Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kendi sorumluluğunu üstlenmek

Kendi sorumluluğunu üstlenmek


“Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizin değilse, bunları nereden almıştır? “

La Boétie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev de toplumsal bir yapılanmanın sorumlusu olarak sadece bir piramidin tepesinde bulunanı görmemişti. Yayınlandığı zaman çok kişiyi etkileyen ve ne yazık ki güncelliğini hala kaybetmemiş bu metnin, pek çok cümlesi gibi, yukarıda okuduğunuz seslenişini kendi kişisel yaşamımdaki olumsuzluklara da uyarladığım için hiç unutmuyorum. Kişiselliğin tarihi ile toplumsal varoluşun tarihi arasında diyalektik bir ilişki vardır, siz, yaşadığınız bütün olumsuzlukları, dışsal bir şeye havale ederek-ki bunun doğru olması bir şeyi değiştirmez- yorumlarsanız, kendi hayatınız için gerçek anlamda sorumluluk almaktan kaçınmış olursunuz. Sorumluluk alma cesareti ile özgürlük arasındaki bağlantıyı çok geç kavradım, itaatçi işlemciler üretmek için kurulmuş toplumsal atölyelerde tekrar yoluyla bedene kazınmış bilgilerden sıyrılmak için, oradan gerçekten uzaklaşmayı başarmak gerekiyordu. Ve bütün kötü karşılaşmalarda sorulan yaygın soruyu değiştirmek: “Bana neden bunu yapıyorlar?”

Hayır. “Bunlar benim başıma neden geliyor?”

Gülmeyin. Basitleştirerek anlattığım bu tutum değişimi, başka bir varoluşun imkanlarına girişin keşif kolu gibi bir şeydir. Çünkü çok daha karmaşık bir anlamsal bütünün çıkış noktasıdır, kendiliğinin sorumluluğunu üstlenmek. Ve sorumluluk üstlenmek kadar korkutucu, ve o kendilikle yüzleşmek kadar zor bir şey yoktur. Alıştırıldığımız ikiyüzlü protokollerin bütün hücrelerimize nasıl işlemiş olduğunu apaçık görebilmek, sanıldığı kadar kolay ve acısız bir iş değildir.

Tikel ile tümel arasında, kişisel olanla toplumsal olan arasında-doğrusunu söylemek gerekirse, aslında hiçbir şey arasında- bir fark görmediğim için, politik metinlerdeki toplumsal belirlemelerle kişisel yaşantının sıkıntıları arasında doğrudan bir bağ kurmak konusunda hiç problem yaşamadım.

Kendinin sorumluluğunu üstlenmekle dünyanın sorumluluğunu üstlenmek arasındaki ilişki doğru kurulmadığında “aynının tekrarı” denilen döngüyü yeniden ürettiğimiz bir şey haline gelecektir hayatlarımız.

Felaket zamanlarına ait tarihsel metinlerde, -nadir olsa da- verilen bir emri yerine getirdiği için, korkunç acılarla yaşamaya çalışan ve gerçekten deliren insanlarla karşılaşırız. Bir kenti yok edecek bombanın yolunu kolaylaştıran ya da bir biçimde ağır sonuçları olan bir kararın uygulayıcısı olan insanlardır bunlar. Sayıları az olduğu için, onların hakkında yazılar yazılmış ve kendilerine gerçekleştirdikleri bu şiddetin kökeninde yatanın aslında kendi sorumluluğunu üstlenmekten başka bir şey olmadığı anlaşılmıştır. Onlar, ben emirlere uydum diyemezler, yapmam gerekeni yaptım ya da ağır baskı altındaydım. İşte kendiliğin sorumluluğunu almak, bütün bunlara rağmen, bütün bunlardan sonra gerçekleşen bir şeydir. Orada bir çekirdek, onun varlığını yığınlarla eşitleyen ve bir mekanizmanın minicik bir parçası kılan ve böyle yaparak da itaat etmesini sağlayan akla itiraz eder ve minicik bir benliğin varoluşundaki ısrarıyla, acı çekmeyi kabul eder, suçunu üstlenerek özgürleşir. Yaygın olanın tersine.

İtaat zinciri, kişisel olanı önemsizleştirip, rolünüzü anlamsızlaştırarak ve kocaman bir yapının minik bir parçası olduğunuzu sürekli hatırlatarak, sorumluluğunuzu hep başka bir güce havale etmenizi sağlamıştır. Bu yükten kurtulduğunuzda, gönüllü köleleliğin tarihsel hikayesi başlar.

Sistem kocamandır ve zorunluluklar dayatır. Zavallı insan bu gücün karşısında ne yapabilir?

Karşılaşmalarımız talihsizlik içerir, kader bizi kötü insanlarla karşılaştırmıştır. Başımıza gelen felaketlerin sebebi, uzakta, dışarıda, bizim iyiliğimize “rağmen” olandadır. Aynı sıkıcı masal. Kölece bir yakınış ve bize rağmen kurulacak bir düzende yaşanacak güzel günler fıkrası.

Bütün uysallıklarımızda, meşrulaştırdığımız ve bizim için gerekli olduğunu düşündüğümüz yasallıklarda bir sıkıntı olduğunu görmekle başlayabileceğimiz bir tedavi biçimi bu. Şahane bir hayat garantisi hiç yok burada, ilk aşamada büyük bir kavga ya da saldırı bile yok. Sadece içimizde her şeye uyum sağlamayı buyuran o sesin kesilmesi için çalışmayı içeriyor. Kötü bir dostluk tecrübesinin yeni, iyi bir dostla giderileceğini sanmaya benzer bir yanılgıyı yok etmekten söz ediyorum. Dostluğu, o bir zamanlar çok yakın hissettiğimiz duyguları parçalayarak gidenin arkasından düşündüğümüz şeyin kalıbını değiştirmekten söz ediyorum. Hayatımızdaydı çünkü buna biz izin verdik. Aslında ondaki yıkıcı potansiyelin tamamını gördük, tutarsızlıklarını, kendisiyle kurduğu ilişkideki sahtelikleri ama yanımızda dursun diye sustuk. Sonra onu suçladık. Derdimiz dışsal olanı aklamak değil elbette ama içkin olanın, bize ait olan kısmın yeterince dürüst olmadığı yeri keşfetmek. Değişime yol açacak olan bu, yeni ilişkileri örgütlerken ihtiyaç duyduğumuz akıl bu olacak çünkü.

Özgürlüğümüzü kabul ettiğimizde özgürleşiriz diyor La Boétie bir anlamda. Bu direndiğimiz parça, kişisel olandan toplumsala suç ortağı olmayacağımız ferah bir yola açılıyor. Her türlü aldanıştan, sahte tesellilerden uzaklaşmayı içeriyor.

Bir yerinden içimizi ele geçirmiş uzlaşmaları aşındırmakla başlayalım işe. Yol uzun. Dürüstlüğün dikenli yolu. Aslında kendine sadakatten daha önemli bir şey yok diyor, yürürken üzerimde uçan o karga. Bunu başkalarına sadakate çevirdiğinizde kaybettiniz gerçekliği. Kargayı takip ediyorum, başka kılavuzum yok. Herkesi derin bir hayal kırıklığına uğratmak istiyorum. Çarmıhımı sırtımda taşıyacağım, ahlak papazlarına benim ve karganın ihtiyacı yok.

“Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizin değilse, bunları nereden almıştır?“


Süreyya Karacabey: Adana’da doğdu. 1992’de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK’sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht’ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Süreyya Karacabey

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version