Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Ağustos 2022 tarihinde, “Bu ülkenin en büyük açığı yerli ve milli muhalefet açığıdır.” diye seslenmişti, partisinin genişletilmiş İl Başkanları toplantısında. Anadolu Ajansı bunu manşetten duyurmuştu.
“Milli Muhalefet” talebi sadece bir beklentiden ibaret değildi elbette. Geleceğini garanti altına almanın da bir yoluydu ve bu yolu inşa etmekten geri durmayacaktı.
22 yıllık iktidarının tüm hukuksuz yöntemlerini sineye çeken ve “bu milletin a..na koyacağız” hırsıyla tüm kamu kaynaklarını yağmalattırdığı özel sermaye çetelerine dokunulmazlık sağlayan bir muhalefet istiyordu Erdoğan.
Adını da kendi koymuştu; “Milli Muhalefet”
Başında durduğu müesses nizamın devamlılığını garanti edecek bir muhalefet istiyordu özetle.
Böylece, bir değişim yaşansa dahi, o ayaklarını uzatıp, torun sevip “milli değer” statüsünü kazanmış olacak, kurduğu çoklu paravan soygun sistemi ve aparatları ise hiçbir şey olmamış gibi işlerine devam edecek ve dokunulmazlık zırhı “huzur payı” olarak altın tepside kendilerine sunulacaktı.
CHP, önündeki tek engel olarak görünüyordu. “Bay Kemal” inat ediyor ve başını çektiği Millet İttifakı’nı Türkiye’nin 2. Yüzyılı kavramı içinde şekillendiren bir pozisyona oturtuyordu.
Zira esas mesele, “kazanacak aday” değildi. Türkiye’nin 2. Yüzyılına hâkim olacak siyaset anlayışının kurulması ve hayata geçirilmesiydi.
İyi Parti’nin masadan aniden kalkarak, iktidarın istediği alana geçip, en yüksek perdeden içinde bulunduğu ittifaka meydan okuması bu yanıyla şaşırtıcı olmadı.
Erdoğan’ın “Milli Muhalefet” tanımına uygun bir pozisyon alıyordu Akşener ve bunu zaten uzun zamandır içten içe örgütlüyordu. Elbette tüm hamleleri CHP yönetimi tarafından yakından takip ediliyor ve seçim yaklaştıkça, Kılıçdaroğlu’nu oyundan atmayı hedefleyen stratejisi artık daha görünür hale geliyordu.
Daha çok İmamoğlu üzerinden kuruyordu oyununu ve maalesef İmamoğlu buna teşne olduğunu gösteren bir pratik sergilemişti. Karadeniz gezisi de Erdoğan’ın “milli muhalefet” söylemine uygun planlanmış, üslubu seçmen tarafından görülmüş, “vız gelir tırıs giderler” çıkışı ise bir kenara not düşülmüştü. Kendisine açılan davanın hemen ardından Akşener ile el ele verdiği poz, iktidarın da istediği bir kadrajdı ve oyun içinde oyun kuran iktidarın beklentisine hiç ters değildi. Canan Kaftancıoğlu’nun zaman zaman açıklamalarına yansıyan rahatsızlığı da “gördüğü lüzum” dolayısıyla değil, içten içe örgütlenen operasyona karşı pozisyon almasıydı diyebiliriz.
CHP’nin dışarıya açılarak aday skalasını genişletmesiyle oluşan “zayıf” alanlara yüklenen Akşener’in, CHP gerçekliğiyle yüzleşmesi uzun sürmeyecekti. İmamoğlu seçeneğine Mansur Yavaş’ı eklemesi de sonucu değiştirmedi. Açık ve net olarak “Milli Muhalefet” anlayışına uygun atılan her adım CHP ve Kılıçdaroğlu tarafından her defasında akıllıca püskürtülecekti.
‘KÜRTLER OLMASIN’ FORMÜLÜ RAFA KALKTI
Türkiye’nin ikinci yüzyılına, “milli muhalefet” isteyen ve onu organize ederek, kendisine dokunulmazlık sağlayan bir iktidar değişimiyle mi girilecek, yoksa bunu reddeden ve devleti anayasal zemine çeken köklü bir değişimle mi?
Kürtlerin, solun, sosyalistlerin, özgürlükçü, ilerici kesimlerin içinde olduğu ve kendisini temsil ettiği bir 2. Yüzyıl mı, yoksa toplumun çok sesliliğinin yok sayıldığı, Kürtlerin, sosyalistlerin “iç tehdit” olarak görüldüğü, “Türk İslamcı” anlayışın dışında kalan herkesin devletin sopasıyla haşat edildiği bir 2. Yüzyıl mı?
Kılıçdaroğlu hem kendisine karşı kurulan oyunları boşa düşürüyor, hem de oyunların arkasındaki elleri görüp, grup konuşmalarında onları afişe ediyordu.
Sessiz atın tekmesinin sert olduğu esprisinin ne kadar hakiki olduğu ise Akşener’in ittifakı tasfiye etme hamlesine verdiği tepkiden hissedildi.
Liderlik sınavındaydı Kılıçdaroğlu ve önüne çıkarılan her engeli aşarak bu sınavlardan bir bir geçiyordu.
Akşener kurduğu oyundan yara alarak masaya dönmek zorunda kaldı.
İki CHP Belediye Başkanı’nı Cumhurbaşkanı yardımcılığı görevine aldırmış gibi gözüken bir pozisyonla ve kuyruğu dik tutmuş gibi yapmasına verilen tavizle ittifak kadrajına sığındı. Fakat aldığı bu yarayı unutacağını hiç sanmıyorum. Yeni hamlelerle yeniden gündemi işgal edeceğinden de hiç şüphe duymuyorum.
İyi Parti’nin “Kürtler olmasın” formülü de ittifak masasına geri dönmesiyle rafa kalkmış oldu böylece.
“Milliyetçi, muhafazakâr, ulusalcı ve kararsız milyonlar” olarak tarif ettikleri şeye dönüp bakarsak, M. Ağar’ın da, Mehmet Cengiz’in de, Erdoğan’ın da, Bahçeli’nin de, Çakıcı’nın da, tarikat ve cemaat liderlerinin de üzerinde uzlaşacakları ideolojik bir nizam olduğunu görürüz. Peki, bunun AKP-MHP koalisyonunun yükseldiği zeminden farkı ne?
Kılıçdaroğlu’nun Alevi ve Dersim (Tunceli) kimliğini de, açıktan olmasa bile ideolojik olarak reddeden “Türk İslamcı” ideolojinin çağdışı refleksini de bu tabloya ekleyebiliriz.
Müesses nizamın ideolojik refleksleri, kimi zaman ırkçılık söylemleriyle, kimi zaman sembolik işaretlerle, çoğu zaman ise hepsini kapsayan özel harp yöntemleriyle kendini tarif eder ve sahaya mutlaka hâkim olmak, korku ve güvensizlik yaymak için kendini görünür kılan hamleleri toplum karşısına çıkarır.
Bursa- Amedspor karşılaşmasında olduğu gibi. İyi Parti’nin masayı devirme veya dönüştürme hamlesinin hemen ardından bu futbol karşılaşmasında verilen mesajın da bir anlamı olduğu açık. İyi Parti içinden “Beyaz Toros” göndermesi yapan sosyal medya mesajlarının birden türemesi boşuna olmasa gerek. “Biz yoksak ne olur” tehdidi içerdiğini düşünmemiz için çok neden var.
Tüm yaşananların, Türkiye’nin 2.Yüzyılına hangi anlayışın hâkim olacağı kavgasıyla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. M. Ağarların hayal ettiği bir devlet modeli var şimdi karşımızda. Aynı modelin yarın da olmasını isteyenler her yolu deneyeceklerdir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın ama yapılacak tüm kötücül hamleler bir toplumsal destek bulamadığında hızla geri çekilirler ve farklı maskelerle konumlanarak, varlıklarını “hücre” boyutunda devam ettirirler. Bu da onların ayakta kalmak için uzmanlaştıkları bir yöntemdir.
OPERASYON SONUÇSUZ KALDI
Ez cümle;
İyi Parti ve Akşener’in siyaset çizgisi hem bu yapılar için yedeklenebilecekleri uygun bir zemin sunuyor, hem de “milli muhalefet” isteyen Erdoğan’a ittifak içinde bir alan açmanın zeminini sağlıyor. Bunun, Erdoğan için açık tutulan bir pazarlık kanalı olduğunu da söyleyebiliriz.
İyi Parti’ye inanmış, üye olmuş insanların hepsinin, bu durumun parçası olduklarını söyleyemeyiz. Aşağıdan yükselen değişim basıncının, “böyle gitmez” diyen bir duygunun bileşenleri onlar ve ortaya çıkan tepkiden anlıyoruz ki kendilerinin istemediği bir siyaset yönelime giren partilerine, üyelik istifasıyla tepki gösterdiler. (Üye davranışının da artık değiştiğinin, üstten bindirme siyaset yapmanın da artık zor olacağının işaretini veriyor bu durum bize.)
İyi Parti’nin, kendisinin de içinde bulunduğu ittifaka çektiği operasyon sonuçsuz kaldı diyebiliriz. CHP gibi köklü bir partiyi ve lideri olan Kılıçdaroğlu’nu dizayn etmeye kalkmanın elbette sonuçları olacaktı. İlki Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığının görkemli ilanı olarak karşımıza çıktı. İkinci sonucunu ise iyi Parti içinde yaşanacak sarsıntılarda göreceğiz.
CHP’nin yüzyıllık geçmişi ile olan biteni düşünerek, sembolik bir tespitte bulunmak gerekirse; Demokrat Parti’nin kendisinden çaldığı Cumhuriyet’i geri istemesinin ve ilk defa iktidarı almaya bu kadar yakın olmasının, tarihsel anlamı da yüksek. Cumhuriyetin yeni yüzyılı, birinci yüzyılın hatalarını onarmış, sırtındaki bagajı boşaltmış ve günümüz dünyasının kodlarına uygun hale getirilmiş haliyle olacaktır bu. Başarabilme ihtimalini konuşmak için ise henüz çok erken.
Erdoğan sonuna kadar, elindeki tüm imkân ve olanakları iktidarda kalmak için zorlayacak ve yeni hamlelerle ittifak içine kancalar atmaya devam edecektir. “Devlet zoru ”nu da kullanacaktır hiç şüphesiz lakin sonuçlarını kestirmesi zor olduğu için, şimdilik öne sürmesi kolay görünmüyor.
Türkiye’nin 2. Yüzyılı için iddiasını ortaya koyabilen, dönüşümü ve gelişmeleri doğru okuyan ve en önemlisi sürecin öznesi olmayı başararak rol alan her dinamiğin, geleceğin kurulmasında önemli bir aktör olacağı da çok açık.
Hak ve özgürlük mücadelesi yürüten tüm kesimler için de önemli bir şans bu. Yeniyi kurmanın şansı yani ve bunun üzerinden önemli bir toplumsal sıçrama yaratmanın koşulları hiç olmadığı kadar daha fazla bugün.
Ve elbette eleştirel tutumunu ve mesafesini koruyup, kendi siyasi iradesini kaybetmeden, daha da ötesi ana muhalefete oturacak bir çizgiye ve güvene sahip olarak.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***