Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Bankalar kumarhaneye mi dönüştü?

Bankalar kumarhaneye mi dönüştü?


Başta ABD olmak üzere dünyada finansal piyasaların büyük sarsıntılar yaşadığı bir hafta oldu. Bazı bankalar yine krize düştü ve imdatlarına bir kez daha devletler yetişti. 2008 Finansal Krizi sırasında başta Beyaz Saray olmak üzere Batılı hükümetlerin krize düşen bankaları kamu parasıyla – veya gerçeği daha gözler önüne seren bir ifadeyle vergi mükelleflerinin ödedikleri paralarla – kurtarması ABD ve Avrupa’da halkların ciddi tepkisini çekmiş, hatta bu yüzden Batı’da popülizmin hızla yükselişine şahit olmuştuk. Bu nedenle bu kez bankaların devlet tarafından kurtarıldığını perdelemek için büyük bir çaba sarf ediliyor. Oysa kanunen mevduatların devlet garantisi altında olan kısmı 250 bin dolar olduğu halde, Biden yönetimi bu limiti uygulamayıp miktarına bakılmaksızın tüm mevduatların ödeneceğini duyurarak açıkça bir kurtarmaya (bail out) imza atmış oldu. Bu paraların doğrudan kamu hazinesi yerine, bankaların mevduat sigorta fonundan (Federal Mevduat Sigortası Kurumu – FDIC) ödenmesi durumu değiştirmiyor, çünkü neticede vatandaşlar bu işlemin mali yükünü mevduatları için daha fazla sigorta bedeli ödemek zorunda kalarak bir şekilde yine yüklenmiş olacaklar.

1980’lerde yükselişe geçen neoliberal dalgayla birlikte ABD’de Reagan döneminden itibaren mali piyasalar büyük ölçüde serbestleştirildi, o tarihlerden bu yana yaşanan üst üste finansal krizler bir gerçeği iyice gözler önüne serdi: Finansal yatırımcılar, bu serbestleşme sayesinde elde ettikleri imkanlarla ana sermayelerinin kat be katına ulaşan büyük risklere giriyorlar, bu sayede muazzam kazançlar elde ediyorlar, fakat bu riskler yüzünden batma noktasında geldiklerinde, bunun ekonomide domino etkisi yapmasından endişe eden hükümetler tarafından kurtarılıyorlar.

Kaliforniya eyaletinin Santa Clara kenti… ABD’de Silikon Vadisi Bankası’nın (SVB) iflasını açıklamasının ardından, mevduat sahipleri banka şubeleri önünde uzun kuyruklar oluşturdu.

Burada ciddi bir sorun var. Çünkü gelinen nokta kapitalizmin “Risk alan sonuçlarına katlanır, tutturursa tüm kazancı helaldir, tutturamazsa batarak cezasını görür ve piyasa bu şekilde dengeyi bulur” şeklindeki en temel prensibiyle açıkça çelişiyor. ABD’nin en büyük 16. bankası olan Silikon Vadisi Bankası’nın (SVB) aktif varlığı (sermaye büyüklüğü) 209 milyar dolardı. Ülkenin en büyük bankası olan JPMorgan Chase’in ise 3,2 trilyon dolar varlığı bulunuyor. ABD’nin en büyük dört bankasının toplam varlığı ise 9,1 trilyon dolar. Yani SVB’nin büyüklüğü en büyük dört bankanın toplam büyüklüğünün sadece yüzde 2,3’ü kadar. Ama bu büyüklükte bir bankanın, kötü idare edildiği için batmasına “sistemik risk” oluşturacağı gerekçesiyle müsaade edilemeyeceğine karar verildi. Önceki krizde “İflas etmesine izin verilemeyecek kadar büyük” (Too big to fail) kavramı üretilmişti. Şimdi ortaya çıkan bunun da ötesine geçen bir durum: Büyüklüğü ne olursa olsun bankacıların kârı kendilerine, ama ola ki batarsalar devlet onları “toplumun selameti için” kurtarmak mecburiyetinde.

ABD Hazine Bakanlığının müdahaleleriyle, yüzmilyarlarca dolar sisteme sokularak SVB dahil toplamda dört bankanın kurtarılmasının peşi sıra İsviçre Merkez Bankası da 54 milyar dolar gibi oldukça yüklü miktarda bir borç vermek suretiyle ülkenin en büyük ikinci bankası olan Credit Suisse’in yardımına koştu. Fakat bu operasyon da bankanın durumunu düzeltmeyince İsviçre hükümetinin araya girmesiyle, ülkenin diğer dev bankası olan UBS, Credit Suisse’i satın almayı kabul etti. Bunun karşılığında İsviçre Merkez Bankası’nın UBS’ye ilave 109 milyar dolar daha kredi vermesi planlanıyor. İsviçre hükümeti ayrıca hissedar oylaması gerektiren yasaların atlatılmasını sağlayarak satış sürecini hızlandırmayı taahhüt etti.

Bunların birbirini takip etmesi tabiatıyla tesadüf değil. Çünkü finansal piyasalarda elle tutulan somut varlıkların değil, îtibârî (sanal) değerlerin ticareti yapılıyor. Tüm sistem büyük ölçüde herşeyin yolunda gittiğine dair karşılıklı güvene dayanıyor. Bir bankada kriz yaşandığında yatırımcılar birdenbire aslında kaygan bir zeminde hareket ettiklerini hatırlayıp “Zayıf olan başka banka var mı?” sorusuna biraz da telaşla cevap arıyorlar. Adeta bir avcı gibi gözler zayıf durumdaki bankaları aramaya başlıyor. Sonrasında bir av bulunduğunda tüm avcıların peşine takılmasına benzer bir hadise yaşanıyor: Müşteriler mali durumunda zayıflama olduğu tespit edilen bankaların üzerine üşüşerek paralarını çekmek için yarışa giriyor.

SVB’nin batması başka bankalardan da kaçışa yol açarak domino etkisi yaptı. SVB’nin iflas duyurusunun ardından sonrasında çok sayıda müşteri, mevduatlarını küçük bankalardan JP Morgan Chase ve Citigroup gibi büyük Amerikan bankalarına aktarmak için kuyruğa girdi.

Geçmişe kıyasla artık bir fark da var: ABD Temsilciler Meclisi Finansal Hizmetler Komitesi Başkanı Patrick McHenry, krizi “Twitter’dan körüklenen ilk banka paniği” şeklinde nitelendiriyor. Önceki finansal kriz 2007’de başladığında iPhone daha yeni piyasaya çıkmıştı, yani çoğu insan mevduatını çekmek için hâlâ ilgili bankanın önünde kuyruğa girmek zorundaydı. Oysa şimdi bir bankaya ilişkin şüphe yaşanıp da bu duyum yayıldığı anda adeta saatler içinde milyarlarca dolar hesaplardan çekilebiliyor, çünkü tüm işlemler artık online gerçekleştirilebiliyor. SVB tam olarak böyle bir duruma maruz kaldı: Bankada işlerin yolunda olmadığına dair haberler bir kaç günde yayıldı, mevduat sahipleri ellerindeki akıllı telefonlarla anında bu haberlere tepki göstererek paralarını bir kaç tıklamayla çekmeye başladı. Geçen hafta Perşembe günü SVB’den çekilen para miktarı inanılmaz şekilde 42 milyar dolara ulaştı. Peşisıra krize düşen ikinci Amerikan bankası olan Signature Bank’tan bir kaç saat içinde çekilen miktar 10 milyar doları geçti.

Kaliforniya’da Silikon Vadisi’ni içeren bölgeyi temsil eden Demokrat Partili Kongre üyesi Anna Eshoo ise SVB’nin çöküşünü 7.9 büyüklüğünde bir depreme benzetiyor. Paniğin büyümesinin temel sebebi, bir bankanın iflası durumunda FDIC tarafından mevduatların sadece 250.000 dolara kadar olan kısmının ödenmesiydi. Oysa SVB’nin çoğu Silikon Vadisi’nde teknoloji alanında yeni girişimci (start-up) olan müşterilerinin mevduatlarının yüzde 97’si bu limitin çok üzerinde rakamlardı.

ABD’de kripto para üzerinde yoğunlaşan bir finansal kurum olan Signature Bank iflas eden bankalar arasındaydı.

Finansal krizlere genellikle merkez bankalarının faizle ilgili aldıkları kararlar yol açıyor: Örneğin 1980’lerde durgunluk riski yaşanınca hemen faiz indirimlerine gidilmiş bu ise 1987’de borsanın çökmesine yol açmıştı. Şimdi ise enflasyonun daha fazla yükselmesini engellemek için merkez bankaları sert faiz artışlarına başladı. Bu yüzden ellerinde yüksek miktarda düşük faizli devlet bonoları olan bankaların bilançolarının alt üst olması bugünkü krizi doğurdu. Özellikle uzun vadeli tahvillerde ve gayrimenkul kredilerinde yükselen faiz oranları nedeniyle finans sisteminde çok büyük kayıplar yaşanıyor. Pek çok bankanın sermaye yapısı korkunç boyutlarda kırılgan hale geldi. Bir akademik araştırmaya göre, ABD bankalarının potansiyel zararının miktarı 2 trilyon dolara yaklaşıyor. Bu şu demek: Bankalar aniden tahvil ve kredi portföylerini nakite çevirmek zorunda kalırlarsa, yaşayacakları kayıplar toplam sermayelerinin yaklaşık dörtte üçüne tekabül edecektir.

Sözkonusu tahviller, ağırlıklı olarak dünyada merkez bankaları, ticari bankalar ile sigorta şirketleri, emeklilik ve yatırım fonları gibi finansal kuruluşlar tarafından tutuluyor. Normalde bu tahvilleri vade sonuna kadar ellerinde tutmaları halinde, yüzde 100 (nominal) değeri üzerinden itfa edeceklerinden bir zarar yaşamazlar. Felaket, tahvilleri tutamayıp zararına (yani aldıkları fiyattan daha ucuza) satmak zorunda kaldıklarında ortaya çıkıyor. Mesela yüksek kar hırsıyla riskli vadeli işlemler yapılıyor, sonra işler planlandığı gibi gitmeyince nakitte sıkışıklık (likidite krizi) yaşanıyor, bu durumda nakit ihtiyacını karşılamak için tahvilleri zararına elden çıkarmaktan başka çare kalmıyor. Uluslararası finans sisteminin işleyişi hakkında fazla bilgi sahibi olmayanların bile çoğu “çek kırdırmak” tabirini duymuştur. Yaşanan onun benzeri bir durumdur. Bu tür krizler, borç üzerine inşa edilmiş olan kapitalist sistemin üstünde sürekli olarak dolaşıyor.

Hisselerinin %25’den fazla düşmesinin ardından krize giren Credit Suisse’in imdadına İsviçre Merkez Bankası yetişerek bankaya 54 milyar dolar borç verdi. Fakat Amerikalı hissedarların Credit Suisse’in mali sorunlarını gizleyerek kendilerini dolandırdığı gerekçesiyle banka aleyhine dava açması, bankanın bu acil likidite desteğiyle elde ettiği rahatlamayı ortadan kaldırdı ve hisseleri düşmeye devam etti.

Pek çok yatırımcının, finans sisteminin artık yüksek faiz artışına dayanamayacağı için bundan sonra oranların merkez bankalarınca keskin bir şekilde yükseltilmeyeceğine dair bir öngörüsü vardı, bu tutmadı. Burada faiz artışlarını öngöremeyip açıkta yakalanan, yani aldığı risk yüzünden zarara uğrayan bankalar sözkonusu… Ekonomideki daha büyük dalgalanmaları önlemek maksadıyla bile olsa onları kurtarmak sistemi uzun vadede sağlıklı mı kılıyor, yoksa daha zayıf hale mi getiriyor?

Bu konuda yapılan bilimsel araştırmaların (örneğin Alman ekonomist Moritz Schularick’in tarihte yaşanan tüm finansal krizleri inceleyen araştırmasının) açığa çıkardığı gerçek şu: Bankaları kurtarmak için ne kadar çok devlet yardımı yapılırsa, bir sonraki kriz o kadar çabuk yaşanıyor. Günün sonunda devletin her finans aktörünü kurtarması, gelecekte daha da riskli davranışlara yol açmak suretiyle daha büyük kriz tehlikesi yaratıyor. Faizler düşüp para ucuzladığında yatırımcıların risk iştahı artıyor, “Ya batarsak?” endişesi önceki krizde devletin son kertede nasıl imdada yetiştiği hatırlanarak bastırılıyor. Evet, çöküşler sırasında bankacılar bazı zararlar yaşıyor ama bunların seviyesinin düşük kalması onları cesaretlendiriyor. Çalıştığı banka battığı için işsiz kalan üst düzey yöneticiler kısa sürede rahatlıkla başka finans kurumlarında iş bularak “kaldıkları yerden” devam ediyorlar. Bu his bir kere yerleşince artık krizlerin sistematik şekilde yaşanması kaçınılmaz hale geliyor. Bir kumarbazın ne kadar risk alırsa alsın zararının çok düşük kalacağını bilmesi halinde “büyük kazançların” peşinden koşmaktan vazgeçmesini beklemek yanlıştır. Düşünün ki kumar oynarken bile kimse böyle bir güvenceye sahip değildir.

Kendinizi ABD’de yaşayan orta halli insanların yerine koyun: Diyelim şirketiniz küçülmeye gittiği için işsiz kalırsanız veya işyeriniz müşterileriniz azaldığı için iflas etse, devlet sizi “kurtarmaya” gerek görmüyor. Oysa sizin aileniz, çocuklarınız var, işsiz kalmanız onların hayatını köklü şekilde değiştiriyor, aldıkları eğitim ve sağlık hizmetleri ya tamamen kesiliyor, ya da kaliteleri muazzam şekilde düşüyor. Tüm bu travmatik etkiler bazen ailelerin dağılmasına yol açıyor. Devlet bunları umursamıyor ve size “Sorry, kapitalizm böyledir, şimdi her işi kötü gidene yardım edecek olursak bu komünizm olur.” diyor. ABD’de hükümetler onyıllardır Avrupa’dakine benzer güçlü sosyal güvenlik sistemlerinin kurulmasına bu gerekçeyle karşı çıkıyorlar. Bu manzaranın vatandaşa şu duyguyu yaşatması kaçınılmaz hale geliyor: “Bu ülkede ayrıcalıklı vatandaşlar bankerler, devlet onların zarar görmesine kesinlikle müsaade etmiyor, bizim gibiler ise ikinci sınıf vatandaş.”

Diğer yandan bankaların durmadan kamu parasıyla kurtarıldığı bir ekonomik sistem devam ettirilebilir mi? Sorunun kaynağında neyin yattığı belli: Bankacılık sistemi yetersiz mali kaynakla çok büyük yatırım risklerinin alınmasına imkan veriyor. Bunun hemen değiştirilmesi gerekiyor. Ama bankacılık sektörü hükmettiği muazzam parasal kaynaklar sayesinde siyaset üzerinde sahip olduğu nüfuzu kullanarak bu tür önlemlerin alınmasını engelliyor. ABD’de bankacıların kontrolsüz risk almalarını önlemek için 2008 krizi sonrası getirilen kurallar bu lobi gücü sayesinde 2018 yılında iki partinin de verdiği destekle özellikle orta ölçekli bankalar için büyük ölçüde gevşetildi. Bu serbestlikten istifade eden bankalardan biri olan SVB’nin CEO’su o zaman bu geri adımı ateşli şekilde savunanlar arasındaydı. Nitekim düzenlemelerin gevşetilmesinden sonra, SVB dahil Amerikan bölgesel bankalarının işleri hızlıca büyümüştü. Bu bankaların varlıklarının yüzde 4’ünden azını nakit olarak tuttuğu belirtiliyor. Son yaşananlardan Amerikan yönetici elitinin birinci dereceden sorumlu olduğuna hiç şüphe yok… Biden yönetimi bu haftaki kriz sonrası Kongre’de düzenlemelerin eski haline getirilmesi için çalışacağını açıkladı. Güçlü finans lobisi buna müsaade edecek mi veya ne kadar müsaade edecek göreceğiz.

ABD Hazine Bakanı Janet Yellen, Senato Hazine Komisyonu’ndaki oturumda Kongre üyelerinin sorgulamalarına karşı kriz sırasında almış oldukları kararları savundu.

Bankacılık sektöründeki son kriz ve ekonomide durgunluk yaşanması endişesi nedeniyle artık merkez bankalarının faiz artışlarını beklenenden önce sonlandıracağı beklentisi oluştu. Para ucuzlayınca bankerlerin risk iştahı yine artacaktır. Bankalar kamu parasıyla kurtarıldıkça halktaki kızgınlık büyüyerek siyasi rejimleri daha büyük sarsıntılara uğratacaktır. Ya bir sonraki krizin boyutları çok daha büyük olur da piyasa devletin kurtarma paketleriyle bile sakinleştirilemezse ne olacak? Nitekim ABD Hazine Bakanlığının yaptığı tüm müdahalelere rağmen yatırımcılar krizin sona erdiğine hâlâ ikna edilebilmiş değil. Bölgesel bankalardan kaçış sürüyor.

Bankaları kurtarmak bir çözüm değil, sadece sorunun ertelenmesi demek… Kriz çıktığında öncelikle buna finansal sistemin içinde üretilen mekanizmalarla (ortak denetim, mevduat sigortası, mali işlem vergisi vb) karşılık verilmesi gerekiyor. Bu olmadıkça mali piyasalarda “kendi kendine kontrol” yaşanmayacak, büyük paraları kısa sürede kazanmak için muazzam riskler almaktan kaçınmayan bankacılar her zaman çıkacaktır. Kapitalizm bu hayati sorunla yüzleşmediği müddetçe de onu komaya sokabilecek ağır krizlere gebe olmayı sürdürecektir.

ÖMER MURAT
19 Mart 2023 HABER ANALİZ


Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version