici faktörün ön plana çıktığı bir alana taşınmış durumda. Oysa kitap fuarlarının şehirlerin, hele de büyükşehirlerin kolay ulaşılabilecek alanlarında düzenlenmesi önemlidir. Şehrin hayatına ve gündemine kültürel bir etkinlik olarak ancak bu şekilde katılabilir. Görünen o ki şehirlerin merkezlerinden uzak, çeperlerde düzenlenen kitap fuarları okurların, ziyaretçilerin istenilen düzeyde katılımını sağlamıyor. Hele de İzmir için kültürel birikimine ve kimliğine vurgu yapılan bir şehirde, gerekçesi ne olursa olsun merkezden uzakta bir kitap fuarı, baştan yanlış iliklenmiş bir düğme gibi duruyor.
Kısaca söylemek gerekirse; İzmir ve benzeri şehirler için kitap fuarlarının ticari bir faaliyet değil, şehrin kültür hayatına katılan bir etkinlik olarak düzenlenmesini, bu anlayışın temel alınmasını sağlamak daha önemli görünüyor.
Bir kitapsever, bir okur olarak kitap fuarlarının yeniden şenlik havasında geçen kültürel bir etkinlik olacak biçimde düzenlenmesi temennimizi kaydedelim. Kitap fuarının otomobil ya da mermer fuarı gibi ihtisas fuarları kapsamından ayrı düşünülmesi gerekir. Zaman değişmiş olabilir, ama kitap tezgâhının incik boncuk tablası olmadığı gerçeği değişmiş değil.
Tekrar olacak belki ama kitap fuarlarının, kültürel bir etkinlik olduğu anlayışının öne çıkarıldığı biçimde ve şehirlerin merkezlerinde düzenlenmesi için ne gerekiyorsa yapılmalı diyerek bağlayalım sözümüzü.
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***