Kendisini anarko-feminist ve aktivist olarak tanımlayan şarkıcı İrini, 8 Mart’ın önemini ve kendi mücadele serüvenini Ceren Gündoğan’a anlattı:
– Katıldığın ilk 8 Mart yürüyüşünü anlatır mısın?
Ankara’da üniversitede öğrenciyken 1996 yılının 8 Mart’ında birçok kadın arkadaşla birlikte İstanbul’a geldik. O dönem sol çevrelerde kadınlık meselesi sanki sınıf mücadelesini bölen bir tavırmış gibi anlaşılıyordu. Bir yandan “kadın hakları”ndan dem vururken bir yandan da bizleri “burjuva özentisi” olarak görüyorlardı.
Ankara’dan bir dolu kadın neşe içinde İstanbul’a trenle geldik. Şarkılar türküler eşliğinde, yemekli vagonda şaraplarımızı içerek, bendirlerimizi çalarak… Enfes bir kutlama havasındaydık. O günü unutmama nedenlerimden biri bu coşku ise, bir diğeri de yemekli vagondaki bir grup erkeğin bize olan yaklaşımıydı. Dans eden kadınlara el çırparak eşlik eden bu gruptan biri, “Bacılarım için 8 Mart Kadınlar Günü’ne özel şarkı söylemek istiyorum” dedi ve alakasız bir arabesk şarkı söyledi. Neşemizi bölen bu harekete rağmen şarkı bitiminde ayıp olmasın diye alkışladık, onlara teşekkür ettik. Bir süre sonra bu adamın bize yönelik taşkınlıkları yüzünden garsonla arasında arbede yaşandı. Adamın ağzından bize yönelik, “götüreceğim bu kadınları” sözünü duyduk.
Bu ilk katıldığım yürüyüş iyiydi ama dikkatimi çeken bazı uyumsuzluklar da vardı. Örneğin, alana girdiğimizde kadın erkek karışık bir kalabalıkta tüm pankartların erkekler tarafından tutulduğunu, sloganların erkeklerce atıldığını hatırlıyorum.
-Neydi o sloganlar ?
“Titre oligarşi, kadınlar geliyor” gibi hamasi sloganlardı. Neredeyse tamamını erkeklerin attığı… 22 yaşında genç bir kadın olarak Türkiye’deki ilk 8 Mart benim için böyle başladı.
-27 yıllık süreçte 8 Mart’ın kutlanma biçimi değişti mi, neler söylersin ?
Kadın mücadelesi sol yapılarda yerini buldu ve kadınların özne olarak alanlarda yerlerini aldığı bir kutlamaya, hak ve özgürlük mücadelesini bizzat kendilerinin eylediği bir savunmaya evrildi. Örgütlerin içinde kadınların yapılandığı ayrı örgütlenmeler oluştu. Bu da örgütlerin ve oluşumların kadın taleplerini dikkate alan politikalar geliştirmesine neden oldu. Maskülen kadınlar yerini feminen ve kendine güvenli kadınlara bıraktı ve alanlarda artık her renkten, cinsiyet rollerini sorgulayan, cinsel kimliklerini sahiplenen kadın ve lgbti’ler yer almaya başladı. 8 Mart’lar artık her türlü sınıftan, renkten, milliyetten kadınların hak taleplerini kadınlık sınıfından haykırdıkları neşeli alanlara dönüştü. Bu hak mücadelesinin sonucunda bugün artık kadınlar sokakta.
-Farklı sınıflara, hatta farklı ideolojik görüşlere sahip kadınları, alanlarda kol kola birlikte mücadeleye getiren sence neydi ?
Birçok nedeni var: Merdiven altı konfeksiyon atölyelerinde düşük ücretlerle çalıştırılan kadınların, patronları ya da ustaları tarafından cinsel tacize uğramalarından; hamile kadınların toplum içinde gülememesi, toplum içinde bebeklerini emzirememesi söylemlerine kadar uzanan baskının kadınlar üzerindeki etkisi…Metro ve otobüslerde şortlu kadınlara indirilen yumruklar, ekonomik özgürlüğünü kazanıp eşinden boşanan kadınların ölüm kalım mücadelesi, kadınları hangi sınıf ve görüşten olursa olsun kadınlık sınıfında bir araya getiren etkenler oldu. Bunun en önemli örneklerinden bir tanesi, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu oldu. Oradaki toplantıları hiç unutamam.
Neden ?
Birincisi bu toplantılarda ciddi bir kakafoni vardı, olumlu anlamda bir kakafoniydi bu. Kimsenin bir diğerinin sesini bastırmadığı ve herkesin fikrini açıkça ifade edebildiği gerçek anlamda hür bir platformdu. Ülkücü, dindar, anarşist, solcu kadınlar ataerkil kültürün kadın bedeni üzerindeki hâkimiyetine karşı ortak ses olmayı becerebiliyorlardı.
-Peki bugün 8 Mart neden alanlarda kutlanamıyor, gece yürüyüşleri kadınlara neden yasak ediliyor?
Çünkü tarihte bütün devrimler kadın yürüyüşleriyle başladı. Fransız devrimi öncesi kadınların ekmek talebiyle kralın yazlık sarayına yürümeleriyle, Sovyet devriminde işçi kadınların ekmek talebiyle sokağa çıkmasıyla iktidarların yıkılmasına giden fitil ateşlendi. Dolayısıyla kadınların sokağa çıkması tüm iktidarların korkusu. AKP iktidarı da bundan korkuyor. Ama bütün bu yasaklamalara, devlet şiddetine rağmen kadınlar sadece bedenleriyle yan yana “biat etmeyeceğiz” diyerek sokakları bırakmamakta ısrarcılar.
-8 Mart’ın kazanımları ne oldu?
En basitinden kadınların bir aradalığı, tacizi, tecavüzü ifşa etme kudretleri artırdı; ataerkillik üzerinden nemalanan erkekleri kıskaca aldı ve hatta dillerini değiştirmesine neden oldu. Çok basit görünebilir belki ama iş adamı yerine iş insanı kullanımını politikanın içinde olan erkeklerin benimsemesi bile buna sadece bir örnek.
Daha önce 8 Mart belli duyarlılıklara sahip kişilerin meselesi iken bugün çok daha geniş bir yelpazeye sahip. Marjinallikten kitleselliğe geçiş nasıl oldu?
2012’deki kürtaj yasağı tartışmaları, Gezi öncesi kadınların bir aradalığını gösteren, marjinallikten kitleselliğe geçişin bence en önemli işaretiydi. Kürtaj yasağına karşı kadınların sokaktaki eylemlilikleri, kitlesel olarak bir arada duruşları 8 Mart’ın sayısal olarak on binleri bulacağının göstergesiydi. Varlıklarına yönelik bu tehlikeli politikaları gören kadınların, Gezi eylemlerine önemli bir katılım sağlamaları da yine marjinallikten kitleselliğe geçişi muştuluyordu.
-Deneyim aktarımı ile ilgili neler düşünüyorsun?
Deneyim aktarımı, Türkiyeliler olarak bizlerin alışkın olduğu yaşça büyük olandan küçük olana aktarım demek değildir. Bu karşılıklı bir akış halidir. Özellikle genç kadınların hakları için mücadelede korkusuzca yer alışları, Duygu Asena’lardan başlayan bir mücadelenin sonucu. Onlar da Simone de Beauvoir’nın “kadın doğulmaz, kadın olunur” cümlesini doğal yaşantıları içinde bizlere göstererek öğrettiler. Şunu biliyoruz artık, Türkiye’de yirmi yaşındaki bir kadın da, elli yaşındaki bir kadın da, yetmiş yaşındaki bir kadın da ataerkil sistemin öğütücü dişleri arasında ezilmeye çalışılıyor. Keza, Rosa Luxemburg gibi, Emma Goldman gibi devrimci kadınların otobiyografi ve eserlerine baktığımızda, erkek yoldaşları tarafından bastırılmaya çalışıldıklarını görürüz. Dolayısıyla kadın mücadelesi her an her yerde. Emma Goldman’ın dediği gibi, “dans edemediğim devrim benim devrimim değildir”. Danslarla, kadın sesleri, sloganları, şarkılarıyla sokakların çınladığı bir 8 Mart dileğiyle…
*İrini Özeri: İstanbul’da doğdu. Müzik öğretmeni ve caz vokalisti.
Ceren Gündoğan: 1983 İstanbul doğumlu. İBBŞT TAL’de ve Akademi İstanbul Tiyatro bölümlerinde oyunculuk, Kocaeli Üniversitesi GSF/ Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık bölümlerinde öğrenim gördü. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda oyuncu ve reji asistanlığı, Asis Yapım’da proje tasarım asistanlığı ile dizi ve belgesel senaristliği yaptı. İlk romanı Yaralı Rüzgâr, 2022 Mayıs ayında Eksik Parça Yayınları etiketiyle yayınlandı. Artı TV’de Artı Sahne programı sürdürüyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***